VII-İslamsız Müslümanlık (7)



Siyasal mücadelelerin dinselleştirilerek toplumsallaşması İslam’a mugayir olduğu kadar ayrışmalara, ayırımcılığa, iç çatışmalara, bölünmelere de neden olmuştur. Dinselleştirilmiş siyasetin en büyük tahribatına örnek olarak; Resul-ü Ekrem döneminde gerçekleşen (Evs-Hazrec, Muhacir-Ensar, Arap-Acem, siyah-beyaz, köle-hür) İslam kardeşliğinin Resulüllah’tan hemen sonra bozulması ve bir daha asla toplumsal hayat bulmamasıdır.
Bu durumda dinin, siyaset ve egemenlik aracı olarak kullanılmasının olumsuz ve yıkıcı etkilerine rağmen sorgulanamamasının nedeni İslam olabilir mi? Bu tahribatın “Sahabe dokunulmazlığı” ile örtülmesi ve İslam’ın sömürü düzenine kılıf yapılması yandaş Müslüman ulemasının en büyük utancı değil midir? 21. yüzyıl bilgi ve teknoloji çağına İslam aydınlığı ile değil de bu utançla girmemiz bizi de suçlu, ayıplı ve günahkâr kılmıyor mu? 
Bu suçu kasten ve bilerek işleyen Emevi ümerası, kendilerinden sonra gelenler için de kirli bir miras bıraktılar. Bu kirletilmiş gelenek içerisinde iktidarlar, devletler, imparatorluklar kuruldu. Tamamı da meşruiyetini dinden alıyorlarmış gibi bir siyasal sistem ve onun yasalarını oluşturan bir Şeriat/Fıkıh düzeni oluşturdular. 
Oluşturulan bu “din soslu düzen”, on binlerce sahabenin, yüzbinlerce Müslümanın ve yüzlerce Ehl-i Beyt’in pak ve masum kanı üzerinden inşa edildiği çok açıkken, bunun asırlardır perdelenmeye çalışılması, “Şeriat düzeni” adıyla oluşan yönetimlerin İslami ve hukuki bir düzen olarak görülmesi sadece Müslümanların onuruyla değil, aklıyla, diniyle de alay edilmesi değil midir? 
Bu dinselleştirilmiş siyasal sömürü düzeninin Sahabe kanı ve Ehl-i Beyt soykırımı üzerine inşa edildiğini her Müslümanın bilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki sadece siyasal düzeni değil, birbirlerine karşı öfke, kin, nefret, düşmanlık ve şiddet içinde olan Sünni ve Şii geleneklerini de besleyen Sahabe katliamları ve Ehl-i Beyt soykırımıdır. Bu anlayış ve yaklaşım tarzının dayanağı nasıl Allah’ın dini İslam veya İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s) ve onun kıymetli ashabı olabilir?
“Muhammed Allah’ın Elçisi’dir ve (sadakatle) o’nun yanında olanlar, bütün hakikat inkârcılarına karşı kararlı ve tavizsiz, (ama) birbirlerine karşı merhamet doludurlar. Onların (namazda) eğilerek (ve) yere kapanarak Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Onların işaretleri, yüzlerindeki secde izleridir. Şu, onların hem Tevrat’taki ve hem de İncil’deki temsilleridir: (Onlar) filiz veren bir tohum gibi(dirler), sonra Allah o (filizi) güçlendirir ki sağlam şekilde büyüsün ve (sonunda) kökü üzerinde dimdik dursun ve üreticileri sevindirsin... (Allah böylece müminleri sağlam ve dayanıklı/dirençli kılar) ki onlar aracılığıyla hakikat inkârcılarını şaşırtsın. (Ama) onlardan inanıp doğru ve yararlı işler yapanlara Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih/48:29)
Böyle bir merhamet peygamberini ve onun yıldızlar misali seçkin sahabesini siyasal iktidarlara araç yapan ve onlara yalan ve iftiralar isnat ederek sömürü düzenini kuran bir geleneği 13 asırdır sorgulayamıyor ve hakikatin ortaya çıkmasına engel oluyoruz. Cemel, Sıffin savaşları ve Ehl-i Beyt soykırımı tek başına bu geleneğin Kıyamet’e kadar büyük utancı olmaya devam edecektir. Bu büyük utancı silmek için kirli geleneğimizle yüzleşmeli, akıl-ilim-irfan-adalet-ahlak ve ihlas dini olan Allah’ın dini İslam, onun muazzez peygamberi ve ashabı ile yeniden sahih bir bağ kurma mecburiyetimiz vardır.
Emevilerin “saltanat, devlet, maslahat-millet-ümmet bekası” gerekçesiyle kanını akıttığı ve soykırım suçu işlediği masum ve de mazlum Ehl-i Beyt, 13 asırdır “beka” gerekçesiyle işlenen bütün katliamların, akıtılan kardeş, baba ve oğul kanlarının gerekçesi yapılmıştır. Yandaş ve Saray/devlet uleması da “beka” gerekçesini meşrulaştırarak bu suçlara ve cinayetlere doğrudan iştirak etmiştir. Bundan dahi zalim ve daha büyük bir suç ve utanç olur mu? Ne yazık ki biz, bu geleneğin şekillendirdiği Müslümanlarız. Övündüğümüz ecdat, haşmetli cennetmekân sultanlarımız, gurur duyduğumuz tarih ve bugünkü kabullerimiz bu geleneğin ürünleridir. 
Hiç düşündük mü Emevi, Abbasi, Osmanlı Müslümanlığı neye göre İslam’dır?
Pakistan, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer ülkelerin Müslümanlığı niçin İslam olsun?
Taliban, El-Kaide, Boko-Haram-IŞİD ve diğer örgütlerin Müslümanlığı nasıl İslam olabilir? 
Allah’ın insanlık için DİN olarak seçtiği İslam’ın yerine, neden Arabın, Farsın veya Türkün Müslümanlığı egemen olsun? Arap da, Fars da, Türk de Müslümanlık iddiasını, Allah’ın dini olan İslam’la yaşanır kılmak zorunda değiller mi?
Kendi kültürleriyle, İslam öncesi inançlarıyla sentezlenmiş, özünden koparılmış, siyasallaştırılmış millileştirilmiş bir dini, daha kaç asır bize “İslam” olarak sunmaya devam edeceklerdir? Müslüman dünyasına musallat olmuş böyle bir Müslümanlığın İslam’la, Kur’an’la, Hz. Muhammed’le sahih bir bağı olabilir mi?
Emeviler döneminden bugüne kadar devam etmekte olan ve İnancı Tevhid, Kitabı Kur’an, Rehberi Hz. Muhammed (s.a.s) olmayan ve evrensel ilkelerden soyutlanmış bir din ile egemenlere, din tacirlerine, zorba yönetimlere, çıkarcı-yalancı-riyakâr politikacılara, adaletten, hukuktan yoksun bir siyasal düzene itaate, biate, teslimiyete zorlanıyoruz. 
“Kim Allah’a teslimiyetten başka bir din ararsa, bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Al-i İmran/3:85)
21. yüzyıla aynı gelenekle girmemiz bizim için bir cehalet ve dinbazlık örneğidir. Geleneği bizden sonraki nesillere bırakmak bizim için bir utanç, onlar için ise kötü bir miras olacaktır.
Bu soykırım ve katliamlarla yüzleşmedikçe hiç bir Müslümanın bu utançtan temizlenemeyeceğini ve Allah’ın huzuruna bu vebal ve sorumlulukla çıkacağına inanıyorum. 13 asırdır yüzleşemediğimiz bir utancı, bizden sonra gelenlere bırakmak ahlaki de, İslami de değildir. Bu nedenle ısrarla yüzleşmemiz gerektiğini savunuyorum.
-devam edecek…
Abdulbaki Erdoğmuş