Reklam

BİR ÇOCUKLUK KAHRAMANI DAHA GİTTİ

Adına televizyon denilen sihirli kara kutuyla ilkokula giderken ancak tanışabilmiş kuşağa sinemanın neler ifade ettiğini, ne manaya geldiğini layıkıyla anlatabilmek ne mümkün…

BİR ÇOCUKLUK KAHRAMANI DAHA GİTTİ

Adına televizyon denilen sihirli kara kutuyla ilkokula giderken ancak tanışabilmiş kuşağa sinemanın neler ifade ettiğini, ne manaya geldiğini layıkıyla anlatabilmek ne mümkün…

BİR ÇOCUKLUK KAHRAMANI DAHA GİTTİ
28 Haziran 2022 - 12:23

KALECİNİN SEYİR DEFTERİ

Hafta sonlarını sevgili yolunu hasretle gözleyen genç aşıklar gibi beklerdik çünkü bir aksilik çıkmadıkça mutlaka sinemaya gidilirdi…
Maaile sinema salonuna gidildiğinde yerli yapımlar tercih edilirken kendi başımıza yahut abimizle birlikteysek çoğunlukla yabancı filmlerde karar kılardık…
İşte o ecnebi kovboy-ajan-savaş-macera filmlerden büyük keyif aldığımız çocukluk yıllarımızda nadiren izlediğimiz bir kaç Türk aktörü arasında Cüneyt Arkın’da vardı…
Diğerleri Kartal Tibet (Karaoğlan-Tarkan) ve Yılmaz Güney’di (Umut-Acı-Ağıt.) Sanatına saygı duysakta, her kadar ortada ağır tahrik varsada Güney’i gerçek yaşamda savcıyı vurduktan sonra izlemeyi bırakmıştık
Doktorun Battal Gazi, Malkoçoğlu olup küffarı diz getirişini, kale surlarından atlayarak ata binişini, her kızı kendine aşık edişini heyecanla takip ettiğimiz seneler inanın güzel senelerdi…
Hoş, Battal Gazi’yi de Bizans askerlerinden kaçarken önüne çıkan salıncağı geriye doğru itip 5-6’sını yere serdiğini görünce izlemekten vazgeçmiş; Dünyayı Kurtaran Adam’da pençeleriyle uzaylılara direndiğini görünce filmin sonunu getirememiş; ayakta öldüğü filme “Yuh artık!” diyerek tepki vermiştik ama olacak o kadar!
Öte yandan yabancı kovboy filmlerini severken vahşi kızılderililer yenildikçe aldığımız haz da artardı. Ne zaman ki okumanın güzelliğiyle tanışıp asıl vahşinin beyaz adam olduğunun farkına vardık; haliyle onlarda sarmamaya başladı…
Nedense sürekli dünyayı kurtaran James Bond(Sean Connery) kalbimizdeki müstesna yerini hep korudu…
Cüneyt Arkın’ın James Dean’le aşık atacak yakışıklılığına rağmen romantik filmlerden vazgeçmesini bir türlü anlayamamıştık. Üstelik de avantür filmlerini beğendiğimiz halde…
Öte yandan buzdolabını tekmelediği reklam filmini de asla unutmadık! Sahi, neden buzdolabına uçarak tekme vurmuştu? Muhtemelen dolgun bir meblağ teklif edilince geri çevirememişti…
Belki aklımızda yanlış kalmıştır lâkin bir dönem alkole fazlasıyla düşkündü galiba. Öyle bir değere bunu yakıştıramazken karısının ona bıkıp usanmadan verdiği desteğiyse takdirle karşılardık
Yılmaz Güney’den alınıp verilen ödülü kabul etmeyişi, Tarık Akan’a ambargo uygulanan dönemde onunla kamera önüne geçişi ise ayakta alkışlansa az gelir…
Velhasılı çocukluk dönemimizin önemli bir figürü 85'ine 2 ay kala Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hakkında pek az şey bilmemize, Türk sineması ilgi alanımıza girmemesine karşın onu severdik, sayardık, kısıtlı imkanlarla bir şeyler üretme çabasına saygı duyardık. Huzur içinde uyusun…
Ömer Hayyam ne diyordu;
Ey kör, bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!

Bu haber 358 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum