Kazanma Kuşağında Kaybeden Melek


İnsanlık Aleminin İlk Sultanı – 3 –
 
Huzurdaki Müthiş İmtahan

Yüce Allah (cc), kendisini temsil edebilecek ve onun adını bayraklaştıracak ilk insanı yaratmasından hemen sonra, ona çevresinde bulunan nesnelerin de isimlerini öğretti. Çünkü, Onu temsil edecek bir varlığın bilgili, çevresini iyi analiz eden bir mahiyette olmasını murat etmişti.
Demek ki, büyük bir davayı omuzlamak ve boyunduruğu kaldırmak güçlü omuzlar istiyordu. Bu öyle bir yaratılışdı ki, ilk muallimliğini Yüce Allah yapıyordu. Sıra takdimata gelmişti. Bu zor imtihanda ilk soru meleklere geliyor ve ilk sınav heyacanı nı onlar yaşıyordu. ‘’ Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” (Bakara 31) dedi.
 
Huzuru büyük bir sessizlik kaplamıştı. Meleklerden tabiri caizse ‘çıt’ çıkmıyordu. Çünkü Rabb’leri daha önce onlara bu nesnelerinin isimlerini hiç öğretmemişti. Onlar da kendi yaratılışlarına yaraşır; ‘’ Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin" (Bakara 32) cevabını verirler. Melekler verdikleri bu cevapla hem imtahanı hem de Allah’ın rızasını kazanmışlardı.
Yüce Allah, ikinci soruyu Hz. Adem (as)’a yönelterek; ‘’ Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim, demedim mi!” (Bakara 33) buyurur.
Böylelikle yaratılışın ilk imtihanı Hz. Adem (as) ile melekler arasında olmuş ve bu imtihanın kaybedeni de olmamıştı. Bu olay aynı zamanda insanoğlunun kullukta meleklerle de yaraşabileceğini göstermiş oldu. Hz. Adem (as)’e gelince o da, yeryüzünü dolduracak evlatlarına, imtihanın kendisi ile başlayıp, kendisi ile bitmeyeceğini; Rabb’e kul olmanın, saflaşıp varlığa ermenin çile ve ızdırap atmosferinde  yanmakla mümkün olacağını gösteriyordu.
 
Kazanma Kuşağında Kaybeden İlk Melek
Yüce Allah, Hz. Adem (as)’in üstünlüğünü ortaya koymak için, meleklerini imtihan üstüne imtihana tabi tutuyordu. Bu defa, imtihan sorusu insan benliğindeki kibri, kendiği beğenmeyi, kendini üstün görme hastalığını ortaya çıkarmak için geliyordu. Soru, Efendimiz (sav)’in; ‘’ Zîra şeytan, herbirinizin içinde, vücudunuzda kanın dolaştığı gibi, dolaşır." (Tirmizî, Radâ 17, 1172) diye tarif ettiği şeytanı ortaya çıkartarak, kıyamete kadar devam edecek bir imtihanın da yolunu açmış oluyordu.
 
Meleklerle dolup taşan dergahta büyük bir tören havası hakimdi. Burada Allah’ın halifesi olarak yaratılan şerefli bir varlığın takdimat merasimi yapılıyordu. Bu zamana kadar yaratılan ne kadar mahluk varsa hepsi bu merasimde hazır bulunuyordu. Sayılarını insan hafsalasının almakta aciz kalacağı ‘İbadün mükremin’ (şerefli kullar) adı verilen melekler da, Allah’ın emriyle kıyamda bekliyorlardı.
 
Bütün yaratılmışlar bir tarfata kıyamda dururken, tam karşılarında yaratılış ve kulluğun en güzel, en şerefli projesi olarak Hz. Adem (as), meleklerin Kıblegahı olarak cansız bir şekilde duruyordu. Bu topluluk içerisinde, meleklerin başı Azazil adında bir melekte hazır bulunuyordu. Rivayetlere göre Azazil, melekler arasında ibadet, bilgi ve kulluk bakımından şerefli bir mertebeye ulaşmış bir yaratılışa sahipti. Ne var ki imtihan sırrını kavrayamadığı, gurur ve kibrine yenik düştüğü için, kazanma kuşağında kaybedip, Allah’ın huzurundan kıyamete kadar kovulmaktan kurtulamamıştı.
 
Yüce Allah (cc) meleklerine dönerek; ‘’ Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." (Hicr 29) buyurur. Nihayet takdir kaleminin belirlediği gün ve saat gelir. Allah kendi ruhundan o cesede üfler ve yerde yatan cansız beden birden doğrularak ayağa kalkar. Onun ayağa kalkmasıyla ilahi imtahan sırrı da başlamış olur.
 
Melekler hayretle bu tabloyu seyretmektedir. ‘’ … Adem’e secde edin.’’ (Bakara 34) ilahi fermanı gelir gelmez, adeta koca bir kainat secdeye kapanmış gibi huzurda herkes secdeye kapanır. Görünürde mantığın kabul etmeyeceği bir olay yaşanıyordu huzurda. Nasıl olur da, balçıktan yaratılmış birisi, nurdan, şuadan yaratılan birisiyle aynı kefeye, aynı değere denk olabiliyordu. Ama, bu bir ilahi imtihan olması sebebiyle, yine ilahi bir akılla hareket etmek gerekiyordu. Melekler, Rabblerine sadakatin gereğini yerine getiriyor ve emre itaat ederek Hz. Adem’e secde ediyorlardı.
 
Ama, bunca secdeye kapanmış melekler arasında bir tanesi vardı ki, adeta bir sırık misali dim dik ayakta duruyor ve kibri belini bükmesine izin vermiyordu. Azazil’in bu yapmış olduğu Rabbine karşı büyük bir küstahlıktı. Kendi mantığına göre Allah’ı mantıksız iş yapmakla suçluyor, değersiz bir topraktan yaratılan insana bu kadar değer verilmesine bir anlam veremiyordu. Kibri ve gururu onu değerli olanın, değersiz! olana secde etmekten alıkoyuyordu.
 
Azazil, huzurun insibağını bozarak Rabb’e isyan ediyordu. Huzuru fırtına öncesi bir sessizlik kaplamıştı. Bu nasıl bir baş kaldırma, bu nasıl bir isyandı böyle. Melekler Rabb’lerinin gazabından tit tir titrerken Azazil, ‘cahil cesur olur’ mukabilinde kendini soğukkanlı göstermeye çalışıyordu.
Ama o, melek olduğu halde Rabb’inin gazabını unutmuş olacak ki, güç ve kuvveti kendinde arıyordu. Allah (cc); " Hemen çık oradan, artık sen kovuldun." (Sad 77) diyerek, kıyamete kadar devam edecek bir imtihan, bir çile ve ızdırabın da yolunu açıyordu. Azazil, sadece huzurdan kovulmakla kalmıyor, dünyada işlenecek bütün şerlerin, günahların, fesatların organize işlerinden mesul Şeytan adını alıyordu. Şeytan Allah’ın huzurundan ayrılırken adeta, bu iş burda bitmedi dercesine; ‘’… Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.’’ (A’raf 16)  diyerek meydan okuyarak ayrılıyordu.
 
Evet, Şeytan’ın dediği gibi o iş orada bitmemişti ve kıyamete kadar da bitmeyecekti. İşte bundan dolayıdır ki, düşman yolumuzun üzerine oturmuş, hünerini fitneden, fesattan, kötülükten, şehvetten taraf  kullanarak, nefisleri şeytanlaştırmıştı. Allah’ın kullarına rahmetinden olacak ki, önceden kullarını bu zalimle karşı uyarmış, kitabında biz kullarına bu düşmandan uzak durmamızı emretmişti.
 
İnsanoğlu her taşın altında illada bir şeytan aramaktan vazgeçmeli ve asıl şeytanı kibirle, gurula, hevesatlarla şahlanmış kendi nefsinde aramalıdır.