Dr. Haluk Nurbaki : Oruç


Muhterem Kardeşlerim. Bugün orucu konuşacağız. Oruç biliyorsunuz bir dini ibadettir. Ve genelde Ramazan ayına mahsus olmak üzere, bir aylık bir süre içerisinde muntazam yapılan bir ibadettir. Ancak bunun dışında da ister sağlık nedeniyle Ramazan’da tutamadığı zaman borçlarını olsun, oldukça adet olmuştur herhangi bir niyet, adak şeklinde oruçlar olsun tek tek de oruçlar vardır.

Bunları etraflı şekilde konuşacağız. Şimdi oruç biliyorsunuz eskiden beri daha çok ruhsal olarak insanı yücelten bir ibadet olarak tanınmış ve böyledir de nitekim. Yani orucun bir nevi sabır sporu yapmak veyahut da açın halinden anlamak gibi tamamen psikolojik yanları üzerinde durulmuştur. Bundan dolayı da orucu güçlü kuvvetli, çok sağlıklı insanların tutarak bunu başarabilecekleri inanılmıştır.

Hâlbuki son yıllarda insan biyolojisi, çok iyi tetkik edildikten sonra, özellikle bazı hastalıkların vücutta yaptığı zehirsel birikimlerin atılması konusunda çalışmalar ilerledikçe, orucun akıl almaz bir şekilde insan sağlığına iyi geldiği ortaya çıkmıştır. Hatta oruç benzeri tatbikatları, batıda birçok hastanelerde böyle kronik eskimiş hastalar için uygulamaktadırlar.

Şimdi biz orucu, bu mânâsıyla önce ele almak istiyoruz. Yani insan bedenine, insanın vücuduna doğrudan doğruya orucun sağladığı maddesel faydaları dile getirmek istiyorum. Orucun sağladığı maddesel etkileri üç-dört grupta tetkik edebiliriz.

Bunlardan bir tanesi, sindirim sistemi üzerinde sağladığı güzel etkiler, sağlık etkileri. Oruç tutan bir insanın sindirim sistemi ortalama olarak mesela onsekiz saatlik bir orucu göz önüne alırsak bir yaz orucunu göz önüne alırsak, insanın sindirim sistemi ancak bunun altı saatini veya sekiz saatini istirahatta geçirebilir. Çünkü sindirim sistemi biz yemek yedikten sonra bir müddet daha çalışmaya devam edecektir. Bir insan hiç oruç tutmamışsa, sindirim sistemi hiç kesiksiz çalışır. Mide de dâhil olmak üzere bütün sindirim sistemi kesiksiz çalışır. Bu kesiksiz çalışma elbette ki bütün organlarda olduğu gibi sindirim sistemi üzerinde de birçok olumsuz etkiler meydana getirir.

Bu olumsuz etkilerin bir kısmı bir tarz hücre vardiyası gibi aksamalarla vücut tarafından tedavi edilir. Yıpranmış hücreler ölmüş sıyrıntı şeklinde bir hazım sistemindeki iç derinin eskimesi halinde bunların tamiratı gibi fevkalade zor şartlar altında bunlar onarılır. Bu onarım işi oruçta bulunmaz bir fırsattır. Bir insan oruç tuttuğu zaman ağızdan başlayarak ta bağırsakların dış kısmına kadar bütün sindirim kanalı, iç derisini hatta onun altında korunmaz sisteminin bölgelerini revizyona tabi tutar.

Böyle bir fırsat ancak oruçta vardır. Biraz önce söylediğim gibi oruç saatinin ancak üçte birine, yarısına yakın bir zaman sindirim sistemi dinlenebilmektedir. Ama tamirat için bu çok yeterlidir. Çünkü muhtelif insan vücudunun tamir olma, onarılma işlemleri içerisinde en hızlı onarılan sindirim sisteminin iç derisidir.

Mesela ağızdaki bir yırtık, yemek borusundaki bir çizik, yutaktaki bir aşınma yine bağırsaklarda ve midedeki bir aşınma en çok altı saat zarfında tamir edilmektedir. Demek ki bu fırsatı oruçta rahatlıkla sindirim istemi bulabilir. Bu bulduğu fırsat içerisinde bu tamiratı yaparken eğer tamirata ihtiyaç yoksa, çok büyük ölçüde bir dinlenme imkanı sağlamaktadır.

Özellikle mide, salgılarını keserek dinlenme avantajına sahiptir ki, bu on iki ay içerisinde bu bir ay böyle bir avantaja sahip olan midenin, ciddi bir dinlenme fazı geçirdiğini hiç unutmamak lazım gelir. Asıl oruçtan büyük ikramiyeyi karaciğer alır.

Çünkü karaciğer, insan vücudunda birbirinden farklı on altı görev gören, on altı grup görev gören bir organdır. Ve vücudun tam manasıyla kimya fabrikası merkezidir. Vücudumuzda ne kadar besin depo edilecekse, hangileri yanacaksa, hangi besinler hangi besinlerle birleştirilecekse bunları sağlayan karaciğerdir. Hasta olduğumuz zaman mikroplara karşı antikor dediğimiz birtakım mikrop öldürücü maddeyi hazırlayan karaciğerdir.

Kemik iliğinde kan hücrelerinin yapılması için lazım olan, globülin dediğimiz birtakım özel amino asitlerinin zincirlerini hazırlayan karaciğerdir. Vücuda giren herhangi bir zehirin zehirsizleşme olayını sağlayan karaciğerdir. Bütün ömrü boyunca salgı bezlerimize gidecek çok önemli maddeleri, besinlerden alamadığımız B12 gibi birtakım maddeleri yapan karaciğerdir.

Demek ki kesiksiz kimya üreten bir fabrikadır. Elbette ki böyle bir fabrikanın da yılda bir ay bir revizyona ihtiyacı vardır. Karaciğer, bu amansız çabası, kesiksiz yorgunluğu arasında oruçlu bir insanda bazı salgı maddeleri bakımından on saat, bazı çalışma ürünleri bakımından da dört saat veya üç saat dinlenme şansına sahip olur. Bu dinlenme olayı, karaciğer üzerine o kadar olumlu etki yapar ki bir aylık oruçtan sonra karaciğerinde ve safra yollarında ufak tefek rahatsızlık olanlar ki bunları özellikle gazlanma, şişkinlik şeklinde insan hisseder.

Yani ciddi bir rahatsızlık olmayarak ufak tefek aksaklıkları olan, yorgunlukları olan insanlar Ramazan’ın sonunda mutlaka rahatladıklarını adeta karaciğerlerinin çok iyi bir bakımdan geçtiğini hisseder. Ben bunu daima yarı mecazi bir şekilde ifade ederim ki pek gerçek payı olan bir benzetmedir. Ramazan’ın yaklaşmasına karaciğer hücreleri adeta dört gözle intizar eder. Onu beklerler. Eğer tabiri caizse karaciğer hücreleri, Ramazan yaklaştıkça yoruldukça birbirlerine telefon açıp, Ramazan ne zaman geliyor diye sevinçle onu beklerler.

