Reklam

ESKİ YILLAR DA YAŞAM ÇOK ZORDU AMA...

Eski günleri hatırladım yine, bir kış günü, hava soğuk, dışarıda kar... Ama mutfaktaki kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa...

ESKİ YILLAR DA YAŞAM ÇOK ZORDU AMA...

Eski günleri hatırladım yine, bir kış günü, hava soğuk, dışarıda kar... Ama mutfaktaki kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa...

ESKİ YILLAR DA YAŞAM ÇOK ZORDU AMA...
13 Haziran 2020 - 15:46

Maşanın üzerinde de ekmek dilimlerimiz. O kızarmış ekmek kokusu halen hatırlarım, o mangallar, bacaklarımızın arasında, ders çalıştığımız geceleri..
Sucuk salam pastırma bizim için çok lükstü, alamazdık… O eski rafadan köy yumurtasının aromatik lezzetini tatmamış, bir kez olsun kümesten piknikten taze yumurta almamış, bir kez olsun mutfağı kaplayan, o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoranlarında, devamlı hamburger yiyen çocuklar için biz ne kadar yaşlıyız, değil mi ?
Dışarıda çok soğuk olurdu, ama evimizin içinde sıcaklık, kanaat ve huzur vardı. Şimdiki gibi bir aylık hava tahminleri, falan yoktu. O beyaz karın ani gelişi sürpriz olurdu. Ama ülke olarak krize filan girmezdik. Her zaman, odun, kabuk gibi yakacak bir şeyler az çok olurdu. Ve kuzine hem ısıtır hem de pişirirdi... Bize kalan kışın ve karın, kartopunun tadını çıkarmaktı...
Elektrikler çok sık ve uzun saatler kesilirdi. Hiç isyan etmezdik. Mumumuz, gaz lambamız, lüküs lambamız vardı. Televizyon hiç yoktu. Radyoda cızırtılı ve parazitliydi. Dergi, gazete de her zaman bulunmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz kolayca bozulmazdı hiç.. Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna mest olurduk.
Patates, kestane közlemek büsbütün bir gecenin mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar merakla dinlerdik... Birçoğu yabancı dizileri taklit eden o çakma televizyon dizilerin ve filmlerin yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası ile kitap ile tommiks, teksas, zagor, cep fotoromanla yaşardık...
Bugünün dünyasında lezzet bir tarafa, o mis gibi kokulara da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi? Çifte fırında, İspirlide ekmeklerimiz el değerek daha doğal üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği çeşitliği, sıcaklığı, samimiyeti yetiyordu. Paran yoksa “yaz deftere, alırsın seneye “ vardı… Türban krizi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi, kuraklıklar, HES’ler... Kimin umurunda... O eski yıllarda ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini yakalayıp, çiziyorduk...
Oktay Akbal "Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey.." demişti… Yaşadığımız sefaleti ,erozyonu bundan daha güzel anlatacak bir söz olabilir mi?.. “Önce ekmekler bozuldu!” Sonra? Domatesin, maydanozun kokusu bozuldu.. Komşuluk ilişkileri, dostluklar, arkadaşlıklar, ahbaplıklar, akrabalıklar bozuldu. Huyumuz bozuldu, suyumuz bozuldu. Kişiliğimiz bozuldu. Herkesi bir köşe dönme hırsı sardı… Sonra?
Mimarimiz bozuldu, şehirlerimiz bozuldu. Artık, bastın mı, “elektronik kuş sesi” çıkaran “kapı zillerimiz var! Balkon demirleri süslü, kiremit çatılı; ahşap kapıları tokmakla çalınan, güzelim eski evlerimizi birer birer yok edip, yerine kişiliksiz beton yığınları diktik! O çok katlı beton yığınlarında birbirine selam vermeden ve tanımadan yaşayan, mutsuz ve yalnız kitleler olduk, Sonra? Denizin kokusu, havanın kokusu bozuldu. Gökyüzünün rengi bozuldu. Etimiz bozuldu, sütümüz bozuldu. Önce müzik zevkimiz, sonra bütün zevklerimiz bozuldu!
Artık evlerimizde ahşap mobilya kullanmıyoruz. Elbise dolabımız “sunta”, koltuğumuz, penceremiz, her şeyimiz “plastik ve naylon ”!.. O ince kâğıt gibi gül desenli porselen tabaklarımız da yok artık. Önce melamin’e, plastik’e döndük, sonra cam’a ! Dolmakalem yok artık. Önce tükenmez’e döndük, şimdi ise “pirintır”a!.. Postacı, sadece “üzeri el yazılı zarf” değil, “print edilmiş fatura” vermek için çalıyor kapımızı! Yılbaşı kartları, bayram tebrikleri de satılmıyor artık postane önlerinde. Birbirimizin yeni yılını, bayramını, “biiipbip”li cep telefonla mesajla kutluyoruz! Siyah-beyaz fotoğraf da yok artık. Önce renkliye döndük, sonra dijitale! “Bak bir şuraya!..” deyip, cebimizden fotoğraf çekiyoruz! “Elektriğe” fotoğraf kaydediyoruz, “suya yazı yazar” gibi! Sonra unutup, siliyoruz, gidiyor. O sararmış fotoğrafları muhafaza eden aile albümleri kalmadı! Ne hayat ama!..
Herkesin artık nasıl, bir “vatandaşlık numarası” varsa, müptelası olduğu bir de “TV dizisi” var. TV’lerde her gün 12 saat; cırlayan, hanımefendileri ise “zevkle” izliyoruz! “Modern toplum” olduk Süpermarketlerin ilaçlı, ambalajlı, “özenle hazırlanmış” gıdalarını tüketiyoruz artık.. “Ev yemeği” diye bir şey kalmadı! Ev turşusu, ev reçeli, ev sucuğu da kalmadı. Kahvaltımız tost, öğle yemeğimiz ise hamburger! On sekizin altındakilerin yarısı, yahninin, kuru fasulyenin, etli lahana sarmasının, içli hamsinin, keşkeğin, tadını bilmiyor, çorba içmiyor!.. Turşu dendiğinde hamburgercideki hazır sanayi turşusunu biliyor, Ne hayat ama!..
Şimdi kaldırımlarda, çarpışarak yürüyoruz artık! "Acelemiz var, bir yerlere yetişmemiz lazım, bizim" çünkü ondan!.. Otomobil sayısı, insan sayısına yaklaştı. Şehrin gürültüsü, ambulans sesleri, sabaha kadar aralıksız sürüyor. Gürültü çıkarmadan yaşayamaz olduk artık. Gürültümüzden şikâyet eden komşumuzu ise, “pompalı” ile vurup “susturuyoruz” zaten! “Ne oluyor bize?” diyen yok. “Nedir, bu delicesine koşturma! Nedir bu tüketim aşkı, hop biraz yavaşlayın! ” diyen de yok.

Bu haber 1769 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum