NE TRABZONSPORMUŞ AMA!
Tekrar tekrar okumamak mümkün mü.
Trabzonspor resmi olarak 1967’de kuruldu; 1974-1975 sezonunda o zamanki adıyla birinci lig, şimdiki adıyla süper ligde bir yılını tamamladı. İlk yılında Kıbrıs’ta düzenlenen bir turnuvada birinci gelerek ilk kupasını almış oldu.
Bu kupa, bundan sonra takip eden on yılda bütün kupalara ambargo koyacak olmanın habercisiydi.
Trabzonspor, İstanbul’un Anadolu’ya kibirle bakan ve sermayenin gücüyle her şeyi kendilerine mübah görerek yapabileceğini zanneden Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş dükalıklarına meydan okumuştu.
1975-1985 yılları arasında, on yıllık bir süreçte 6 Birinci Lig Şampiyonluğu Kupası, 6 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 3 Türkiye Kupası ve 3 Başbakanlık Kupasını müzesine götürmüştü. Buna bir de az önce söylediğimiz Kıbrısta’ki kupayı eklememiz gerekir.
Yanlış duymadınız, on yılda tam 19 kupa, Türkiye’de hangi takıma nasip olmuştur?!
Daha sonraki yıllarda bugünkü adıyla Süper Lig Şampiyonluğu Kupa sayısını 2021-2022 sezonunu da dahil ettiğimizde 8’e, Cumhurbaşkanlığı kupa sayısını aynı şekilde 7’ye, Türkiye Kupası sayısını 9’a, Başbakanlık Kupasını 5’e çıkarmış ve 2 kez de Süper Kupayı müzesine götürmüştür.
Sözünü ettiğimiz on yıllık süreçte İstanbul takımları artık aciz kalmışlardı. Bu süreçte Trabzonspor’un en iyi oyuncularını kendilerine transfer ettiler. Ama yine olmuyordu. Artık Trabzonspor bir fırtınaya dönüşmüştü.
Karşısındaki dükalıklar kendi aralarında, al gülüm-ver gülüm hesabı, dönüşümlü paylaştıkları iktidarlarını tamamen kaybediyorlar, her mücadelede sahadan başları eğik ayrılıyorlar.ve artık beka sorunu yaşıyorlardı.
Bu böyle gidemezdi; onlar büyüktüler; hatta “en büyük”tüler(!).
Statları hep böyle inletmiyor muydu taraftarları: “En büyük Fener, başka büyük yok. En büyük Cimbom başka büyük yok. En büyük Beşiktaş başka büyük yok”.
Kemal Sunal filmleri bile repliklerini onların sloganlarından almıştı: “En büyük Kâmil, başka büyük yok”.
Trabzonspor’un statlarında “en büyük Trabzon, başka büyük yok” tezahüratını pek duymamışsınızdır. Onun en etkili tezahüratı bile, “Trab-zon, Trab-zon” idi.
Çünkü o, sahalarda fırtına gibi esmesine, tüm rakiplerini ezip geçmesine ve bunu da yıllarca devam ettirmesine rağmen mütevaziliğinden hiçbir şey kaybetmiyor, rakiplerine saygıda kusur etmiyor, Anadolu’nun kendisine yüklediği ağır misyonu layıkıyla yerine getirmeye odaklanıyordu.
Çünkü o, sadece bir Trabzonspor değil idi. O, dev bütçeleriyle, 25 milyon-30 milyon dedikleri hayali taraftar kitleleriyle, hak ve adalet duyguları dumûra uğramış medya ve medya kalemşörleriyle kendilerini ülkenin futbol patronları olarak gören ukala, mütekebbir, haksız ve yeri geldiğinde müfteri futbol zihniyetine baş kaldıran ve meydan okuyan bir milli kahramandı.
O, İstanbul’un “en büyükleri”(!) karşısında ezilen, örselenen ve daha sahaya çıkmadan mağlubiyeti tadacağı masa başı ve perde arkası kirli ilişkiler ağıyla mukadder olan spor camialarının kahramanıydı; yüreği adalet duygusuyla çarpan, haksızlıklar karşısında bilenen ve isyan eden asil ruhların kahramanıydı.
İşte bu yüzden Trabzonspor sadece Trabzonspor değildi; işte bu yüzden Trabzonspor, Trabzonspor’dan çok daha fazlasıydı.
Dediğimiz gibi, bu böyle gidemezdi; çünkü, bu kahramanla sahada her karşılaştıklarında müsabakanın sonunda gururları ayaklar altında çiğnenmiş hissettiler kendilerini. Çünkü karşılarındaki kahramanı küçük görüyorlardı. Nasıl olur da ona ezilebilirlerdi.
Bu böyle olamazdı; bunun sürdürülebilir bir tarafı yoktu; bir şeyler yapmak lazımdı. Gururlarının kırıldığı, bu kadar aşağılandıkları yeterdi.
Evet, bir şeyler yapılıyordu artık. Ülke sporunun derin yapıları harekete geçmişti.
On yıl boyunca bütün kupalara ambargo koyan Trabzonspor, nedense tuhaf bir biçimde hem kupa kazanamaz hale getiriliyor, hem de yıllar geçmesine rağmen şampiyon olamıyordu. Az zamanda düzinelerce kupalar kazanmış olan bir takım, bir defacıkta mı şampiyon olamazdı.
Bu normal bir durum değildi.
Olmadığı, Trabzonspor’un 1996 yılında şampiyonluğa giderken kendi evinde Fenerbahçe ile oynadığı maçta yaşananlarla ortaya çıkmıştı. O maçta neler yaşandığını bu tarihten tam dokuz yıl sonra 2005 yılında o dönemin efsanevî(!) Fenerbahçe Başkanı Ali Şen itiraf etmişti. Başkan Şen, bir tiyatro oynandığını “Aygün’ü mumyaya çevirdim” sözüyle anlatmış ve “Biz Trabzonspor’u 1995-96 sezonunda masada yendik” diyerek, Trabzonspor’un başına ne çoraplar ördüklerini itiraf etmişti.
Eee, büyüklerde efsane olmak böyle bir şey demek ki!
Derin yapılar hiç durmadı. 2010-2011 sezonu ise başka bir facia idi Türk futbolu adına. Yine Trabzonspor’un ipi çekilmişti.
Derin yapıların masa başı dalaverelerine Trabzonspor’un gücü yetmediğinden, bir şey yapamıyordu. Onun gücü sadece sahada idi, saha dışı masa başı oyunlarından anlamazdı.
Ama esas olan da zaten sahadaki güç değil miydi?! Spor sahada oynanıp sahada sonuçlanmaz mıydı?! Ya da öyle olması gerekmiyor muydu?!
Zavallı Trabzonspor’um, zavallı safım benim. İşte bu kulübü, bu takımı tam da bu yüzden seviyorum.
Öyle temiz, öyle saf, öyle masum ki, aldığı onca kupada bir tek haram yok.
1985 yılından bu yana geçen 37 yıllık süreçte en az dört şampiyonluğu haram yollarla elinden alındı Trabzonspor’un.
“Pekiyi, şimdi niye şampiyon oldu?! Demek ki, olununca olunuyormuş” derseniz eğer, hiç de öyle değil o iş.
Trabzonspor’un söke söke alnın teriyle büyük puan farkıyla kazandığı bu şampiyonluğun esas mimarı VAR’dır. Şuna çok kesin olarak eminim ki, eğer FİFA ve UEFA bu sistemi uygulamasaydı, bu sistem Türkiye’ye asla gelmez, getirilemez, futbolun derin yapılarına rağmen getirenler bu ülkede iflah olamazdı.
Düşünebiliyor musunuz, VAR sistemi ülkemize gireli bu sene dört yıl oluyor ve bu dört yılın iki yılında da şampiyonlar “üç büyük” denilen takımların dışındaki takımlar oluyor. Bu bile çok şey ifade etmiyor mu?!
Artık hatalar görülüyor, tekrar izleniyor ve karar veriliyor. Göz göre göre ofsayttan gol atma, atılan nizami golü ofsayt sayma, uyduruk penaltılar verme, bariz penaltıları görmezden gelme gibi bayağı ve planlı işler yok artık. Hatalar en aza indiriliyor.
İşte Trabzonspor böyle bir atmosferde ancak, hak ettiği şampiyonluğa ulaşıyor, hem de çok büyük bir puan farkıyla ve üç hafta öncesinden. Bunun için söke söke diyor taraflı tarafsız herkes.
Pekiyi, Başakşehir de şampiyon oldu, onunla ilgili kimse bir şey söylemez iken, niye Trabzon şampiyon olurken bunca fırtına kopartılıyor?
Cevabı çok basit. Çünkü Başakşehirin şampiyonluğu tesadüfî görülüyor. Trabzonspor öylemi ya!
Geçmişin acıları var, geldi mi gitmiyor mübarek. Asıl bundan sonra görün siz bu takımı. VAR’ı kaldırmak için UEFA’ya yalvarıp yakarmazlarsa tabi!
Ne Trabzonspormuş meğer! Bu takım, bu arma ne kadar büyükmüş meğer!
Baksanıza bir şampiyonluğa koştu takım, açık ara fark attı, futbol camiası kelimenin tam anlamıyla fırtınanın karşısında yerle yeksan oldu. Büyük büyük, koca koca takımlarda teknik direktörler ilk devrenin bitimini göremedi. Fatih Terim bile Galatasaray’dan kovuldu, daha ne olsun!
Hatta birer birer değil, ikişer ikişer teknik direktör değiştirenler oldu.. Biri gitti, olmadı; onun yerine gelenler de gitti. Şampiyon takımın teknik direktörü kovuldu yahu.
Koca koca kulüpler ne diyeceklerini, nerelere gideceklerini şaşırdılar. Koca kulübün başkanı “Trabzonspor anasının ak sütü gibi helal bir şampiyonluk alıyor, diyeceğim hiçbir şey yok” diyor. Aynı koca kulübün divan kurulu başkanı bu açıklamadan daha bir ay geçmeden, “bu lig şaibeli, tescil edilmesin” diyor. Bir ayda ne değişti?!
Trabzonspor’un şampiyonluğunu ilan ettiği gece aynı koca kulübün bir yöneticisi ekranlara çıkıyor ve “biz lig tescil edilmesin demedik” diyerek, kendi divan kurulu başkanlarını yalanlıyor; yalanlıyor yalanlamasına da, Trabzonspor’u tebrik edeceğine yine saydırıyor.
Bütün bu çelişkili haller vücut kimyalarının bozulduğunu gösteriyor. Ama bir şeyi daha gösteriyor: “VAR’ın, bu ülkede futbolun adaletini sağlayan en önemli mekanizma olduğunu”.
Yaaa! İşte böyle! VAR olmasaydı, demek ki yine başını yiyeceklermiş Trabzonspor’un.
Hey Allah’ım, akıl fikir ver bunlara! Akıl fikir ver amma, fırsat verme ne olur!
Meğer ben ne büyük bir takımın taraftarıymışım.
Yetmedi, Türkiye’nin en gözde denilen hakemleri hakemlikten atıldı.
Niye acaba?! Trabzonspor’u neden durdurmadınız diye olabilir mi?! Ne yapsın adamcağızlar VAR var, VAR!
İşin esprisi tabi.
Olmadı, haksızlık ettik galiba deyip tekrar attıklarını geri çağırdılar mecburen.
Bu da kesmedi Merkez Hakem Kurulu başkanı gitti.
Bu da yetmedi, MHK kurullarının üyeleri gitti.
Hiçbiri yetmedi, koskoca ülkenin koskoca Futbol Federasyonu başkanı gitti yahu! Daha ne olsun.
Trabzonspor şampiyonluğunu resmen ilan etmeden bir sezonda oldu bütün bunlar. Sekizinci haftadan itibaren devraldığı liderlikten bir türlü düşmedi; yıkılmadı diye. İstanbul’un kibirli takımlarına açık ara puan farkı attı diye, yalan mı?!
Anadolu takımlarına atılan puan farkından yaşanmadı herhalde bütün bunlar.
Şimdi şampiyonluk da ilan edildi. Bakalım daha neler olacak, ben artık kestiremiyorum. Kestiremiyorum ama, büyük bir keyifle izliyorum. Lig bir bitsin bakalım; sabah ola hayır ola.
Ne Trabzonspormuş ama! Futbol camiasını darmadağın etti.
Bu, yazılan destanın daha “giriş” kısmı. Bekleyin, daha bu eserin önümüzdeki yıllara sari çok geniş bir “gelişme” bölümü var. Ama, sonuç bölümü hiç olmayacak.
Bu şampiyonluk Trabzonspor’a, Trabzonsporlulara hayırlı olsun; sonraki yıllarda gelecek şampiyonlukların da habercisi olsun inşallah.
Bu şampiyonluk coşkusu gösterdi ki, Trabzonspor sevdalıları sadece Trabzonlulardan ibaret değildir. Türkiye’nin ve dünyanın bütün bölgelerinde Trabzonspor taraftarı var ve bunların önemli bir kısmı Trabzonlu değil.
Tıpkı benim gibi.
Ama, bilinçli bir şekilde Trabzonsporu şehir takımı olarak göstermek ve küçültmek istiyorlar. Bu, doğru değil.
Trabzonspor, taraftarlarının sayısal çokluğu ve dağılımı bakımından bir Türkiye, hatta dünya takımıdır. Çünkü, daha önce de söylediğimiz gibi o, Trabzonspor’dan çok daha fazlasıdır.
Abdullah Avcı, “iyi ki Trabzonspor var” dedirtmek istiyoruz demişti maçların sonlarındaki röportajlarında.
İyi ki Trabzonspor var ve iyi ki ben onun gururlu bir taraftarıyım...
Prof. Dr. Seyfullah KARA