Hani biz bazen Ramazan yaklaştıkça, eyvah yine oruç geliyor diyenlerimiz vardır. O karaciğer hücreleri için de bu tam tersinedir “Ah! Ramazan bir gelse de bir dinlensek soluk alsak” diye on iki ay kesiksiz çalışan bu hücreler, insan vücudunun en önemli organı hüviyetini taşıyan karaciğerin sırf karaciğerin bakımı açısından, sırf karaciğerin dinlenmesi açısından bir insanın oruç tutması tasavvur edilemeyecek bir kıymettir. Özellikle karaciğerine karşı saygılı olmayanlar ara sıra içki kaçıranlar, abur cubur yiyip devamlı şişkinlik halinde bulunanlar için, oruç onlar için ilâhi bir emir olma yüceliğinin daha da ötesinde zarurettir. Bir nevi hayatları için zorunlu bir başvuru çaresidir.

Çoğu kimse işte böyle dini ilkelere karşı biraz daha laubali olan bilhassa içki içenleri kast ediyorum, çok iyi bilmeli ki, hayatlarını kurtaracak oruçtur. Bu dinlenme fazı sırasında elbette yalnız karaciğerden ibaret kalmıyor olay özellikle dolaşım sistemine yansıyor orucun şeyleri harika nimetleri. Bakınız dolaşım sisteminde neler olduğunu bir özetleyelim.

Sonra hepsini beraber bir toparlayacağız. Şimdi kalbin çalışması sırasında normal beslenmemiz halinde, belli bir tempoyla, belli bir kilodaki insana daha fazla olmak üzere, daha zayıflara daha az olmak üzere kalp kasları böyle yorgun sıkıntıyla yorularak kan basmaktadır. Ve bu bastığı kanın hacmi yani miktarı kalbin kaslarının basması açısından olsun kalbin genelde iş yapma açısından olsun çok önemlidir.

Hâlbuki oruçlu insanlarda bilhassa öğleden sonra ikindiye doğru kan hacmi azalır. Yani sıvı kaybı olduğu için diyelim ki beş litre kanı varsa Bunu üç litresi dört litresi sıvı kaybından pardon üç-dört yüz gramı sıvı kaybı nedeniyle azalır. Azaldığı zaman kalbin kanı basmasında bir rahatlama olur. Yani bir dinlenme fazı olur. Bu dinlenme fazı, böbreklere de yansır.

Çünkü böbrekler de devamlı surette besin artıklarını süze süze yorulmaktadırlar. Ve yirmi dört saat kesiksiz çalışmaktadırlar. Bu çalışma sırasında, oruç nedeniyle ara verilen sürede onsekiz saatlik bir oruçta en az altı saat sekiz saat kanda artık yakılacak süzülecek maddeler fevkalade asgariye iner yani en alt düzeye iner.

Böylelikle böbrekler de geniş faaliyetlerini rölantiye almış olurlar. Çok yavaşlatmış olurlar. Böbreklerdeki bu rölantiyle vücudun sıvı kaybetmesinden doğan kalbin rahatlaması, ikisi bir araya geldiği zaman dolaşım sistemi üzerinde yani kalp üzerinde fevkalade olumlu bir etki yapar. Bu olumlu etkinin ilk göze çarpan yanı küçük tansiyonun düşmesidir.

Oruçluyken bilhassa iftara üç-dört saat kala küçük tansiyonda bariz bir düşme görülür. Anormal bir düşme değil bariz bir düşme görülür ki çünkü küçük tansiyon, kanın dokunun ve doklarda sıvının kalbe karşı icra ettiği bir baskıdır. Bu baskının azalması demek kalbin karşısında atarken, kanı sıkarken kalbin karşısındaki direncin azalması demektir ki bu direncin azalması kalp açısından fevkalade önemlidir. Nitekim çağımızda dikkat ediniz bakınız insan sağlığı iki önemli noktada devamlı surette bozulmakta ve insanlar bu iki önemli noktanın çarelerini aramaktadırlar.

Bunlardan bir tanesi kan basıncının özellikle küçük tansiyon dediğimiz minimal açısından yükselmesi, ikincisi de karaciğerin çalışmasının yorgunluğunun bir sonucu telakki edilebilecek kandaki birtakım maddelerin birikmesidir. Yüksek seviyede kalmasıdır ki bunlar lipit, kolesterol dediğimiz yağ artıklarıdır.

Kimin elinde bir laboratuar kağıdı görüyorsanız mutlaka karaciğer testleri açısından veyahut da kandaki yağlı maddelerin artıkları ne seviyededir diye bunları araştırmaktadır. Bu iki madde bugün damar içinde daralma yaparak, insanın yaşlanıp ölmesine sebep olan hadiseler olarak kabul edilmektedir. Küçük tansiyonun da yüksekte kalması ve bu yüksekliğinin de kolay kolay tedavi ve ilaçlarla düşmemesi de kalp için fevkalade önemli bir kötü şanstır. Yani kalbin eskimesi, yıpranması, bir an önce vazife dışı kalmasının yorgun kalmasının en büyük sebebi küçük tansiyonun yüksek olmasıdır.

Demek ki oruç farkına varsak da varmasak da bu iki önemli insan sağlını tehdit eden bu iki önemli noktada bize çok ciddi bir yardımcıdır. Yani bir, küçük tansiyonu düşürerek ikincisi de, karaciğeri dinlendirerek insan vücudundaki çok önemli yıpranma faktörlerini ortadan kaldırmaktadır. Biraz önce söylediğim gibi onun için eskimiş hastalıkları tedavi eden birçok hastanelerde batıda oruç benzeri rejimler tatbik edilmektedir. Minimal tansiyonu küçük tansiyonu düşürmesi için kan kimyasında birtakım maddeleri asgari düzeye en az düzeye indirmesi için. Şimdi bakınız bir insan oruçken kanındaki besin artıkları ne oluyor, diye düşünürseniz, çok enteresan bir sonuçla sonuçlanıyor.

Şimdi kanımızda bilhassa yağ besinin artıkları yüksek seviyede kaldıkça damarların içerisinde sertleştirici faktör olarak onu adeta bir tarz iç cidarından kalın bir yağ tabakasıyla kalınlaştıra kalınlaştıra daraltır. Ve damar sertliğinin ana nüvesini teşkil eder. Oruç olan bir kimse iftara yakın iki saat içerisinde kandaki besin değerleri düştüğü için, besin fevkalade azaldığı için, ne kadar artık madde varsa hemen hemen hepsini yakmak zorunda kalır.

Böylece kanın içerisinde birikmiş bir türlü yakılamayan, yakılamadığı için damarlarda birikinti yapan maddelerin tümü yakılmış olur ki iftar saati geldiği zaman kan kimyası açısından tamamen ancak hayatı sağlayabilecek miktarda besin maddeleri kalmış diğerlerinin hepsi yakılmış, yok edilmiştir. Burada çok önemli bir sorun, iftardan sonra bu maddeler çıkmaz mı, sorunudur.

Mesele bu maddelerin iftardan sonra çıkması sorunun değildir, çünkü ertesi gün onlar da belli bir düzey içerisinde kolayca yakılacaktır. Önemli olan bir ay müddetle orucun sürekliliğinin sağladığı disiplinli rejimdir. Yani bir insan benim kanımdaki artıklar yansın diye iki gün üç gün oruç tutmuş olsa bu kan artıklarını yakma fırsatını bulamaz.

Çünkü bu bir aylık bir süre içerisinde her gün yaka yaka, yaka yaka damarlara bir tarz rahatlık vermesi söz konusudur. Yine orucun enteresan bir yanı, oruç takvimi kameri takvim olduğu için yani aya tabi takvim olduğu için oruç devamlı surette sene içerisinde döner. Yani yalnız kışın, yalnız yazın tutulmaz.

On gün öne ala, on gün öne ala, bu kameri takvimin özelliğidir. Bir yılın her gününde aşağı yukarı ömür boyunca bir gün işte temmuzda bir başka sene nisanda ağustosta işte her birisinden tuta tuta, uzun günde, kısa günde, soğuk günde, sıcak günde, oruç tuta tuta bir nevî vücudun her türlü iklim altında her türlü iklim şartları altında ve farklı beslenme sistemleri içerisinde oruçtan istifade sağlanmış olur. Çünkü kış beslenmesi tarzı başkadır, yaz beslenmesi tarzı başkadır. Ve bunların besin artıklarının halledilmesi, karaciğerin bunlara karşı uyguladığı kimyasal formüller de dâhil olmak üzere orucun bu döner sistemi sayesinde her türlü şartta insanın vücudu senede bir ay mutlak bir kimyasal istirahat görmektedir. Şimdi bu kimyasal istirahatın bir üçüncü ve çok önemli yanı da kemik iliği üzerinedir.

Kemik iliğinde kan yapıcı hücrelerin bir kompütur sistemi vardır. Bu kompütur sistemi, vücudun zorunlu hallerine göre ayarlanmıştır yani vücut ne kadar zayıf kalırsa kemik iliğinin çalışması o kadar şiddetlenir. Aksine vücut ne kadar dolarsa, ne kadar besinle dolarsa, hücreler ne kadar gıda fazlalığında bulunursa kemik iliği çalışmasını rölântiye alır. Kan yapma azalır. Onun için böyle şişman, bol beslenen kimselerin kemik ilikleri iyi çalışmaz.

Görünüşlerinin tersine kansızdırlar bunlar. Yine önemli bir faktör kemik iliğinin çalışmasında oksijendir. Yani kemik iliğinin iyi çalışması için bir gıda zorunluluğu olmalı vücutta, gıda açlığı olmalı ikincisi de bol oksijen olmalı. Nitekim çağımızda en önemli faktörlerden bir tanesi gerek kirli hava dolayısıyla, gerekse apartmanda yaşamak yani oksijeni dışarıya nazaran daha az yerlerde soluma zorunluluğu dolayısıyla genellikle kemik iliklerimiz tembeldir.

Hele şehirli insanın kemik iliği mutlaka tembeldir. Eğer o insan odasında bol bitki bulundurarak, büyük yapraklı bitki bulundurarak devamlı oksijeni imal etmiyorsa, nispeten daha iyi demektir ama çoğumuz bunu ihmal ettiğimize göre her fırsat bulduğumuzda çam ağacı bulunan yerlere gitmediğimize göre ki bunları yapmak kemik iliğine az çok kansızlık açısından uyarmaya yardım eder. Gitmediğimize göre apartmanda soluk benizli çocukları görmeye mahkûmuz.

Kendimizin de dermanlıkları, kesiklikleri, gribi bir türlü atlatamamamız hep bu kent biçimi yaşamın doğadan bizi uzaklaştırarak, tabiattan bizi uzaklaştırarak sağlığımız üzerine oynadığı bir handikaptır. Demek ki kemik iliğimiz normal olarak bilhassa kentlerde, hem oksijen azlığı açısından yahut da yeterli doyumlu olmayışı açısından, hem de anormal beslenme, lüzumsuz beslenme yüzünden devamlı surette bir tembellik üzerindedir.

Bir şeyi daha hatırlatma isterim. Kent biçimi yaşamın beslenmesi zaten çok sağlığa ters düşer. Aceleyle yemek yemek, işte bir ara ayaküstü bir sandviç devirip geçmek oradan ondan sonra efendim yemek saatlerini tanzim edemeden dört saatte üç saatte yerine üst üste iki defa birer saat arayla bir şey yemek, mideyi devamlı surette hırpalamak, kanda devamlı surette besin maddelerini bulundurarak kemik iliğinin adeta çalışmasını artık rölantide sırf hayat devam etsin diye böyle bir noktaya getirir. İşte orucun en beklenmedik faydalarından bir tanesi de kemik iliği üzerinedir.

Aşağı yukarı günde dört beş saat hücrelerde büyük bir gıda açlığı olur. Akşam saatlerine yaklaştığı zaman hem kan kimyası açısından hem de hücre kimyası açısından büyük bir besin ihtiyacı doğar. Bu besin ihtiyacının doğması hücrelerin kompütur sisteme kemik iliğinin çalışmasını talep etmek gibi. Bir mesaj göndermesini sağlar. Bu mesajın gönderilmesi olayı otomatikman kemik iliğinin yavaş yavaş eski rölântisini biraz daha hızlandırmaya başlar. Yine şehirde yaşayan bir insanı düşünürsek, oksijeninin tam olmamasına rağmen vücudun devamlı açlığının kamçılaması kemik iliğinin mutlaka çalışma düzenini hızlandırır.

Bu hızlandırma sırasında bir avantaj da dinlenmiş karaciğerin kemik iliğine hazır birtakım globülinlerini, birtakım amino asitlerini rahatlıkla hazırlayıp göndermesidir.şimdi yine kent biçimi yaşamı misal alırsak kent biçimi yaşayan bir kimsenin yanlış beslenmekten doğan, alkol alışkanlıklarından doğan, karaciğerindeki fevkalade yorgun çalışma koşulları içerisindeki kemik iliğinde kan yapımını teşvik edici maddelerin, yapımı da aksar. Bu aksamayla beraber bir de vücudun lüzumsuz beslenme yığınağı, kemik iliğini büsbütün rölântiye alır. Oruçta tam tersi olur. Bir taraftan karaciğer kendini yenilediği için kemik iliğine lazım olan maddeleri yapar.

Açlık dolayısıyla birtakım besin maddelerinin bitmesi dolayısıyla kamçılama mesajları gider ve bu suretle kemik iliğinde ciddi bir faaliyet artırımı olur. Birçokları sanır ki ben zayıfım kansızım oruç tutarsam perişan olurum. Tam aksi olur. Bir hastalık halinde kansızlık olmadıkça sırf kent biçimi, zayıf kansız kimselere oruç kötü gelmez bilhakis iyi gelir.

Elbette hastalık halinde onun disipline edilmesi hekimle hasta arasındaki bir olaydır. Şu halde orucun gözden kaçıp birden hatırlanamayacak en önemli tarafından bir tanesi de kanı kan yapımını teşvik etmesidir. Bu üç noktayı; Küçük tansiyonu düşürücü etkisi bir, karaciğeri revizyona tabi tutarak adeta yeniden yenilemesi iki, kan yapımı kemik iliğini teşvik etmesi üç, bir insan sağlığının temel üç direğidir.

Bu üç direği bir arada intizama sokabilmek senede bir ay insan vücudunun hakkı olan dinlenmeyi sağlamak aşağı yukarı insanın vazgeçilmez bir sağlık sorunu olması gerekir. Daha önceki konuşmalarımda da anlattığım gibi orucu sırf sağlığa kavuşmak için tutmak elbette yanlış olur. Dini bir ibadet hüviyeti içerisinde tutmak gerekir.

Çünkü onları biraz sonra anlatacağım özelliklerini orucu dini ibadet hüviyeti içerisinde tutulduğu takdirde insana ruhsal ve bedensel ayrı bir yanı da vardır. Ama bir şeyi bilmeliyiz ki oruç tutmak aslında sağlığı güçlendirmek için insanların eninde sonunda varıp ne olur biz de oruç tutalım, biz dindar olmasak bile bu oruç tutanların daha sağlıklı olduğunu gördük biz de tutalım diyecekleri kadar önemli bir reçetedir.

Bu reçeteyi bildiğimiz takdirde basit bahanelerle oruç tutmakla sarfı nazar etmek pek yanlış olur. Hele ben biraz zayıfım, biraz kansızım diye sırf kent biçimi yaşamdan doğan tembellik üzerine kurulmuş bir vücut sisteminin oruçtan da mahrum ederek kendini iyice miskin bir hayata mahkûm etmek pek yanlış olur. Önemli bir sorun oruçta, mide hastalarıyla ilgili bir sorundur.

Şimdi birçokları tabi hayatında hiç oruç tutmayanların oruç üzerinde fetva verdikleri bir memleket olduğumuz için işte oruç tutarsan mise asidin birden çıkar da mideni yakar da filan gibi birtakım yanlış kavramlar getirmişleridir. Hâlbuki midenin asidi şartlı refleksle çıkar. Şartlı refleks demek daha önceden insanın hazırlık yapması demektir.

Bir insan sofraya oturacağı zaman elini yıkarken başlar, sofradaki tabakları görmesi çatalları görmesi bunların hepsi mide asidinin çıkmasını meydana getirir. İnsanlar oruca niyet ettikleri zaman ki orucun önemli bir faktörüdür niyet. Niyet ettikleri zaman ilk iki gün aksayıp da mide asidi biraz çıksa dahi üçüncü dördüncü günden itibaren artık bir otomatizmaya girer. Kesinlikle mide asidi çıkmaz olur. Ta ki… Akşama kadar, iftara kadar…

Demek ki, oruç ki mide asidinin çıkacağı, fazla gelirse o asidin mideyi deleceği filan bu şekildeki düşüncelerin hiçbir bilimsel tarafı yoktur. Aksine mide asidi daha kontrol altına alınmış olur. Adeta bir koca gün hiç çıkmadan mideyi dinlendirir. Yine safra kesesi mide gibi genelde sindirim sistemine bağlı çok ciddi olmayan ufak tefek rahatsızlıkların hiçbirisi oruca mani değildir aksine oruç bunları tasfiye eder mahiyettedir.

Kandaki kolesterolün düşmesi. Minima tansiyonun düşmesi nazarı itibari alınırsa hemen hemen herkesin oruç tutmasında sağlığı için sayılamayacak menfaat vardır. Elbette başlangıçta sağlığını dahi bahane ederek oruç tutmaya başlasa bir insan, Allah’ın bir emrine uyduğu için zaman içerisinde Allah’ın emrettiği gibi oruç tutmasını öğrenecektir.

Şimdi bu orucun genel sağlık sigortası yanında getirdiği bir de psikolojik faydalar vardır. Bu psikolojik faydalar, psikosomatik yolla yine insan bedenine etki yapar. Çünkü insan bedeni sinirsel gevşeme ve duygusal rahatlıktan sonra mutlaka daha iyi çalışan bir motordur. Bu artık iki iki dört gibi belli olmuştur. Şimdi orucun psikolojik etkilerini dile getirmek istiyorum.

Ruhsal demiyorum çünkü ruhsal şey daha çok manevi bir hadisedir. Psikolojik etkiler dediğimiz zaman ki bu tasavvuf lisanında, nefsin duygusal yanı demektir. Bu etkiler birinci derecede sabretme olayıdır. İnsan vücudunda, insanın ruhsal yapısında, en önemli hadise, sabırı öğrenmesidir. Çünkü sabır, bütün başarıların, bütün çalışma sistemindeki muvaffakiyetin ve aksaksızlığın temel şartıdır. Sabır bir tarz insana has bir özelliktir.

Ve herhangi bir canlının diğer bir mahlûkun kullanamadığı bir ilâhi sermayedir. Çünkü sabır demek, hadiseleri iyi seyredebilmek, hadiseleri iyi gözleyebilmek, vereceği kararı çok akıllıca vermek demektir. Aslında oruç tutmak, psikolojik bir sabır değil gibi görünür, besine sabır gibi görünür ama bu bir sistem ve disiplin meselesidir.

İnsan yememeyi prensip itibariyle öğrendikten sonra sabır etmeyi öğrenir. Sabır etmeyi öğrendikten sonra bu sefer bir karar arifesinde, bir düşünce arifesinde de sabır etmesini disipline eder. Binaenaleyh, orucun meydana getirdiği ruhsal yapımızda meydana getirdiği, sabır olayı bir alışkanlık meydana getirecektir. Bir insan senede bir ay oruç tuttuğu takdirde, tuttuğu orucun mutlaka sabır nimetini bütün diğer yaşamı boyunca fark edecektir.

Şimdi size orucun tutulması sırasında vücutta meydana gelebilecek daha çok psikolojik olan hadiseleri anlatmak istiyorum: Oruç tutulduğu zaman genelde tansiyonu düşük olan bilhassa genç kızlarda, hafif bir tansiyonun biraz daha düşmesine bağlı bir bitkinlik hissi, baş dönmesi gibi zaaflar uyanır fakat bunların hiçbirisi baygınlık verecek mahiyette değildir kesinlikle. Zaten insanların şartlanması, alışkanlıkları bizdeki birtakım yanlışları meydana getirmiştir.

Mesela illa sabah, öğlen akşam yiyicem gün uzunsa ikindi de yıyıcem diye kendimizi şartlandırmışızdır ki fevkalade yanlıştır insan sağlığı bakımından. Daha iyisi günde iki defa yemek yemektir normalde insanın fakat nasıl izahat olmuş nasıl gelenek haline gelmiş bilmek mümkün değildir. Günde üç defa yani bol bir sabah kahvaltısı, bol bir öğlen yemeği, ikindinin üzeri bir şey yemek, akşamüzeri bir şey yemek demek sağlığı hiç bilmemek demektir. Çünkü bir defa mide normal olarak dört ila yedi saat çalışır bir besin alındıktan sonra.

Bu dört ila yedi saat içerisinde boşalmadan üzerine yeni bir çöp döktüğünüz zaman midenin eskiden güzelce hazım haline getirdiği şeyler tekrar tekrar bir daha yeni gelenlere lazım olacak demektir ki mide için güç olduğu kadar besinlerin parçalanması birikmesi açısından da fevkalade zararlı bir hadisedir. Bunun gibi orucu da tutan insanın kendisinin başının döneceğini, güçsüzleşeceğini, önceden şartlaması çok yanlıştır. Oruç tutan kimse bilecek ki vücut bir dinlenme sistemine geçmiştir.

Oruç değilken mutlaka oruç olduğuna nazaran, oruçluyken oruç olmadığına nazaran mutlaka daha iyi çalışacaktır. Bunu bildikten sonra birtakım aksamaların meydana gelmeyeceğini tansiyon düşüklüğüne bağlı hafif baş dönmelerinin dahi bir iki gün sonra normal kayıtlara döneceğini bilmesi lazım gelir.

Oruçlu insanın ilk yapacağı şey psikolojik olarak orucunun başladığı andan itibaren daha sağlıklı bir platforma geçtiğini bilmesi görmesi ve öğrenmesidir. Çok iyi bilmek lazımdır ki şimdiye kadar bir tek kimse oruç tuttuğu için bir sağlık zararı görmemiştir.

Kesinlikle hiçbir tane örnek gösterilemez. Akşam iftar yemeklerinin yenmesinde olsun, sahur yemeklerinin yenmesinde olsun aşırılık ve bu aşırılığa bağlı bazı hadiselerin meydana gelip gelmeyeceği sorusu ise şahıslara tabidir. Sağlıklı bir insanda aşırı dahi bir şey yemiş olsa bir sağlık sorunu meydana gelmez. Ama herhangi bir yerinde arızası olan mesela bir kalp hastası elbette aşırı yediği takdirde kalbin üzerinde bir baskı olur.

Bunu dışında akşam üzerileri yediği yemeğin onun midesinde büyük bir fırtına uyandıracağı kanısı oruç tutmayanların hayalinde uydurduğu bir hadisedir. İftarını yapmış bir kimsenin elbette normal sınırları aşmamak şartıyla zaten Hz. Peygamber’in yemek üzerinde koyduğu ana disiplini hiç unutmamak lazım. Bunu bu vesileyle tekrar etmek istiyorum. Yüce Peygamberimiz yemek üzerine bugünün insanının bile yeni yeni anlamaya çalıştığı üç temel prensip koymuştur:

1- Mutlaka doymadan kalkılacaktır yemekte, bu şu demektir. Doymaya yakın bir anda mide gazının yani en çok çünkü midenin üst kısmında bir gaz odacığı vardır, o gaz boşalıyorsa mide fazla dolmuş demektir. Binaenaleyh, çok yiyip de geğirmek gibi bir noktaya gelmemek gerekir. Doyamadan yemeği kesmek demek bu demektir ki fevkalade tıbbi bir sınırdır. Öyle yiyeceksiniz ki o son midenin üstündeki gaz odacığındaki gazı çıkartmayacaksınız ve mide böylelikle rahat bir çalışma imkânı bulacak. O gaz odacığı yani midenin üzerinde gazın biriktiği o kısım bize fazla yemeyerek midemizin rahat kalması için bir emniyet subabıdır. Efendimiz bunu, Yüce Peygamberimiz bunu “Doymadan kalkmalısınız” emriyle sınırlamıştır. Birinci emri budur Efendimiz’in.

2- Canı sıkkınken ve üzgünken yemek yemeyinizdir. Bu da fevkalade önemlidir. Çünkü psikolojik bir spazm içerisinde bulunan kimse yemek yediği takdirde midesi avuçla sıkılmış gibi büzüşmektedir. Hem mide ülserleri açısından hem besinleri ve mide kaslarıyla arasındaki irtibat bakımından fevkalade sakıncalıdır. İkincisi de, canı sıkkın üzgün yemek yememek.

3- Mutlaka sofrada sevdiklerini bulundurmak, dolayısıyla yalnız yemek yememek. Çünkü insan yalnızken yalnız kaldığı zaman yalnız yemek yerken mutlaka birtakım düşünce çarkı hatta birtakım vesvese çarkına girerek olumsuz birtakım midenin salgıları üzerinde olumsuz birtakım frenler yapar. Onun için oruçda da bunlar hâkimdir.

Orucun özelliği zaten oruçta genellikle can sıkıntısı yerine bir neşe vardır. Oruçtan çıkıp yemeğe kavuşmanın sevinci vardır, ikincisi genelde oruçlu insan yalnız yemez. Yani istisnalar hariç tutulmak şartıyla mutlaka insan çoluğuyla çocuğuyla komşusuyla rast getirir orucu. Bu bakımdan Efendimiz’in yemek yeme hususunda koyduğu kaidelere yani yalnızken yemek yememek sıkıntılı olmamak ve doymadan kalkmak kaidelerinin tümüne sahiptir oruç.

Bu yemek yeme tarzını özellikle anlattım. Çünkü bunun istismar edildiğini aklı eren ermeyenin bu mevzuda yanlış sözler söyleyerek bir nevi Müslümanları rahatsız ettiğini müşahede ettim. Bunun dışında orucun tutulmayacağı yahut da orucu terk etmesi lazım gelen yahut da kazaya bırakıp sağlığına kavuştuğu zaman tutması lazım gelen birtakım hastalık kaydı sorunu vardır. Dinimiz bunun için prensip, ilke arz etmiştir. Bir kimsenin orucu yiyebilmesi kendi kararıyla olmaz. Efendim benim başım ağrıyor oruç yiyicem diyemez. Bir tanım getirmiştir dinimiz.

Yani bilgili ve inanmış hekimin izniyle oruç yenebilir. Bu çok önemli bir barajdır, yani önemli bir sınır konmuştur orucun yiyebileceği rahatsızlıklar için. Dinimiz diyor ki; “ eğer bir inanan hekim, aynı zamanda konusunun uzmanı ise o yer derse, yiyebilirsiniz” diyor. Böyle bir şekilde orucun yenmesi halinde de elbette sağlığa kavuştuktan sonra orucun tekrar edilmesi hadisesi vardır. Şimdi orucun bu ilkelerin dışında bilhassa iki gün yiyip üç gün tutmamak bütün kıymetini alır götürür.

Bir oruçtan ciddi bir sağlık istifadesi bulmak isteniyorsa, elbette ki Cenâb-ı Hakk’ın emri de zaten kesiksiz tutulmaktır bir Ramazan. Nitekim Ramazan’da bir tanesinin yenilmesinde altmış gün ceza konulmasının sebebi de budur. Bu kesiksiz orucu tuttuğunuz takdirde hem size ruhsal olarak, hem de sağlık yönünden asıl kıymetini verecek demektir. Orucun iki yönü olduğunu hatırlatarak konuşmamın bu kısmını sürdürmek istiyorum.

Biliyorsunuz oruç hem yeme içme gibi beslenme yanına dönük hem de cinsel ilgi tarafına dönük bir ibadet şeklidir. Yani bir insanın yeme içme konusunda kendi kendine verdiği, kayıt oruca uygun olarak aynen cinsel yaşamda da devam eder. Bunun da önemi fevkalade büyüktür. Hele günümüzde bu tarz bir orucun gerek sabır sporu açısından gerekse vücudun hormonal sistemi açısından fevkalade önemli olduğunu müşahede ediyoruz.

Çünkü insan vücudunda cinsel gücün azalmasının büyük bir nedeni bunun devamlı olarak yöneltilmesidir. Tabi her an bir hadiselere cinsel açıdan bakmak veyahut da karşılıklı kadının erkeğin hep kendi kendine mütalaa etmesi, hem o açıdan bakması insanı dişilik ve erkeklik bakımından iktidarsız dayanıksız hale getirir.

Bugün bütün Batı’da günün konusu aşağı yukarı insanların eski insanlara nazaran cinsel açıdan daha güçsüz olduklarıdır. Bunun sebebi de hiçbir zaman fren takılmamış adeta açık bırakılmış bir musluk gibi kısa bir süre içerisinde insanın bütün enerjisini kaybedip bitirmesidir.

Tesettürün en büyük sebeplerinden bir tanesi de budur. Yani kadınların çıplak gezmesine izin vermeyen erkeklerin de ona bakmasına izin vermeyen Yüce Kitabımızın emrindeki önemli mesaj da budur. Örtünme bir tarz kadın ve erkek psikolojilerinin teşekkülüne sebep olur.

Devamlı surette açıklıkta bu psikolojinin yavaş yavaş yıkılmasına derlenip kutuplaşmasına, derlenip toplanıp kutuplaşmasını engeller. İşte orucun cinsel açıdan getirdiği kayıt da aynı şekilde hormonal potansiyelimizin kutuplaşması, bir noktada yoğunlaşması ve belli bir saat içerisinde de istirahat etmesidir. Gözden kaçan en önemli oruçtaki hadiselerden bir tanesi bu noktada toplanmaktadır.

Çünkü insanlar cinsel ilgilerini tevci ettikleri zaman vücutlarının temeli olan hormonal sistemleri tümüyle altüst olmaktadır. Mesela bir insanın çalışma hayatında olsun, bir iş yaparken olsun, gerek bedensel gerek zihnen bir iş yapıyorsa hormonal sistemi bir elektronik saatin hassasiyeti içerisinde dakika dakika, saat saat çalışmaktadır. Bu saat saat, dakika dakika çalışması ve ona vereceği randımanı içinde enerji hormonal sistemdeki büyük bir dalgalanmayla altüst olur.

Onun için cinsel arzuların her an için frensiz kayıtsız kalması halinde hormonal sistemin bu saat kaydıyla insanı başarıya götüren, insanı ayakta tutan esrarı bozulmuş olur. Oruç tutan bir kimsenin cinsel davranışlarına kayıt koyması, bunu öğrenmesi yalnız genel bir sabır sporundan ötede hormonal sistemi üzerinde fevkalade olumlu, bedensel ve zihinsel çalışma gücünü arttırıcı rol oynar.

Bundan dolayıdır ki, yine bilhassa İslâm dininin bütün ibadetlerinin inceliklerini anlayarak, ona uyarak, yaşamlarını ona uydurarak yaşayan Türk-İslam sentezi motifinde Selçuklular’ın ve Osmanlılar’ın ilk döneminin bu konuda fevkalade başarılı olduklarını, hem ahlâki açıdan başarılı olduklarını hem de sağlık gücü, ruhsal güç açısından fevkalade başarılı olduklarını görüyoruz.

Ki bir insanın hayatı boyunca, yetmiş sene yaşayan bir insan on senesini çıkınız altmış yıl oruç tutması altmış ay oruç tutması demek; sabır sporunu öğrenmesi, karaciğerini devamlı randımanlı çalıştırması, kalbinin önündeki bütün yükleri attığı için kalbini ölene kadar eskitmeden götürebilmesi, damarlarının sağlığı yerinde olduğu için bunamaması demektir.

Çünkü tasavvufta çok önemli bir konu vardır ki; abdest alıp, orucunu muntazam tutanın, namazını kılan insanın bunamayacağı vaad edilmiştir. Bunun sebebi nedir? Bu lalettayin bir ikramiye olarak vaad edilmemiştir. Zaten bu ibadeti yapan kimsenin beyin damarlarının lastik gibi olacağı, kolay kolay sertleşip çatlamayacağı ve altında beslediği beyin hücrelerinin, hafıza hücrelerinin sağlıklı kalacağını beyan etmektedir.

Oruç tutan kimselerin de aynı şekilde demin izah ettiğim gibi kalplerindeki çalışma rahatlığı, kan kimyalarının birikinti yapan, besin artıklarının oruç iftar vakit saatlerde yanması, beyin damarlarının içerisinde birtakım artıkların kalmasını engelleyecek ve bu artıklar kalmadığı müddetçe de kolay kolay o insanın beynindeki hafıza hücrelerine bir arıza gelmeyecektir. Ki bunama demek aşağı yukarı bu hafıza hücrelerini besleyen geniş alandaki damarların, tıkanma veya yırtılma nedeniyle aşağıdaki bölgedeki hücreleri kompütur merkezlerini enerji ile donatamamaları demektir.

Orucun bu ana hedefleri istikametinde maddi yanını anlattıktan sonra, şimdi biraz da orucun mânâdan neler getirdiğini, insan ahlâkını nasıl etkilediğini anlatmak istiyorum. Cenâb-ı Hakk’ın oruç ibadetine çok büyük bir özellik verdiği ve bu özellikten dolayı da Ramazan’ın sonunda Ramazan bayramı müjdesiyle Ramazan bayramındaki af fermanıyla, kullarını ikram ve nimet içerisine gark ettiği bilinmektedir.

Orucun bir ay müddetle tutulması halinde meydana gelecek manevi feyizleri, manevi özellikleri şöyle dile getirebiliriz: Bir defa bir insan oruçlu olduğu müddetçe kendisini Cenâb-ı Hakk’ın emrine daha sıcak yatkınlık gösterecek şekilde telakki etmektedir ki bu nefs dediğimiz içimizde bizi dinden, Allah inancından, başkalarına faydalı olmaktan uzaklaştıran büyük faktörü frenleme operasyonudur. Çünkü nefs her şeyde bizi aldatıcı bir bahane bulabilmektedir. Ama nefs gerçekten açlığa karşı fevkalade zebûndur. Yani ona karşı boynu eğiktir, ne isterseniz yapayım diyecek yalvarışa geçer.

Bundan dolayıdır ki bir insan oruç tuttuğu zaman hangi şartlarda tutarsa tutsun, yerine getirmek hususunda velev ki biraz asabiyeti dolayısıyla yahut da başkalarına karşı davranışındaki yanlışlıklar dolayısıyla tam yerine getirememiş olsa, mutlaka kendi vücut sistemi üzerinde bir beyin yıkaması yapmaktadır. Yani Allah’ın kulu olduğunu ciddi olarak anlamaktadır. Çünkü başka bir tarzda aç kalma olayını hiçbir şekilde insanoğlu hazmedemez.

