ORDU'DA MEYVECİLİĞİN PİRİ "MUSABAŞOĞLU ALİ AĞA"



Son günlerde Ordu'nun sevilen,sayılan tanınmış simaları beyaz atlarına binip aramızdan ayrılmaya devam ediyorlar. Bu meyanda işte dünde böyle bir acı haberle daha karşılaştık. Evet, maalesef İsmet Baş abimizi de kaybetmiştik. O da diğerleri gibi gerçekten kentimiz için kayıptı. İsmet Baş abi şahsına münhasır, seviyeli düzgün mükemmel biriydi. Onun gibi insanların sayısı çok azaldı.
2018 yılında İsmet abiyle bürosunda uzunca bir sohbet yapmak fırsatını elde etmiştim. Kendisi hafızası çok kuvvetli, bilgili, hayat ve tecrübe dolu bir insandı. Babası Musabaşoğlu Ali beyin hayatını öğrenmek için yanına gitmiştim. O da bana detaylı bir şekilde Musabaşoğlu Ali Ağayı özetle şöyle ifade etmişti.
"...1928 ile 1930 tarihleri arasında 29 ay boyunca Ordu’da Valilik yapan Ali Kemali Aksüt, savaştan yeni çıkmış ülkemizdeki tüm olumsuz ve zor şartlara rağmen görev yaptığı döneminde gayet faydalı ve olumlu hizmetler yapmıştı. Bu hizmetlerden birisi de Ziraat işlerine de çok önem vermesidir. Özel İdareye bağlı örnek bir zirai numune bahçesi Eskipazar’a kurmuş, bahçedeki binalarda tamiratlar yaptırıp bahçeye şekil verdirmişti. Ordu’da Portakal ve Mandalinaya alaka uyandırmıştır. Eskipazar köyündeki bu numune bahçesinde 3000 tane Portakal, Mandalina ve limon fidanları getirtip, Ordu’ya ilk meyve fidanlığı kurdurmuştu.Ama dikilen meyve fidanlarından umulan sonuçlar pek alınamamıştı.
1929 yılında Musabaşoğlu Ali Ağa da, Rize’den, kendi imkânlarıyla portakal fidanları bulup tanesini 1-2 liraya satın almıştı. Bilal Köyden bu hadiselere bizzat şahit olduğu için, Güzelordu Gazetesinde “Ordu’da portakal üretiminin piri Musabaşoğlu Ali Ağadır” diye yazmıştı.
Musabaşoğlu Ali Ağa, Esenyurt köyünden dört saatlik yoldan Ordu’ya kadar atlarıyla odun taşıyarak, helalinden gaz, tuz parası kazanmış bir insandı. 3-4 evlilik yapan Ali ağanın, ilk evliliğinden 3 çocuğu vardı. Taşbaşı mahallesindeki araziyi ilk evliliğinden olan çocuklarına vermişti. İlk evliliğinden hanımı ölünce evlendiği 2. Hanımı da serentide yanarak ölmüş,sonra evlendiği diğer hanımını ile anlaşamayınca onu kovmuştu. Sonraki evliliğinde de çocuğu olmamıştı. En son evliliğinden de üçü kız toplam 6 çocuğu olmuştu. Son evliliğinden olan erkek çocukları ise Rüştü, İsmet ve Selahattin idi.
Ali Ağa, bir süre köyde koruculuk yapmış, güreş bile tutmuştu. Musabaşoğlu Ali Efendi bu şekilde para kazanamayıp geçinemeyince; Batum’a gitmişti. Batum’da önce hızarcılık gibi çeşitli işlerde çalışan Musabaşoğlu Ali Efendi, sonunda kiraladığı arazilerde tütün tarımıyla uğraşmıştı. Musabaşoğlu Ali Ağanın oğlu İsmet Baş babası ile ilgili anlattığı bir Batum anısını şöyle ifade ediyordu.
”…Babam, Ali Efendi, tütün işlerinde çalıştıracağı işçilere akşam yatakhanede önce bir yemek verir, tarlada çalışacak olan işçi adaylarının nasıl yemek yediklerini bizzat takip eder, gözetlermiş. Yemek yeme şeklinden o insanın tütün tarlasında nasıl çalışacağını anlarmış, Çalışacak olanları yemekte seçermiş…”
Musabaşoğlu Ali Ağa, Ordu’ya döndükten sonra, Taşbaşı mahallesinde eski Rum kilisesinden yukarı doğru 7-8 dönümlük boş bir bahçe satın almıştı. Bu bahçenin içinde birkaç tane Ermeni evinin temelleri de varmış. Satın aldığı bu araziye başka çeşitli meyvelerde dikmeye başlayan Ali Baş, Ordu’da ilk fenni meyve bahçeleri Batum’da gördüğü şekilde bu bahçede ihdas etmiştir. Boş arazi zamanla portakal ve mandalinanın yanında limon, erik, elma, armut, kiraz, üzüm, zeytin de üreten tam bir meyve bahçesi haline gelmişti.
Ordu’da portakal ve mandalinanın ciddi manada üretilmesine hizmet eden ilk kişi olan Musabaşoğlu Ali Ağanın bu meyve yetiştirme merakı daha sonra Ordu’da ve çevrede oturan herkesi de sirayet etmişti. Bugün bu yerlerde oldukça yaşlı portakal, mandalina ve meyve ağaçlarına rast geliniyorsa, bunda Musabaşoğlu Ali Ağanın katkısı ve emeği çoktur.
İsmet Abi babası Ali Ağa bu mülkü satın alındığı ilk yıllarda bahçenin alt tarafında küçük evde bir Ermeni katibin ikamet ettiğini anlatmıştı.Ermeni kâtip ölünce Ali Ağa o küçük evin bahçesindeki kuyuya portakalları depolamaya başlamıştı. . Ali ağanın ürettiği Rize portakalı biraz mayhoştu ama çok sulu ve dayanıklıydı. Bahçeden topladıkları portakallar Ermenilerden kalma yer altı mahzeninde depolanırdı. Bu depoda hava almayacak şekilde de portakalları saklayan Musabaşoğlu Ali Efendi, sonunda dükkânda satışa çıkartırdı. Musabaşoğlu Ali Ağa, portakalları çivi sandığında 5 tanesini 5 kuruşa oğlu İsmet’e sattırıyordu.
Musabaşoğlu Ali Efendi,1940'larda İsmet İnönü’nün Başbakanlığı zamanında ona mütemadiyen kasa işi portakal ve mandalina yolluyor, kendisine mektup yazarak, portakal ve mandalinanın Ordu'da çoğalması için delaletini istiyordu. Sonunda fikrinin kabul olduğuna dair Başbakan İsmet İnönü’den aldığı mektubu sevinerek herkese gösteriyordu.
Tahıl pazarında kiraladığı binanın sahibi İstanbul’dan binayı satılığa çıkardığı binayı Akın ailesi alınca, Musabaşoğlu Ali Efendi, Eczacı Şükrü Beyin binasına taşınmıştı. O yıllarda fındık alım satımı yanında, Musabaşoğlu Ali Efendinin dükkanında inşaat malzemesi de satardı. Eskipazar ve Hatipli köylüleri, Yokuş dibinde ormanlardan, iki metre uzunluğunda çam, ladin, köknar tahtası yaparlar, atlarla keresteyi şehre getirirler ve Ali Ağaya satarlardı.
Ayrıca dükkanında arpa yulaf gibi at yiyecekleri satılırdı. O yıllarda yurt dışından ithal gelen çivi ve gaz yağında sıkıntı vardı. Sadece devletin tevzi teşkilatı adam başına bir kilo çivi veriyordu. Ali Ağa da piyasada zor bulunan bazı inşaat malzemesini de dükkanında satardı. Dükkânın bir bölümünde manifaturacılık da yapan Ali Ağanın elinde bir triko tezgâhı vardı. Bu tezgâhta ürettiği yün kazak, fanila ve çorap gibi ürünlerde satılıyordu. 1929 yılından itibaren Güzelordu Gazetesine ürettiği yünlü çoraplar ile ilgili klişeli ve düzenli olarak ilk ilan veren kişi Musabaşoğlu Ali Efendi olmuştur. Tam kırk sene boyunca Ordu piyasasında namusuyla dürüstçe ticaret yapan Musabaşoğlu Ali Ağa çevresinden hiçbir zaman kötü bir not almamış ve kendi yağıyla kavrularak, yuvarlanıp gitmişti..."
Musabaşoğlu Ali Ağa , hayır işlemeyi yardım etmeyi de çok severdi. Ama yalandan ve yalan konuşandan nefret ederdi. Yanın gelen profesyonel dilenciyi yalanından anlar ve kızardı. Lakin dilenmeyi zillet sayan onurlu yoksulları tanır onların yarasına merhem olmaktan da çok memnuniyet duyardı.
Musabaşoğlu Ali Efendi, motorlu vasıtaların gidip gelmesi için yapılan yol çalışmalarına destek vermesi ile tanınmıştı. Kabadüz-Çambaşı yolu içinde çok çalışmış, o yolun keçi yolu gibi dar ve virajlı olduğu zamanlarda kendi kesesinden çok para harcayarak, bu yolun ıslah edilip, bir vasıta geçebilmesi için çeşitli yollara başvurmuştu.
Musabaşoğlu Ali Ağa, Melet ırmağında yapılan bir çok ahşap köprülere kendi arazisinden ağaçlarını seve seve meccanen bağışlardı. Oğlu İsmet Baş’ın anlattığına göre, Bayadı-Esenyurt köyleri arasında köprülerden önce Melet ırmağı üzerinde bir süre Musabaşoğlu Ali Ağa da hayvan ve insan taşınan sallarda kelekçilik işi bile yapmıştı. Irmaklarda çok su olduğu zaman ceviz ağaçlarına bağlanan kalın halat tellerle ahşap kayıklar çekilir, hayvanlar, insanlar karşıdan karşıya bu şekilde geçerlerdi.
Bayadı köyünde Melet ırmağı üzerine ilk ahşap köprü yapıldığında, Musabaşoğlu Ali Ağa, Kabaktepe dere içindeki arazisinde 200 tane kestane ve karaağacı bağışlamıştı. Halkta bu uzun ağaçları köprüye kadar sırtta çekerek yardım etmişlerdi. İlk köprü imece usulü yapılmıştı, ama bu köprü fazla yaşamamıştı, büyük bir selde köprü eğilmişti. Jandarma bu eğik köprüden araç geçirmiyordu, ama Ali ağanın gözü pek oğlu İsmet Baş, Ford kamyonu ile bu eğik köprüden gizlice binbir tehlikeyle geçerdi. İsmet Baş, bu eğik köprüden kamyonunu geçebilmesi için aynasını ve kollarını sökmüştü.
Bir gün gelen başka bir sel bu eğik köprüyü de yıkmıştı. İkinci köprü yine aynı yerde yapılmaya halk başlatmıştı. Ali Ağa ve oğlu İsmet Baş bu ikinci yapılan köprüye de çok yardım etmişler, kamyonları ile köprüye çok malzeme taşımışlardı. İkinci köprüde iki sene sonra ayağın altı oyulunca selde o da yıkılmıştı. Üçüncü betonarme köprü yapılana kadar o yıkılan köprüde tamir edilmiş ve araç geçişleri bu şekilde idareten sürmüştü.
Ulubey’in Felekoğlu ağaları da Kabadüz-Esenyurt tarafının bozuk ve batak olduğunu ileri sürüp, Çambaşı yolunu eskiden beri Hacılar köyünden yukarı gitmesi için uğraşıyorlardı. Bu duruma karşı çıkan, Musabaşoğlu Ali Efendi, zamanın Ordu Valisi ile Çambaşı yolunun Kabadüz arasının iyileştirmesi için gidip, görüşmüştü. Kabadüz Esenyurt, Bayadı arasında kalan kesim karda, yağmurda çok çamur ve bataklık oluyor, insanların ayaklarındaki çarıklar, çamurda yapışıp, ayağından çıkıyordu. Bu yüzden yolda yapılması gereken çalışmalar için Musabaşoğlu Ali Ağa ile arkadaşları kolları sıvamışlardı. Kabadüz Esenyurt arasındaki rampaların ve virajların kaldırılması için Musabaşoğlu Ali Ağa, kendi cebinden, kazma, kürek, balyoz satın almış, ameleler tutmuştu.
Musabaşaoğlu Ali Ağa, önce Melet ırmağına inerken Koçoğullarına ait oldukça tehlikeli olan rampayı kaldırtmak istemiş. Ama Koçoğulları rampayı azaltacak olan yeni yol güzergâhı kendi arazilerinden geçeceğini anlayınca Musabaşoğlu Ali Ağaya karşı çıkmışlardı. Koçoğullarının karşı çıkmalarına rağmen Musabaşoğlu Ali Ağa, kimseyi dinlememiş, kazma kürekli işçilerle beraber, yolun güzergâhını değiştirmişti. İnsanlar daha sonra bu yapılan yeni yoldan rahat biçimde uzun seneler geçmeye başlayınca Musabaşoğlu Ali Ağaya dua etmişlerdi. Ali Ağanın açtığı bu yeni yola bir müddet sonra devlet makineleri de gelmiş, yolu daha da iyileştirmişlerdi.
Çambaşı yolunun açılmasına yine engel olanlardan birisi de Bıyıklıoğlu diye bir kişiydi. Kabadüz ile Melet ırmağı arasında bulunan tarlasından Bıyıklıoğlu yol açılmasına müsaade etmemişti. Bıyıklıoğlu kendi arazisinden vasıtalara yol vermediği için yaylaya giden gelen vasıtalar, Köroğlu tepesinin sırtlarından gidiyor, rampalar, virajlarda vasıtalar çok sıkıntı çekiyorlardı.
Bir gün Bıyıkoğlu çok hastalanmıştı. Bıyıklıoğlunun yakınları, Musabaşoğlu İsmet’te gelmişler ve Bıyıkoğlu’nun evine kadar vasıtasını yanaştırıp, onu hastaneye götürmesini rica etmişlerdi. Yol olmadığı için çok zorluklar çeken Musabaşoğlu İsmet bu fırsatı kaçırmamış,“ Götürmem, ben o Bıyıklıoğlu’nu hastaneye götürmem. Bize yol vermedi. Onun yüzünden herkes çok sıkıntı çekiyor.” Diye taşı gediğine oturtmuştu. Bu laf üzerine yakınları ağır hasta olan Bıyıklıoğlu’nu ahşap bir sala koyup, yayan olarak Melet ırmağına kadar binbir zorlukla indirebilmişlerdi. Bıyıklıoğlu bu hadiseden sonra ders almış, yolun ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu anlamış ve iyileştikten sonra yolun kendi arazisinden açılmasına müsaade etmişti.
74 yaşında vefat eden Musabaşoğlu Ali Efendi, okuryazar değildi. Ali Ağanın dükkanında asılı duran uzun bir kalyon sigara ağızlığı vardı. Ali Ağaya dostları gelip gidip hep soruyorlardı, niye bu kalyon ile bir sigara içmiyorsun? Diyenlere “Rusya ne zaman yıkılırsa, o zaman buradan iskele başına kadar keyifle içe içe gideceğim.” Diye cevaplıyordu. Rusların Harşit’e kadar işgal etmesini ve netice olarak Ordu’ya kadar dramatik göçlere sebep olmasını yaşayan ve o acı dolu günleri içini sindiremeyen Musabaşoğlu Ali Ağa, Rusya’ya karşı çok öfke duyardı.
Ali Ağanın Esenyurt köyünde arazisinde bir çobana baktırdığı 300 koyunu vardı. Ali Ağanın koyunlarını “Aziz “ adlı bu çoban yayardı. Ali Ağa, yayla zamanı gelince Erdaş obasındaki arazisine koyunları yollar, kışa kadar koyunlar çobanla birlikte orada kalırdı. Çoban Aziz, koyunları her bahar yaylaya götürürken, Ali Ağanın çocuklarını yaylada bakması için çobanın anası Çakır teyzede atlarla yaylaya kadar giderdi. Ali ağanın çocukları yaz mevsimini Çakır Teyze ve Çoban Aziz'in yanında Ertaş obasında geçirirlerdi.
Eski gençlik yıllarında atla yaylaya çok gidip gelen Musabaşoğlu Ali Ağa, Ordu şehir merkezinde ticaret yaptığı için uzun yıllar boyunca Çambaşı yaylasına bir daha gitmemişti. Ne zamanki onun yaşlılık yıllarında yaylaya muntazam bir şekilde arabalar gidip gelmeye başladıysa; Çambaşı’na o zaman gitmek nasip olmuştu..."
Yine Sıtkı Çebi'den Musabaşoğlu Ali Ağanın bir hatırasını daha paylaşalım "...Merhum Ali Baş, İkinci Dünya Harbinin had safhaya girip, Alman ordularının bir günde iki devleti yeryüzünden kaldırdığı sıralarda, Türkiye’de her ihtimale karşı pasif korunma tedbirleri alınıyordu. Nazi ordularının Balkanlara sarktığı günlerdi. Birkaç kişi Musabaşoğlu Ali Efendinin dükkânında toplanmış gelişmeleri büyük bir endişe ile konuşuyorlardı…Mesele şu idi: “Almanlar, bizim hududa dayanırsa, topraklarımızdan yol verilecek mi? Yoksa yol verilmeyecek mi? Tartışmayı sükûnetle dinleyen Musabaşoğlu Ali Efendi verdiği şu misalle Türk kamuoyuna tercüman oldu ve dedi ki:
“…Ben babamdan miras kalan evde balta ile hergün odun yara yara eşiği de doğrayıp bitirdim. Nihayet baba evim de çöküp gitti. Baba evimin kadrini kıymetini hiç bilemedim. Ama kendi alın terimle çabalayarak satın aldığım evimin duvarına tebeşir sürülmesine dahi razı gelemem…” Dinleyenlerin bu sözlerden bir şey anlayamadıklarını görünce Musabaşoğlu Ali Efendi, sözlerine şu ilaveyi de yapıverdi:”…Bu toprakları Türk Milleti canı ve kanı pahasına on binlerce şehit vererek kazanmıştır. Daha bu milletin teri soğumadı ve yorgunluğu bile çıkmadı. O yüzden bu vatan toprağına bir daha düşman ayağı bastırır mı?”
Musabaşoğlu Ali Ağanın bu sözleri, Ordu Milletvekillerinden Hamdi Yalman tarafından, Ankara’da TBMM’de Parti Gurubunda aynen anlatılınca, gurup bu sözlere büyük alkış ve tezahürle karşılamıştı. Ali Ağanın bu sözlerine Ankara’da siyasi iktidarda katılmış ve bunun Türk Milleti’nin düşüncelerini aynen ifade eylediği beyan edilmişti..."
İşte Musabaşoğlu İsmet abinin babasıyla birlikte yaşadığı anılar böyle sürüyor gidiyordu...Musabaşoğlu Ali Efendi, en son Eczacı Şükrü Beyin binasında işinin başında iken 74 yaşında ölmüştü. Bu vesileyle Musabaşoğlu Ali Ağaya ve Merhum İsmet Baş'a Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Ailesine sabırlar diliyorum…