EN ÖNEMLİ TÜRK DÜŞÜNÜRLERDEN, değerli yazar, üstat, Doç. Dr. CEMİL MERİÇ, SAİD NURSÎ'yi anlatıyor:




"Said Nursî`yi çok geç tanıdım.Şayet kendisini önceden tanıyıp eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım, hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu. Üstad Bediüzzaman`ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim. 
Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu`da buldum. Doğu`da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî`yi tanıdım. 
Tanzimat`tan bu yana, İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım. Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor.

Said Nursî, İslâm irfanının, cihanşümûl hakikatlerini küçük bir risâlede toplamış. 
Üstâd şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor. Üslûb kesif ve izahlar inandırıcı. 

Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke…

İslâm tefekkürünü temsil eden Bediüzzaman`ın celâdeti, taşıdığı sağlam îmanın tezahürüdür. Vak`a–yı Hayriye`den (Tanzimat`tan) beri (1839) bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır.Sadece Said Nursî var. Hürmete lâyık başka bir adam tanımıyorum. Ben onu tanıdım.

Ben, Müslüman mütefekkir deyince, celâdetiyle, cihadetiyle onu tanıdım, başka tanımadım.
Ülkede zoru baskıyı zulmü görünce hepsi `Pırt!` deyince kaçan, firar eden insanlar vardı. Bir tane başka göremedim ki...

Evet, Tanzimat`tan sonra büyük İslâm mütefekkiri yok. Olsaydı, zaten bu hale gelmezdik. Yani olsaydı, bir mücadele olurdu… Hiçbir mücadele olmadı. Giyin dediklerini giydik, atın dediklerini attık. Dili de mahvettik.

Bütün bu cinayetler olurken, herkes pustu, sindi… Tek sesini çıkaran Said Nursî oldu, o kadar...
Said, dağbaşında vaaz eden bir mürşid. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın… Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti.

O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi ile Anadolu, tereddütle inanç karşı karşıya geldi.

Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı îmanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risâle bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?

Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu. Nurcuları yok farz etmek, gaflet. Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak.

Said Nursî, Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman...

Deccal karşısında imanın remzi, işareti; mü'minin duruşunu temsil eden asil bir sembol...
( BU ÜLKE kitabı, S. 247)