Ancak Allah’a karşı bir sorumluluk duyarak Allah’a kulluk yapmanın mecburiyetine inanarak aç kalabilir. İşte bundan dolayıdır ki Cenâb-ı Hak, oruç ibadetini fevkalâde üstün tutmuş ve nimetlendirmiştir. Demin saydığım tıbbi nimetlere o kadar geniş yer vermemin sebebi de oruç olayında insanların Cenab-ı Hakk’a karşı yaklaşmak için bir tarz talak-nâme imzalamaları demektir.

Nitekim bazılarınca yanlış telakki edilse de birçok ibadetlerini yerine getiremeyenlerin hiç değilse Ramazan’da bir ay ibadetlerine daha sıkı sarılmaları pek yanlış saymamak gerekir. Hiç yapmamaktansa Ramazan’da bir ay daha sıcak bir ibadet içerisinde bulunmak elbette tam iyi olmasa bile, en iyi olmasa bile, iyi bir hadisedir. Ramazan’daki bu tarz ibadet yaklaşımı en kolayından kapısını namaza açmaktadır. Oruç tutan insanın namaz kılması halinde namazlarında daha bir sıcaklık hissedecektir.

Namazlarında daha sıcaklık hisseden insan da birinci yıl Ramazan’dan sonra orucu bırakıp da on bir ay aylak gezse dahi ikinci üçüncü Ramazandan sonra yavaş yavaş namazına devam etme feyzini bulacaktır. Ama orucun Ramazan’ın en büyük manevi olayı infâktadır. Yani başkalarına yardım kapısını açmasıdır. Nitekim Yüce dinimiz, zekât verilmesini, sadaka verilmesini ve başkalarına yardım yapılmasını özellikle Ramazan ayında zorunlu kılmıştır.

Ramazan ayının son on günü insanların bir yıllık yani bir evvelki Ramazan’dan içinde yaşadığı Ramazan’a kadar geçen süre içerisinde mutlaka diğer insanlara yardım etmesini zorunlu kılmaktadır. Ve çok özel ekonomik bir takım sorunları olmadıkça zekâtın mutlaka bu son on gününde Ramazan’ın verilmesi lazımdır.

Ki; bir Ramazan içerisinde oruç tutmanın getirdiği manevi güzellikler bir de zekât vermenin sadaka vermenin Cenâb-ı Hak’la o kul arasında bir irtibat sağlaması açısından verdiği yine ikinci kademe mânevî güzellikler o insanı farkına varmadan öyle bir yüceliğe getirecektir.

Ki; o insan düne kadar garipsediği dünya olaylarını yavaş yavaş çizgi film seyreder gibi alışkanlık halinde seyretmeye başlayacaktır. Bu fevkalade önemli bir şeydir. Çünkü Allah’a inanan insanın mutlaka hadiselerde etkilenişinin zaafa uğraması lazım gelir.

Eğer bir insan Allah’a inandığı halde hadiselerden fevkalade etkileniyorsa, inancında mutlaka bir rahatsızlık vardır. İşte Ramazan bu rahatsızlıkları gideren, oruç da bu rahatsızlıkları en alt düzeye çeken Cenâb-ı Hakk’ın kaderine karşı olsun, hadiselerin yorumuna karşı olsun insanın yavaş yavaş sıcak manevi bir feyz hissettiği bir ibadettir.

Bundan dolayıdır ki Ramazan’ın ve orucun mânâ ilimlerindeki önemli bir yanı da derler ki; yavaş yavaş oruç ve buna bağlı olarak ibadetlere karşı duyduğumuz sıcaklık özellikle sadaka ve zekât bakımından Ramazan’ınızı ihya ederseniz bu sefer gerçek oruç teşekkül etmeye başlar.

Gerçek oruç nasıl olur? Gerçek oruç şöyle olur ki; bütün azâların tuttuğu bir oruçtur. Mesela dilin yani ağzımızdaki lisan dilinin orucu vardır. Hiç kimseye kötü söz söylememek, bu da bir oruçtur. Ve orucun bir manevi parçasıdır. Hiçbir yanlışı görmemek…

Gördüğünüz bir kusuru görmezlikten gelebilmek, onu affedebilmek, onu hoş görmek, eğer onun mutlaka aydınlatılması gerekiyorsa çok tatlı bir dille onu kırmadan gücendirmeden aydınlatmak, gözün bir orucudur.

Gördüğü şeyleri duyup ağzına diline dolayıp oradan oraya koşturmak, gözün orucunu yemesi demektir. Kötü bir söz söylemek, dilin orucunu yemesi demektir. Bunlar, Yüce dinimizden Efendimiz’in de bizzat emirleriyle; “Siz dilinizle, gözünüzle, kulağınızla, elinizle, ayağınızla, konuşmanızla, hareketinizle de oruç tutmalısınız” şeklindeki emirleri neyi gösteriyor bize…

Yalnız aç kalmayı geçtikten sonra, biraz da ondan alınacak feyzi ilerlettikten sonra, namazla o orucu süsledikten sonra bir müddet sonra da zekâtımızı ve sadakamızı verirsek; bu sefer Cenâb-ı Hak bizim ahlâkımıza özel bir cereyan bağlayarak, yavaş yavaş bizim yanlışları görmememizi, görmezlikten gelmemizi, dış açıdan çirkin gibi görünen hadisenin arkasında nice güzelliklerin gizli olduğunu görmemizi sağlamaktadır. Bu bütün vücudun tutabileceği bir oruç, öyle hale gelebilir ki bir insan Ramazan boyunca adeta ilâhi bir misafir gibi o Ramazan’ın çıkmasını hiç istemeyen bir halet-i ruhiye içerisinde büyük bir mutluluk yaşar.

Sûre-i Bakara’da “Onlar felâha erenlerdir. Onlar mutluluğu gerçekten bulanlardır” diye emretmesinin hikmeti de budur. Bir insan imanını önce taahhüt ettikten sonra, sonra bunu tatbik ettikten sonra yavaş yavaş bir gönül zenginliğine uğramaya başlar. Bu gönül zenginliğine uğrama zaman içerisinde ona bir mutluluk verir. Dış dünyada dönen olaylar, istediği kadar sıkıntılı da olsa ne soğuk ne yaz ne kış ne savaş ne açlık onu etkilemez.

Neden? Bu iç dünyasındaki zenginlik yani insanın asıl önemli yanı ruhu olduğu için, ruhundaki zenginlik maddedeki zaafları kapatmaya başlar ki, asıl manevi oruç bu demektir. Bundan dolayı da manevi orucun buna yansıyan taraflarını da herkes kendisi yavaş yavaş hissetmeye başlar. Bu hissedişin nasıl olduğunu dikkatle bu Ramazan’da inceleyiniz bakınız. Bir defa insan duyguları açısından oruçken fevkalade hassas bir film gibi olur.

