Etkisiz ve Yalnız bir Devlet; TÜRKİYE!



Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonra dünya, kazanan ülkeler arasında paylaşılmaktan ibaret kalmamış, yeni bir siyasal düzen de inşa edilmişti. Her ne kadar “paylaşım savaşları” olarak adlandırılmış olsa da asıl paylaşım, savaşlardan sonra ve sadece kazananlar arasında gerçekleşmişti. Paylaşılan bölge ve ülkeleri daha kolay yönetmek için de ulus/milli devletler modeliyle coğrafyalar yeniden biçimlendirilerek yeni bir ‘siyasal düzen’ dayatılmıştı.

21. Yüz yılın başlarından itibaren ABD (Amerika Birleşik Devletleri)’nin bölgemizden başlattığı yeni savaşların, Üçüncü Dünya Savaş’ına doğru hızla yol aldığını, insanlık şaşkınlıkla ve korkuyla izlemektedir. Bu defa paylaşım pazarlığının, savaşların sonucu beklenmeden, savaş sürecinde yapıldığını görmekteyiz. İngiltere, belki de sadece bu nedenle Avrupa Birliği’nden ayrılarak ABD’nin tartışmasız birinci derecede müttefiki olmayı seçmiştir. Anlaşılan AB’nin bu paylaşım savaşlarında birinci derecede rol almasına imkân tanınmamaktadır. Bu durumda AB’nin konumu, Birliğin sürdürülebilirliği, gelecek vizyonu da elbette sorgulanacaktır.!

ABD-İngiltere ittifakı karşısında Rusya’nın İran, Suriye, Türkiye gibi devletlerle kuracağı bir ittifakın başarı şansı nedir?. Böyle bir ittifak, bırakınız Türkiye ve İran’ı, Rusya’nın Çin yayılmacılığı karşısında kendi toprak bütünlüğünü korumasını mümkün kılacak mıdır?. Batı ittifakı karşısında Çin-Rusya ittifakı gerçekleşmeden Türkiye’nin Avrasya Projesi için bu kadar iştahlı ve aceleci olması doğru mudur? En önemlisi Avrasya, Türkiye için ne kadar güvenilir bir limandır?.

Türkiye için Batı’ya yöneliş modernizm ile başlayan bir süreç değildir, tarihseldir. Modernleşmenin tarihi ise yaklaşık iki yüz yıldır. Oysa Osmanlı’nın bir ‘Balkan İmparatorluğu’ olduğu unutturulmaya çalışılmaktadır. 1946’da, konjonktür gereği çok partili siyasal sisteme geçmesine rağmen Türkiye; yer aldığı Batı ittifakında, enerjisini müttefikleriyle birlikte medenileşme ve gelişme yerine içerde muhalefeti imha etmekle tüketmiş, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin tamamını ıskalamış, demokrasi, laiklik ve hukuk devleti alanında da müttefiklerinden ‘çağ farkıyla’ geride kalmıştır.

Bugün ise geri kalmışlığın nedeni olarak Batı’yı görmek, ilerlemenin önünde Batı’yı engel olarak göstermek ne kadar gerçekçidir? Tabii olarak, özgürlüklerin ve hukukun tesis edilmediği yerde medeniyet de, insanlık da, bilimsel gelişmeler de olamaz.

Kuşkusuz Batı masum değildir ve Batı sistemi de mükemmel değildir. Türkiye-Batı ilişkileri de hep inişli-çıkışlı olmuştur. Karşılıklı güvenin tesis edilmediği de ortadadır. Sorgulanması, eleştirilmesi, tenkit edilmesi gereken birçok yönü vardır. Ancak akla, bilime, inançlara, hak-hukuk ve özgürlüklere, gelişme ve yeniliğe, insanca yaşamaya saygı gösteren, önemseyen ve uygulayan Batı sitemi dışında örnek verilebilecek bir sistem gösterilebilir mi?

Batı düşmanlığının devamlı canlı tutulmasının iç politikaya yönelik olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünüyorum. Oluşan ittifaklara, karşılıklı ticaret ve yerleşik yoğun nüfusa rağmen bu düşmanlık bilincinin nasıl korunabildiğini de sorgulamak gerekir.

AKParti+MHP+Vatan Partisi ittifakıyla başlayan yeni süreçte, Batı düşmanlığı daha çok yaygınlık kazanmış ve yöneticiler tarafından da açıkça körüklenmektedir. Türkiye’nin artık “oyun kurucu” güçlü bir devlet olduğu ve bunun için bölgede aktif ve etkin bir rol aldığı ancak Batı’nın Türkiye’nin bu gücünü kıskandığını ve bölgede Türkiye’yi rakip gördükleri, birinci ağızdan açıkça ve defalarca dile getirilmiştir.

Bu iddialar karşısında biz mi Türkiye’nin gücünü fark etmiyoruz? İktidar, doğru olanı yapıyor da biz mi anlamakta zorlanıyoruz? Bütün dünya bu gerçeği gördüğü, bildiği ve kıskandığı halde biz neden göremiyoruz?. Gerçekten bizim bilmediğimiz veya bilmememiz gereken bir strateji mi uygulanıyor?  Türkiye, büyük oynuyor da biz mi anlayamıyoruz?

Var sayalım ki muhalefet, anlamak istemiyor veya politik mülahazalarla görmezden geliyor. Benim gibi milyonlarca insanın bilerek ve kasten Türkiye’nin gücünü ve başarısını görmezden gelmesi mümkün müdür? Herkes gibi ülkesini seven biri olarak, “oyun kurucu” rolüyle Türkiye’yi kıskanmayacağıma göre, Türkiye’nin gücünü ve başarısını görmezden gelmem mümkün değildir. Bu durumda ortada ne bir güç ne de bir başarı olduğunu düşünüyorum. Türkiye, oyun kurucu, aktör bir devlet olarak başat rol oynuyorsa, muhalefetin de görmezden gelmesi, örtbas etmesi mümkün değildir.

Başından itibaren AK Parti iktidarının, özelde Suriye, genelde Ortadoğu politikaları hayalperestlikten öteye gitmemiştir. Sormak istiyorum; Ortadoğu’nun tamamında ve özellikle Rusya’nın vazgeçilmezi olan Suriye’de, ABD ve NATO ittifakı dışında kalarak etkin olmanın mümkün olamayacağı çok açık olmasına rağmen, Türkiye’nin öngörülemez bir pozisyon sergilemesi gerçekten trajikomik değil midir?! Etkin ve aktif bir görüntü vererek edilgen, ezik, pasif rolünü örtmeye çalışmak, ülkenin çok daha ağır bedeller ödemesine neden olmayacak mıdır?.

Türkiye’nin giderek yalnızlaştığını, bölgesinde ‘yönlendirebilir’ gücünün de, imkânının da olmadığını düşünüyorum. Güç kullandıkça gücünden çok şey kaybettiği defalarca ortaya çıkmışken aynı bataklıkta debelenmesi anlaşılır gibi değildir. Ayrıca beklentileri bakımından da Bölge’nin gerçekleriyle örtüşmediği gibi ne Rusya, ne de ABD politikalarıyla örtüşmektedir. Batı ittifakından uzaklaştıkça Türkiye, Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de giderek daha etkisiz ve yalnız kalmaya mahkûm olacağı ortadadır.

Bizim bilmediğimiz, anlayamadığımız, göremediğimiz çok şeyin olduğu da muhakkak. Eleştirel yaklaşımımız, ülkemizle ilgili duyduğumuz endişe ve kaygılardan dolayıdır. İhanetle suçlayacağımız hiçbir parti veya iktidar olamaz. Ancak İktidarın, makuliyeti kaybettiğini, sorunları siyaset aklı ile değerlendirmekten uzaklaştığını ve yeniden toparlama iradesine sahip olmadığını düşünüyorum.

Bu nedenle yeni bir siyasete, yeni bir siyaset aklına, sağduyu merkezli ortak bir akla ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Bir arada olmayı, farklılıklarımızı koruyarak haklarımızla barış içinde yaşamayı, eşitliği, adaleti, ortak dili ve ortak geleceği mümkün kılacak ‘ortak paydalar’ geliştirmemizin gerekliliğine inanıyorum. Makuliyeti esas alacak ve ortak paydalar oluşturacak Yeni Siyasetin ve makul siyaset adamlarının öncülüğünü yapacağı ‘Demokrasi’de İttifak’ hareketi ile hep birlikte ülkemizi sürüklendiği felaketlerden geri döndürmenin mümkün olduğuna olan inancım tamdır.