Sivil-Siyaset Bağlamında SAVAŞ!


 

Fırat'ın doğusu yeniden gündemde. Gerek yaklaşan yerel seçimler, gerek iç muhalefeti baskılamak veya dinci/milliyetçi kesimlerin oylarını konsolide etmek gibi nedenlerle olsun, TSK'nin Efrin'e yeniden saldırmak için hazırlandığı bilinmektedir. Özellikle medya ve politikacıların kin, öfke, düşmanlık, kan ve intikam naraları, kulakları sağır edecek kadar yükselmektedir. Hedef kitle; her zaman olduğu gibi yine Kürtlerdir.

İktidarın, her seçim öncesi ihtiyaç duyduğu gerilim ve gerginlik atmosferini savaş üzerinden oluşturduğu da bilinmektedir. Geçmiş bütün seçimler benzer gerilim/savaş politikalarının örnekleriyle doludur. Benim amacım dikkatleri İktidarın seçim-savaş oyunlarına çevirmek değildir, amacım doğrudan savaşı sorgulamaktır. Savaş; kin, öfke, nefret patlamasının dışa vurmasıdır. Savaş; işgal, talan, yağma arzusudur..!

Ne Suriye, ne Irak, ne de sınır ötesi Kürtler, bugüne kadar Türkiye’ye yönelik hiç bir saldırıda bulunmamasına rağmen, Türkiye’nin hedefinde neden hep Irak, Suriye ve Kürtler vardır? Türkiye’nin; birlikte, yan yana veya komşu olarak yaşamaya mecbur olduğu bu halklara, duyduğu nefret ve düşmanlığın gerekçeleri siyasi hırsın dışında ne olabilir? Esed veya PKK’nin gerekçe yapılması inandırıcı olmadığına göre, bu tekebbür, tahakküm ve saldırıların asıl nedeni ancak ideolojik ve siyasi ihtiraslar olabilir.!

Savaş; bir toplumun veya bir devletin başka bir topluma veya devlete, isteğini zorla benimsetme amacıyla bütün gücüyle saldırmasıdır. Bu durumda, Efrin veya başka bir bölgeye yönelik saldırıların haklı bir gerekçesi yoktur. Tekebbür, tahakküm, Irkçılık veya mezhepçilik gibi meşruiyeti olmayan, tersine insanlık suçu olan gerekçeler savaşın nedeni olamaz.

Türkiye, İran, Suriye ve Irak birbirleriyle rekabet, mücadele ve savaş halinde olmalarına rağmen, “ortak düşman” olarak Kürtleri hedef seçmeleri hepsinin ve hepimizin geleceğini tehdit etmektedir. Bu devletlerin silahlı unsurlarının Kürt halkına ve yurtlarına yönelik yaklaşık yüz yıldır sürdürdüğü savaş; bir yüz yıl daha devam etse, yine Kürt halkının özgürlük talepleri son bulmayacak, tersine bu ateş büyüyerek ve etrafını da yakarak devam edecektir.

Kürtler açısından da durum farklı değildir. Küresel desteğe güvenerek özgürlük mücadelelerini silahlı unsurlar üzerinden şiddet, terör, savaş ile sürdürdüğü sürece halk olarak özgürlüklerine ulaşmaları mümkün olmayacaktır.  Çünkü özgürlük ancak komşularıyla ve birlikte yaşadıkları diğer unsurlarla barış içinde mümkündür. Aynı coğrafyayı paylaşmak ortak kaderimiz ise, barışmak, birlikte bir arada, yan yana, eşit ve özgürce yaşamak neden mümkün olmasın?

Kürtler dâhil, hiçbir kesim ne tek başına kazanabilir, ne de tek başına kaybeder. Bölgemizde devam eden savaşların hiçbiri bizim savaşımız değildir. Bugün ülkemizde, bölgemizde ve coğrafyamızda sürdürülmekte olan karmaşık, kirli sömürge savaşlarının halklarımızın yararına olmadığı, halklarımıza egemen siyasal unsurların yararına olduğu açıktır. Zehirli propagandalarla ve aldatıcı politikalarla oluşturulan ‘algı’ sonucu halklar arasında bir kin ve nefretin olduğu izlenimi verilmektedir. Oysa Tarih boyunca bölge halkları arasında bir savaş yaşanmamışken, Türk veya Kürt olmak, Arap veya Fars olmak neden düşmanlık ve savaş nedeni olsun? Araplar, Farslar, Türkler ve Kürtler arasında bir savaşın asla haklı bir nedeni yoktur. Medeni toplumlar, çağın yeni gelişmelerine hazırlanırken, bizim, kimlikler üzerinden ayrışmamız, çatışmamız ilkelliktir. Yan yana, birlikte, eşit olarak yaşamak yerine ayrışmak, düşmanlaşmak, çatışmak, savaşmak bizim yararımıza olmadığı gibi, medeni toplumların da yararına değildir.

Bu konudaki duygularımı Filozof Romain Rolland’ın Avrupa için söylediği şu ifadelerle anlatmak istiyorum: “Sanki ülkemize duyduğumuz sevgi sadece başka ülkelere duyulan nefretle, o ülkeleri korumak için kendini feda edenleri katletmekle büyüyecek. Bu düşüncede varlığımın her hücresini tiksindiren şiddet dolu bir saçmalık, Neronvari bir heves var. Hayır! Ülkeme duyduğum sevgi kendi ülkelerini seven o asil ve vefalı insanlardan nefret etmemi, onları öldürmemi değil, aksine, onları onurlandırmamı, hepimizin yararı için birlik olmaya çalışmamı gerektirir…Hepimiz kardeşiz ve birbirimizden nefret etmeyiz. Savaşı körükleyen basın bir azınlık tarafından, nefretin her yere nüfuz etmesine meraklı bir azınlık tarafından zehirlenmiştir; ama biliyorum ki halklarımızın istediği sadece ve sadece barış ile özgürlüktür.”

Bizim için kutsal olan; halklarımızın ve tüm insanlığın istediği barış ve özgürlüktür. Devleti yönetenler, devleti, İktidarı, egemenliği, hırs ve çıkarlarını yurttaşlara ve diğer insanlara tercih edebilirler ancak bizim, insanı ve insan hayatını hiçbir kurum, kuruluş ve nesneye tercih etmemiz söz konusu olamaz. Kan dökmenin, insan öldürmemin bizim için bir kutsallığı yoktur. Tersine günahtır.! Haramdır.! Barbarlıktır.! En büyük zulümdür.!

“Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın, haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir can kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırıya gitmektedirler.” (Maide/5:32)

Halklara düşmanlık yapmak veya halklar arasında fitne ve bozgunculuk yaparak savaş çıkartmak; Allah’a isyan etmek ve ayetlerini inkâr etmek demektir. Kürtler, diğer kadim halklar gibi bu coğrafyanın ana unsurudur. Herhangi bir unsuru yok ederek, dışlayarak tesis edilmiş bir ‘adil barış’ yoktur. Etnik farklılıklar üstünlük nedeni olmadığı gibi, savaş nedeni de olamaz. Irkın, etnisitenin düşmanı olmak kadar, esiri olmak da ilkelliktir..!

Aydın kesimin boş ve anlamsız bir ırk siyasetinin esiri olmayı kabul etmesinin korkunç olduğunu ileri süren Romain Rolland, sürmekte olan savaşta vatanlarımızın esas birliğini unutmamamız gerektiğini ifade ederek, Avrupa savaşları için şunları söylemişti: “İnsanlık büyük, müşterek ruhların bir senfonisidir. Bunu anlamayan, sevmeyen ve sonunda unsurlarının bir parçasını yok eden kişi barbardır… Hassas ruhlar için sığınacak iki yer vardır; biri kendi anavatanımız, diğeri ise cennettir. Bunlardan birinde misafir, diğerinde ise mimarız…Bu cennetin duvarlarını her zamankinden yüksek ve güçlü örmek, adaletsizliğe, milletlerin nefretine hükmetmesini sağlamak bizim görevimizdir. Ancak ondan sonra dünyanın tüm kardeş ve özgür ruhları olarak toplanacağımız bir sığınağımız olur.”

Aydınlarımıza, halklarımıza ve bize düşen görev; birbirimize kenetlenerek bu kirli savaşlara karşı bir Sivil-Siyasal duruş göstermektir. Bizim de, halklarımızın da özgürlüğü, kurtuluşu ve onuru bu sivil duruştadır..!

Abdulbaki Erdoğmuş