Karnı tokken hissedemediği duyguları, oruçken hissetmeye başlar. Yine karnı tokken kendisini pek ilgilendirmediği gibi görünen ahlâki bir hadise aynen kendi gönlüne yansır, onlar gibi olmak ister. Mesela asr-ı saadette yani Efendimiz’in mutluluk çağında İslam Yüceleri’nin bir fedakârlığını oruçken okuyan bir insan, gönlünde evvela ona gıpta ederek, sonra da yavaş yavaş acaba birazını da ben yapamaz mıyım? Diye bir ahlâk uyanışı başlar.

Onun için orucun mânevi hazzı, manevi yani madde olarak zenginleştirdiği tam sağlığa kavuşturduğu insan vücudunda evvelâ, duygusal sistemde başlar. Koku alma hassası artar. Gözleri daha iyi görür. Dikkat ediniz bakınız Ramazan’dayken, kulağınız daha iyi işitir. Koku alma hassası artar ve insanları birdenbire teşhis etmeniz, insanların size ne niyetle geldiğini fark etmeniz, birdenbire fark eder. Ramazan’ın ikinci üçüncü gününde bunu hissedersiniz.

Bu çok ciddi bir yücelme başlangıcıdır. İşte bu yücelme başlangıcına orucunuzla beraber, ibadetlerinizi başta namaz olmak üzere eklerseniz ve en az onun kadar önemli olan sadaka ve zekâtı da eklerseniz ondan sonra bakarsınız ki Kadir Gecesi’nde bir seyir âlemine geçersiniz. Kadir Gecesi’nin 27 Ramazan olarak uygulanması, Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Kadir Gecesi 27 Ramazan olarak uygulanmıştır. Biliyorsunuz çünkü Efendimiz böyle bildirmiştir daha önce.

Ondan önce yani Hicri 40. yıla kadar Ramazan’ın son üç son haftasının tek günleri yani 23–25–29 günlerden bir tanesi Kadir Gecesi diye kabul ediliyordu. Hâlbuki 27 Ramazan Kadir Gecesi oldu. Tespit edildikten sonra bakınız bu geceye niçin bir özellik verilmiştir?

İşte demin söylediğim gibi evvela orucun sağladığı bedensel rahatlık, sağlık, onun üzerine binen sabır sporu gibi, başkalarının halini anlamak gibi binen psikolojik faktörler. Daha sonra onun üzerine binen ibadet sıcaklığı, duygusal sistemimizdeki gelişmeler, daha iyi koku almak, daha iyi işitmek, hadiseleri daha iyi fark etmek, ondan sonra dilimizin kötü söz söylememesi gibi oruca başlaması.

Kulağımızın kötü söz işitmemesi gibi, işitmezlikten gelmesi gibi, oruca başlaması gözümüzün yanlışı görmemesi gibi oruca başlaması bizi öyle bir hassas düzeye getirmektedir ki, o hassas düzeyde Allah ne demektedir? “Ben bu gece ruhların ve meleklerin yeryüzüne inmesine izin verdim. Sabaha kadar ruhlarla meleklerle aranızda bir irtibat olacak” demektir.

Ve sizin o gün dileklerinizin hiç birisi geri çevrilmeyecek. Çünkü meleklerin kaydeden ve sizin dileklerinizi kader kompüturune götüren özellikleri dolayısıyla, sizin dilekleriniz arzularınız bir dahaki Ramazan’a daha maddi manevi sağlıklı gelmeniz Kadir Gecesi’nden angaje edilmektedir.

Ondan sonra da bunların bütünü üzerine de Ramazan Bayramı’nın çok özel afv-ı nimeti gelmektedir. Şimdi çağımızda içimizde yaşadığımız yıllarda genellikle insanların yaşayış tarzlarında çok farklılıklar vardır.

Mesela bir kısmı devamlı namazını kılmakta, orucunu tutmakta dini kayıtlara biraz daha dikkat edip, içki içmemek gibi ondan sonra efendim lüzumsuz aşırılıklara gitmemek gibi daha bir tertipli yaşamaktadır.

Bir kısmı ancak Ramazan’da orucunu tutabilmekte veyahut da işte namazını Ramazan boyunca kılabilmektedir. Hatta bir kısmı da hiçbirisini yapamamakta, bayramdan bayrama namaza gelmekte, içkiyi de oruç tutmadan Ramazan ayında hiç olmazsa saygım olsun bir ay içmeyeyim demektedir.

Bu insanlara bakıldığı zaman elbette dinin koyduğu temel kaidelere uymak en iyisidir. Binaenaleyh bir insanın kendisini bütün hayatı boyunca namazıyla, orucuyla, zekâtıyla, infâkıyla disipline etmesi çok hoş bir şeydir.

Ama bunları yapamayan bir insan bunlardan bazılarını yaptı diye onları da yadırgamayınız. Onların da lütfen elinden tutunuz. Bilhassa dini inançları kuvvetli olan, ibadetlerine düşkün olan kardeşlerimden rica ediyorum.

Bayramdan bayrama namaza geldi diye tenkit etmeyiniz. Bilhakis elinden tutun onu tebrik edin ki bir dahaki Ramazan’ı tutsun, onun da bayramına gelsin. Yalnız içkiyi terk etti, oruç tutamadı, senin bizim içimizde işin yok orucunu yiyor diye onu da tenkit etmeyiniz. O da bir adımdır. O adımdan da elinden tutunuz.

Çünkü Ramazan’ın en büyük özelliklerinden bir tanesi Ramazan’da Müslümanların bütün insanlık için dua etmesidir. Bütün insanlar için, inanan inanmayan tüm insanlar için dua edilir Ramazan’da ki herkes hakikati görsün hakikat yolunda toplansın. Sağlığını lüzumsuz yere harcamasın.

İnsanlığın çirkefçe çılgınlıklarına kapılıp ihtiraslarıyla başkalarını tahrip eden insan olmasın aksine insanlara yardımcı insan olsun diye. Ama bunun için inanan bir insan bilhassa oruç tuttuktan sonra, mutlaka farklı bir düzeye gelmelidir.

Namaz bahsinde hatırlarsınız, namazı insanın kıldığı zaman kolayca hakiki namaza ulaşamayacağını söylemiştim. Ancak uzun bir süre içerisinde ulaşabileceğini söylemiştim ama oruçda mutlaka farklı insan olmalıyız. Yani oruç taklit oruç olmamalı. Çünkü bu Cenâb-ı Hakk’ın çok özel mükâfatlandırdığı bir ibadet şeklidir.

Eğer Ramazan’da biz tuttuğumuz oruçları dedikodu yaparak, başkalarını küçük görerek, başkalarına yardım etmemek gibi cimrilik ve buhur ile harcarsak yazık olur. Hâlbuki Ramazan ayı bir cömertlik ayıdır.

Hem gönüllerimizin cömert olarak bütün insanlara dua edeceği yardımcı olacağı bir aydır. Hem de gerçekten insanlara yardım etmenin fırsatını veren bir aydır. Ve mutlaka Ramazan infâk ve zekâtla tamamlanmalıdır.

(8 Temmuz 2013 Dr. Haluk Nurbaki, Radyo Programı Çözümü) http://www.nurbakimektebi.com/haluknurbaki/oruc.html