Reklam

“Bizim Çocuklar” farklı kaybetti – Cemal Yılmaz 'ın yazısı...

Dün gece Dünya Kupası Avrupa Elemeleri grup maçında Türkiye Ulusal Futbol takımı Hollanda ile karşılaştı. Amsterdam kentindeki Johan Cruyf Arena’da oynanan karşılaşma Hollanda’nın 6-1’lik üstünlüğü ile sonuçlandı. Karşılaşmanın sona ermesinin ardından yazılı ve görsel medyada 6 gollük mağlubiyet çokça konuşuldu, konuşulmaya da devam edecek gibi görünüyor

“Bizim Çocuklar” farklı kaybetti – Cemal Yılmaz 'ın yazısı...

Dün gece Dünya Kupası Avrupa Elemeleri grup maçında Türkiye Ulusal Futbol takımı Hollanda ile karşılaştı. Amsterdam kentindeki Johan Cruyf Arena’da oynanan karşılaşma Hollanda’nın 6-1’lik üstünlüğü ile sonuçlandı. Karşılaşmanın sona ermesinin ardından yazılı ve görsel medyada 6 gollük mağlubiyet çokça konuşuldu, konuşulmaya da devam edecek gibi görünüyor

“Bizim Çocuklar” farklı kaybetti – Cemal Yılmaz 'ın yazısı...
08 Eylül 2021 - 10:53

Futbol kamuoyunu yakından takip edenler kaybedilen bir maçın ardından antrenörün oyun planına ve oyuncu tercihlerine yahut tek tek futbolcuların performansına yapılan olumsuz eleştirilere aşinadırlar. Şüphesiz ki bu maç hakkında yapılacak değerlendirmelerin önemli bir kısmı da bu eksende yapılacaktır. Ancak belki 6 gollük bir mağlubiyet olmasından belki de söz konusu olan ulusal takım olduğundan parça bütün ilişkisini kurup lafı Türkiye’de futbolun düzenine getirenler hiç de az değil. Bu kapı madem bir kez daha aralandı, biz de fırsat bu fırsat içeriye girmemezlik yapmayalım.

Avrupa Futbol Şampiyonası ve Dünya Kupası… Ulusal takımlar düzeyinde düzenlenen en büyük futbol organizasyonları. Dünya Kupası 1930, Avrupa Futbol Şampiyonası ise 1960’tan beri her dört yılda bir oynanıyor. Yani anlayacağınız takvimler çift sayılı bir yılı gösterdiği zaman bilin ki bu iki büyük turnuvadan biri oynanacak. Yüz milyonlarca futbolseverin ilgisine mazhar olan bu organizasyonlarda yer almak da hâliyle oldukça kıymet verilen bir yerde duruyor. Hollanda maçının ardından koparılan tantana da aslında biraz bununla ilgili. Türkiye ulusal futbol takımı 2022’de düzenlenecek Dünya Kupası’na katılmak için önemli bir avantajını kaybetti. Hâliyle takımın antrenörü ve futbolcuları da olumsuz eleştirilerin odağı oldular.

“Bizim Çocuklar” nasıl başladı

Biz hikâyeyi biraz geri saralım. Pandemiden dolayı bir sene gecikmeli olarak olarak oynanan EURO 2020 öncesinde futbol kamuoyu pek çok milliyetçi hamasi söylemin yanı sıra ulusal futbol takımına “Bizim Çocuklar” diye seslenmeyi uygun buldu. Ülke içerisinde özellikle Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş arasındaki yerel rekabetin sürekli yeniden üretilebilmesi üzerine inşa edilmiş bir futbol ekonomisi olmasından kaynaklı futbolseverlerin destekledikleri futbol kulüplerine duydukları aidiyeti ulusal takımla kurmadıklarını söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Biraz da bu noksanlığı örtsün diye seçilen bir kampanya sloganı aslında bizim çocuklar.

“Bizim Çocuklar” Avrupa Futbol Şampiyonası Eleme gruplarını son Dünya Kupası Şampiyonu Fransa’nın önünde birinci bitirerek turnuvaya katılmaya hak kazanmıştı. Bu saha sonuçları da turnuva öncesi beklentiyi yükseltmiş futbol kalesini savunmak bir anda “vatanı savunmak”, rakibe atılacak gol “Türk’ün gücünü dünyaya göstermek” oluvermişti. Ancak sonunda vatan savunulamamış, Türk’ün gücü dünyaya gösterilememiş oldu ve turnuvadaki tüm maçlar kaybedildi.

