Reklam
Reklam

Deliler Tiyatrosu...

Bu yazının başlığı aslında 'Deliler Tiyatrosu' idi. 25 Ocak 2018'de yazıp o haftanın listeleri ile göndermiştim.

Deliler Tiyatrosu...

Bu yazının başlığı aslında 'Deliler Tiyatrosu' idi. 25 Ocak 2018'de yazıp o haftanın listeleri ile göndermiştim.

Deliler Tiyatrosu...
07 Temmuz 2021 - 00:17

Selma Kuşcan 
_________________
 
Geçtiğimiz yaz... Çiftlikte köy tipi bir ofisim var benim. Orada çay - kahve içeriz ziyaretçilerimizle, gelenler bilir... Manisa - Alaşehir'den genç bir kız geldi oraya. İşte sohbet etmek, haddime değil ama benden biraz akıl almak, şu bu... Şu anda da okuyordur eminim bu satırları, darılmaca, gücenmece yok... Yanlışı görmezden gelmek hiçbir işe yaramıyor. Görmek ve düzeltmek gerek. 
 
Genç kızın babası Alaşehir'de çekirdeksiz üzüm üreticisi. O bölgedeki tarımdan konuştuk. Çekirdeksiz üzümde dehşet verici ölçülerde kullanılan tarım ilaçlarından, damla sulama ile verilen glikozdan filan. Babası da aynı şekilde yetiştiriyormuş. Attığı ilaçlardan babanın kendisi de hasta olmuş bu arada. 
 
Dedim ki, "Neden böyle yapıyorsunuz bu tarımı?"; "Bölgenin gerçeği bu..." gibi bir şeyler söyledi. Tam hatırlamıyorum sözcüklerini, yalan da olmasın ama ağırlığı maksimize etmek, üzümün üzerinde böcek lekesi vesaire bırakmamak zorunda oluşlarını anlattı. Halci jargonu ile yazacak olursam, turfanda, yani sentetik olarak glikoz ile tat verilmiş birinci sınıf üzüm hasat etmelerinin gerekliliğini vs. Ürün turfanda girdiğinde fiyat bir misli artar. Olay her yönden paraya bağlanıyor sizin anlayacağınız.
 
Bilmediğim gerçekler değil bu kızın anlattıkları. Şaşırmadım yani fakat bozuldum hafiften. Bilen de bilir beni, dan dun konuşurum çekinmeden. Dedim ki, "Peki bu işin vicdani yönü ne olacak? Neticede çekirdeksiz kuru üzümleri en çok sevenler, tüketenler de ufacık çocuklar... Ben babanı iyi ve iyiyi hak eden biri olarak göremiyorum.". Bu kez de genç kız bozuldu haliyle. Bana söylediği şu oldu, noktasına virgülüne dokunmuyorum: "Benim babam, evet, sağlıksız tarım yapıyor. Bunun nelere sebep olacağını da biliyor ama babam esasında çok iyi bir insandır. Çünkü bunları beni İstanbul'da okutmak için yapıyor.". Dedim ki, "Pes". "Muhakeme bu, izan bu, netice bu.". 
 
Aklı başında bir ülkede ancak kamera şakası olarak sunulabilecek her şeyin bizde tamamen gerçek olması; dahası kanıksanmış olması bir tek bana mı tuhaf geliyor..? 
 
Geçtiğimiz hafta içinde (Ocak 2018) Eğirdir Gölü'ne dair bir belgesel izledim. Dalgıçlar göle dalıyor, çekiyorlar, sümüksü bir madde dibi kaplamış, göldeki yaşamın %80'i yok olmuş, kalan %20 balık ise tutuluyor ve satılıyor. Yeniliyor. Şuursuzluğun çok ötesinde, adeta bir delilik hali... Temel sebep gölün çevresinde yapılan elma yetiştiriciliği. Daha doğrusu elma ağaçlarını senede 30 kere ilaçlayan vicdan yoksunu üreticiler. Toprağa sızan ve gölü besleyen yeraltı sularına karışan zehir. İzlerken beynim zonkladı. Daha pamuk yığınlarında uyuyan çocukların zirai ilaçtan ölmeleri mi dersiniz yoksa Fethiye'de portakal ilaçlıyorum derken onkoloji servislerine yığılan çiftçileri mi... Antalya seralarında domates tarımı yapıyorum derken tünelin sonundaki ışığı görenleri mi..? Bunlar son bir haftanın haberleri. 
 
Çiftçi masum değil. Çiftçi ne yaptığını biliyor. Çiftçi bunu zoraki de yapmadı - yapmıyor ve hiç kimse bunu çiftçiye zorla dayatmıyor. Çiftçinin önüne "Vicdan mı yoksa daha çok para mı?" diye bir soru geliyor ve çiftçi ne yaptığının farkında, sonuçlarının gayet farkında seçimini yapıyor. Yeni de değil bu. 1950'den beri...
 
DDT'yi hatırlarsınız. En yoğun uygulandığı bölge Adana idi. DDT - BHS karışımının binlerce tonu uçaklardan atıldı. Arılar, böcekler, fareler, kuşlar... Bu tozlamanın altında hepsi can verdi. Oysa kurdu yiyen böcek, böceği yiyen kuş, böceğin yumurtasını yiyen fare, fareyi yiyen yılan derken müthiş bir ekolojik denge sürüyordu. Toprak çok bereketli idi. İlaca ihtiyaç olduğuna dair hiçbir emare de yoktu. Aç gözlülük ile, "daha çok ve daha çok" hırsı ile hepsi alt üst oldu. 
 
Aynısı Karadeniz'de oldu. Karadeniz halkı önceleri devletin sübvanse ettiği fındık kurdu ilacına itiraz etti. Zirai mücadele memurlarını bahçelere sokmadı. "İlaç atılınca arılar, böcekler, sonra onları yiyenler, her şey ölüyor" dediler. Korkmuşlardı. Sonra desteklemeler, bir yandan Türk fındığına ilgi, bir yandan dışta artan fındık talebi, yükselen fiyatlar filan derken ne olduysa oldu, üreticiler vicdan ve cüzdan arasındaki seçimi kolayca yaptı. Fındık kurdu ilacına - hamuduyla - geçiş yapıldı. 1986'da Çernobil de buna mum dikti ve benim Karadeniz fındığı ile işim o gün bitti. Ne oğlum Can, ne kızım İpek Karadeniz fındığı yemedi. O günden bugüne ilaç kullanımı Karadeniz'de hiç azalmadı. İsmi değişti, formülü değişti fakat ilaçlama aşkı aynı kaldı. Şimdilerde ağaç altlarında round-up kullanılıyor. Toprağı kızartan da odur. Bu paragrafa Karadeniz üreticilerinden birkaç kınama, bir - iki de dava gelecektir, gelsin. (Geldi, beraat, 2020) Tepkiyi doğru yere yöneltmelerini tavsiye ederim. Zehirlenmeyi reddettiğim için suçlu olamam sanıyorum..? 
 
İlaçlama her yerde ve her bölgede devam etti. Ege'de önce tütün ilacı ile başladılar. Tütün bitti. Sonra Söke Ovası'nda pamuk ile start verdiler. Pamuk bitti. Şimdilerde pamuk yerine tamamen GDO'lu mısır kaynıyor bu bölgeler. Yoğurttan süte, bisküviden baklavaya her şeye zerk olup tüketeni hasta ediyor. Fethiye'de, Antalya'da, Mersin'de, Gümüldür ve Seferihisar'da zırıl zırıl narenciye ilaçlaması en vahşi hali ile ilerliyor. Dr. Yavuz Dizdar ve arkadaşlarını zehirleyen portakalın hikayesini okumuşsunuzdur, o durum. 
 
"E ne var? Tarım ilacı her yerde kullanılıyor." diyorlar. Kısmen doğrudur. Örneğin çok verdikleri "Avrupa'da da kullanılıyor." örneği doğrudur. Fakat çok önemli farklar mevcuttur. Tarım ilacı 'poison' kategorisinde Avrupa'da reçete ile verilir. Adam o sene kaç tane marul diktiğini devletin ilgili kurumuna bildirir ve bu bildirim devlet tarafından denetlenir. Sonra devlet bir hesaplama yapar, dikilen marula göre tam ölçüde tarım ilacı reçetesi yazar. Çiftçi ancak bu reçete ile ilacı temin eder ve reçeteye uygun biçimde kullanmak zorundadır. Üzerine fikir yürütmez. Kural ne ise o kurala uyar. 
 
Bizde tarım ilaçlarının ölçüsü Türk çiftçisine emanet. 100 litre suya 10 gram atılacak diyelim. 10 gram bizim çiftçinin gözüne elbette az görünüyor. Bakıyor ilacın bidonu da üç para bir şey... Yallah boca. Hasattan belirli bir süre önce ilacın kesilmesi kuralı, bilmem ne... Onlar Avrupa işi. 
 
DDT böcekler üzerindeki güçlü toksik etkisi ile 1948'de Nobel ödülü aldı. Hayvanlar için son derece tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirini bozduğu anlaşılınca da 1970'lerde yasaklandı. Yasaklanışından 10 sene sonra nihayet bizim de aklımız başımıza geldi ve bizde de yasaklandı. Ancak kasabalara DDT'nin yasaklandığı haberi gelince zirai ilaççılarda ne kadar DDT varsa çiftçi bunun tamamını topladı. Üçer senelik daha stok yapıldı. Hala daha merdiven altı ya da benzer formüller ile üretimi devam ediyor. Topraktan derelere, oradan nehirlere, sonra da denizlere karışıyor. Denizde tutulmuş balıkta DDT izi çıkıyor. 
 
Pamuğa zehir giriyor. Atlet, tulum, iç çamaşırı, gömlek giyiyoruz biz, zehirleniyoruz. Tahıla zehir giriyor, ekmek olarak sofraya geliyor, zehirleniyoruz. Meyveye atılıyor, sebzeye atılıyor, yetmiyor bu ürünler parafinleniyor, azotlanıyor, klimalardan üzerlerine mantar ilacı atılıyor. Şaka gibi. Zehirleniyoruz. İşler çığırından fazlası ile çıktı ki artık herkesçe bilinsin, yüksek sesle konuşulsun isterim. Devletin regülasyonlarını, üreticinin vicdan kıstaslarını filan beklemekle bu iş olmuyor. Bir şeyin pazarda talebi varsa buna ne devlet, ne de vicdan engel olabiliyor. Sistemin temelinde tüketicinin, yani "parayı verenin" talebi yatıyor. 
 
Böceğin hasar vermediği pırıl pırıl yeşillikler, bir koca torbada bir tanesine bile kurt girmemiş elmalar, sineksiz marullar, asla böceklenmeyen pirinçler, unlar ve bakliyatlar tercih etmenin mantıki sonucu böcek ilacı yemeyi tercih etmek demektir. Kural bu kadar basittir. Marulun arasından çıkan salyangozu güzel bir anı ile bahçeye bırakır, sineklenmiş brokoliyi akan suyun altında kırk saniyede temizlersiniz fakat tarım ilacını temizleyemezsiniz. Bedeninize girer, birikir, birikir, bir sınırı aşar ve bedeniniz artık bunu kaldırmaz hale gelir. Kolon CA ve özellikle löseminin etkin sebebi tarım ilacı kalıntısıdır. Düşünerek, gerçekten çok düşünerek atın adımlarınızı. Her şeyi sorun, sorgulayın, araştırın, anlatılanlar ile yetinmeyip kendi doğrunuzu bulun ve paylaşın.

Bu haber 401 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum