FATİH VE ATATÜRK


Büyük insanların biyografilerini okumaktan çok zevk alırım. Tarihimizde iki insanın hayatı beni oldukça etkilemiştir. Bunlardan kronolojik sıraya göre birisi Osmanlı İmparatorluğu’nun ünlü padişahı Fatih Sultan Mehmet, diğeri ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’dür. Bu iki devlet adamı hakkında yazılması gerekenler değil satırlara, kitaplara bile sığmaz. Ancak ben bu iki büyük insanın kaderi ile ilgili olarak bir benzerliği bu yazımda vurgulamak istiyorum.

Fatih Sultan Mehmet Han, Osmanlı padişahları içinde devlet adamlığı ile farklılığı olan bir büyük insandı. Çok küçük yaşta tahta çıkmıştı. Babasının ve kendisinin döneminde devlet işlerinin idaresi konusunda çektikleri en büyük sıkıntı dönemin sadrazamının mensubu olduğu Çandarlı ailesiydi. Zaten Fatih’in babası Murat Han’ın tahtı küçük yaştaki Fatih’e bırakmasının temelinde Çandarlı ailesi ile ilgili yaşadığı sorunların olduğu rivayet edilir. Fatih ölümünden önce son seferini yapmayı planlıyordu. Ordu, Adapazarı çevresinde bir düzlükte toplanmış son hazırlıklarını yapıyordu. Ancak seferin nereye yapılacağından sadrazamın dahi haberi yoktu. Tam bu dönemde Padişah zaten çekmekte olduğu Gut hastalığından rahatsızlanır ve kısa bir süre sonra 3 Mayıs 1481 tarihinde vefat eder. Cenazesi Topkapı Sarayı’na götürülür, bozulmaması için soğuk bir taş üzerine konulur ve başında yaşlı bir yeniçeri nöbet tutar. Bu nöbet tam 19 gün sürer. Artık şehzadelerden Cem veya Bayazit’in tahta geçmesi gerekiyordu. Sadrazam Karamanlı Mehmet Paşa, şehzadelere haberci gönderir ve hangisi İstanbul’a erken gelirse onun tahta geçeceğini bildirir. Habercilerin gönderilmesinde şehzade Cem’in aleyhine, Bayazit’in lehine bazı hileler de yapılır. Sonuçta Bayazit İstanbul’a gelir ve törenle tahta geçer. İlk işi babasının cenazesini törenle kaldırmak olur. Tören sonrasında 19 gün cenazeyi bekleyen yaşlı yeniçeri Bayazit Han’a yaklaşır ve rahmetli pederinizin cenazesini 19 gün bekledim, bu süre içinde saraydan hiçbir kimse gelip başında Fatiha bile okumadı der. O tarihten sonra o yaşlı yeniçeriyi bir daha gören olmaz.

Bu ne büyük bir vefasızlıktır ki, imparatorluğun en kıymetli padişahlarından birisi olan, çağ kapatıp çağ açan, İstanbul gibi dünya incisi bir şehri bu millete kazandıran Fatih Sultan Mehmet Han garip ve kimsesiz gibi ölüyor.

Gelelim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e. Onun hakkında ne yazılsa azdır. Ancak, Belçika’dan gelen bir kartpostalda yazan şu sözün onu en iyi şekilde anlattığına inanıyorum. “Türk Milleti Atatürk’ü Allah’a, geri kalan her şeyini de Atatürk’e borçludur.” Yabancılar onun kıymetini sanki bizden daha iyi takdir ediyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Atatürk, kurtuluş savaşını kazanıp, Cumhuriyeti kurduktan sonra, ekonomik kurtuluş savaşını başlatmıştı. Bu savaşa önce tarımdan başlamak istiyordu. Çünkü o biliyordu ki tarım toplumu dönemini tamamlamayan bir Millet, sanayi toplumuna sağlıklı bir geçiş yapamazdı. Bu konuda önderlik yapmak için Ankara’nın hemen kenarında çorak ve bataklık arazide 1925 yılında Atatürk Orman Çiftliği’ni kurdu. Bu çiftliğe inanılmaz emek ve para harcadı. Onun amacı olamaz denileni başararak Milletine önderlik yapmaktı. Sonuçta bunu başardı. Atatürk bu çiftliği ile birlikte Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki çiftliklerini 1937 yılında bir bağış mektubu ile Milletine bağışladı. O yıllarda 55 bin dönüm olan Atatürk Orman Çiftliği, 2019 yılına gelindiğinde uğradığı işgaller sebebiyle 33 bin dönüme geriledi. Bu arazinin parasal değerinin bugünkü rayiç bedel üzerinden 50 katrilyon lira olduğu hesaplanmaktadır.

Atatürk’ün sağlığında zamanının büyük bir kısmını bu çiftlikte geçirdiği söylenir. Bu çiftlik onun hatıraları ile doludur. Ancak bugün çiftlik inanılmaz bir şekilde yağmacılar tarafından taciz edilmektedir. Ankara için velinimet sayılacak nitelikteki bu çiftlik alanı ağaçlandırılarak Başkentlilerin hizmetine sunulabilse bundan daha güzel hizmet olabileceğini hayal bile edemiyorum. Bırakın ağaçlandırmayı Atatürk döneminde dikilen ağaçlar bile korunamıyor. Bu nasıl bir anlayış ki kurucusunun aziz hatırasına bile saygı duyulmuyor.
Zaman zaman Atatürk yalnız ölmüştür ya da ölmemiştir gibi tartışmalar var. Bir insan etrafında kendi gibi düşünen ve aynı duyguları paylaşan insanlar olduğu takdirde yalnız değildir. Aksi takdirde kalabalıklar içinde bile yaşasa fikren zaten yalnızdır.

Türk Milleti’nin onu asla yalnız bırakmadığı doğrudur. Ancak yakın çevresindekiler arasında düşünce ve fikirleriyle kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşamış ve bu anlamda yalnız gitmiştir. İşte Fatih Sultan Mehmet Han ile Mustafa Kemal Atatürk’ün kaderlerindeki benzerlik “Kalabalıklar içinde yalnızdılar.”
Tarih yazan büyük insanların kaderidir. Kalabalık yaşarlar, kalabalıklar içinde yalnız ölürler.