Katı olan her şey buharlaşıyor, futbol da

Endüstriyelleşen ve küreselleşmenin de etkisiyle daha hızlı bir şekilde tekelleşen futbol masumiyetini çoktan yitirdi. Futbol bugün insan bedenini iyi eden zihinsel ve fiziksel bir aktivite olmaktan öte bir yerde duruyor. Hatta daha çok yüz milyonlarca insanı müşterisi yapmış milyarlarca dolarlık bir sektör olduğunu söyleyebiliriz. Ancak düzene rıza üreten bir yanı olmakla birlikte yaşamın kendisi gibi itirazı ve alternatifi de her şeye rağmen bağrında taşıdığını düşündüğümü de eklemek isterim. Şaşmaz pusulamız zıtların birliği…

Futbol doğası gereği rekabete dayalı ve oyunun sonunda bir kazanan bir de kaybeden oluyor. Çokça karıştırılmasına karşın kazanmaya ve kaybetmeye verdiğimiz ehemmiyetin ise futbol ile bir ilgisi yok. Bu durumun daha çok böylesi bir rekabetten beslenen futbol endüstrisiyle ilgisi var. Kazanmanın ve kaybetmenin bu denli önemli görülmesi futbol iklimini oldukça kirletiyor; bizleri bir sporcudan yahut spor izleyicisinden çıkarıyor. Kulüp taraftarları kulüplerinin maç ve şampiyonluk kazanmak için daha fazla harcamasını isteyen zombilere dönüşürken kulüpler de taraftarların üzerine her geçen gün yenisini buldukları pazarlama stratejilerini boca edip onları müşterisi yapıveriyor. Sıra ulusal takımlara ve uluslararası maçlara geldiğinde ise milliyetçiliğin en kaba en yoz biçimleri kendini üretip var edebilecek bir yaşam sahası buluveriyor.

Türkiye Ulusal Futbol Takımı: “Milli” Balonlarımızdan Yalnızca Biri

Milliyetçiliğin en kaba ve en yoz biçiminin üreyip yaşadığı bir havza olan ulusal takım maçlarında da kazanmak ve kaybetmek meselesi buradan kuruluyor. Maçlar savaş, futbolcular asker olarak görülüyor. Bir ulus için bir savaşı kaybetmek ne kadar kötü bir durumsa bir maçı kaybetmek de öyle oluyor. Benzer şekilde kazanmak da. Maç kazanan ulusal takım göklere çıkarılıyor; futbolcular vatan kahramanı, antrenör de muzaffer bir komutan kimliğini kazanıyor. Muzaffer bir komutan olmakla kellesi istenen bir haine dönüşmek arasında ise yalnızca 90 dakika var. Kaybedilen savaşın diyetini ödemek de futbolcu ve antrenörlere düşüyor. Antrenör tercihleri ve futbolcu performansları daha maçın oynandığı anlarda sosyal medyada eleştirilere muhatap olmaya başlıyor. Ancak kimi zaman vaziyet bu yüzeysellikte açıklanamıyor bazı “derin” sorgulamalar yaşanıyor. Altyapıdan yahut bir futbol ekolüne sahip olamamaktan dem vuruluyor. Sözüm ona bir futbol ekolüne sahip olan ülkelerin sermayenin yığılı olduğu ve hâliyle yayın geliri, sponsor gibi kalemlerde muadillerine kıyasla avantajlara sahip olan ülkeler olması da sıklıkla göz ardı ediliyor.

Hollanda Türkiye maçı da 6-1’lik skoruyla bu gibi lafızları sırasıyla tüketmeyi hak eden bir maç oldu. Kısa bir süre önce aynı oyuncu grubu ve aynı antrenörle aynı rakibe karşı kazanılan 4-2’lik bir galibiyet, şimdi ise böylesi farklı bir mağlubiyet. İlânihaye bu bir oyun, kazanmak da var kaybetmek de var; her türlü skor oyuna dair teknik ve taktik detaylara içkin deyip geçiyorsanız amenna. Ancak hadi gelin bu sefer de biz elimize bir balta alalım ve kelle avcılığına soyunalım.

Yönetenler için yönetmek öyle zordur ki yönetebilmek için var olan her şeyi de kendi kontrollerinde bir araca dönüştürmek arzusunu taşırlar. Ülkemizde futbolun durumu da esasen bu arzudan azade kılınamamıştır. Ülkemizde futbolu da AKP ve patronlar yönetmektedir. Öyle ki Futbol Federasyonunun bir önceki başkanı AKP’nin yandaş medyasının patronu Yıldırım Demirören, şimdiki başkanı ise AKP’nin neredeyse tüm kamu ihalelerini verip zenginliğine zenginlik kattığı şu meşhur 5’li çetenin en azılılarından Limak’ın patronu Nihat Özdemir. AKP, sermaye ve futbol ilişkisi bu denli açık, bu denli yalın…

KAYNAK

Bu haber 376 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum