Bir GÜLÜSTAN Nağmesi



 
   Ahmet Cevat Ahundzade ( 1892-1937)
 

Millet olarak, öyle dahi şahsiyetler yetiştirmişiz ki,  dünya bizim ruhumuzu, bizim vefamızı, bizim sadakatimizi ve bizim hoşgörümüzü bu insanlar sayesinde tanımıştır. Bu yiğit insanlar sayesinde başkalarının ütopya diye mırıldandığı hakikatleri bizim necip soyumuz yaşıyor ve hayatına hayat katıyordu. İşte, bu nadide şahsiyetlerimizden birisi de, Azerbaycan’ın milli şairi Ahmet Cevat’tır.
 
Ahmet Cevat, 5 Mayıs 1892 tarihinde Azerbaycan’ın Gence şehrinde dünyaya gelir. Babası İmam Muhammed Ali, annesi Yahşı Hanımdır. Gence’nin en soylu ve hatırı sayılır ailelerinden biri olan Ahundzade ailesi, aynı zamanda milli ve manevi değerlerine sahip çıkma yönünden de dillere destandı. Ahmet Cevat doğduğu günden itibaren bu aileye ayrı bir bereket ve ayrı bir mutluluk getirmişti. Baba Muhammed, oğluna ismi ile müsemma olacak bir yol ararken Kur’anı kerimi eline alarak tefeül yapar. Yani rast gele bir sayfa açarak ilk okuduğu ismi oğluna koyarak, Rabbine şükür mahiyetinde de üç gün üç gece yemek ziyafeti verir. Başka bir rivayete göre de, Gence Hanı Cevat Han’ın isminin koyulmasıdır.
 
Ahmet Cevat, 5 yaşlarında Kur’an okumaya ve bazı süreleri ezberlemeye başlar. Azmi ve zekası ile kısa zamanda herkesin dikkatini çeker. Baba Muhammed, oğlunun milli ve manevi yönden iyi yetişmesi adına onu, dönemin münevver insanlarının sohbet meclislerine götürmeye başlar. Onun ruh ve gönül dünyası ilk defa bu ilim meclislerinde olgunlaşmaya başlar.
 
Her büyük kametin yaşadığı süreci o da yaşar ve 1900 yılında daha sekiz yaşındayken ilk mürebbisi, ilk gönül mimarı babasını kaybeder. Baba himayesinden yetim kalan Cevat, bu açığını kapatmak, duygu ve düşüncede kaymalarını yaşamamak için Gence medresesine kaydolur. 1906 yılında geldiği Gence medresesi yıllarını;
                          ‘’ Aklımda hiç çıkmaz, o geldiğim gün
                             Başladı tarihi benim ömrümün’’   mısralarıyla dile getirecekti.
 
Evet, ömrünün adeta dönüm noktası olan bu medrese hayatı 1912 yılına kadar devam eder. Medrese hayatı başarılarla geçen genç Ahmet’in konuşması, hal ve hareketleri ve olgunluğuyla arkadaşları arasında her bakımından seçiliyordu. Nasıl seçilmesin ki, onun hayattan beklentileri ve hayata bakış açısı emsallerinden çok farklıydı. Arkadaşları okuyup makam-mansıp hülyalarıyla kendilerini avuturken o, vatanı ve milleti adına hayırlı işlere imza hülyalarıyla yaşıyordu. Onu tanıyanlar zekasına ve okumanın verdiği hitabetine hayran kalıyorlardı. Sürekli okur, okuduklarından notlar çıkarırdı. Çünkü, milli ve manevi dünyasını şekillendiren o sohbet meclislerinden çok şeyler öğrenmişti.
 
Ahmet Cevat, 1913 yılında Gence medresesinden mezun olarak öğretmenliğe başlar. 1915-1922 yılları arasında değişik il ve ilçelerde öğretmenlik, il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri görevinde bulunur. 1922 yılında Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesini kazanarak, 1926 yılında buradan başarıyla mezun olur. 1927 yılında Baku Pamukçuluk Enstitüsü’nde ve daha sonraları da Azerbaycan Ziraat Fakültesinde Türkçe ve Rusça dersleri vermeye başlar. Ahmet Cevat, bir yandan çalışırken diğer yandan da eğitimine devam ederek liyakatiyle Profesörlüğe kadar yükselir.
 
O, her bir gencin gönlüne milli ruh ve milli düşünceyi yerleştirmeyi hayatının en büyük hedefi haline getirmişti. Zaten hayatı boyunca şahsi hiçbir hülyası ve rüyası olmamış, her şeyini milleti uğruna feda etmişti. Nerde bir mazlum bir mağdur varsa oraya koşmayı ve dertlerine derman olmayı kendine bir vazife bilmişti. Milleti adına haksızlıklara, adaletsizliklere karşı Hakk’a çağıran bir ses bir nefes olmuştu adeta. Onu bu yoldan çevirmek isteyenlere o;
                     ‘’ Soranlara ben bu yurdun, anlatayın nesiyem,
                       Ben çiğnenen bir ülkenin Hakk bağıran sesiyem’’  cevabını veriyordu.  
           
Onun hayatında boş oturma, başkalarının eline bakma ve onlardan bir şeyler beklemenin yeri asla yoktu. Bir yandan hayır cemiyetlerinin faaliyetlerine koşarken diğer yandan da öğretmenliğe devam ediyordu. Öğretmenlik onun daha fazla kitleye ulaşması açısından önemliydi. Ama o, sadece derslere girip-çıkmakla kalmıyor,  bir yandan da gazetelerde halkı aydınlatıcı makaleler yayınlıyordu.
 
Bir eğitimci olarak faliyet gösterdiği yıllarda değişik dillerden bir çok eseri Azerbaycan diline tercüme ederek, Azerbaycan halkının kültür dağarcığını zenginleştiriyordu. Öyle bir hoşgörüye sahipti ki, her kesim onu takdir ediyor, gönlünde her kesimden insanın oturabileceği bir sandalyesi bulunuyordu. O hayatı boyu hep bir bahçıvan olup, güller yetiştirmek ve o güllerle vatanının her köşesini gül bahçelerine çevirmek istiyordu. Her çiçeğin kendi renginde, kendi güzelliğinde ve kendi kokusunda olmasını arzu ediyordu. Bu duygusunu Azerbaycan’ın Milli marşında;
                     ‘’ Sen olasan gülüstan,
                       Sana her an can kurban…’’ dizeleriyle anlatıyordu.
 
Kendi yaşadığı dönemde ondan daha tanınan ve meşhur olan yazar ve şairler de vardı ama, çoğu Ahmet Cevat gibi ‘’ yaşatmak için yaşama’’ davasına gönül verememiş, şahsi duygu ve düşünceleri arasında kaybolup gitmişlerdi. O, ailesi başta olmak üzere, bütün dünyevi servetini Azerbaycan halkının yoluna harcayan çile ve ızdırap kahramanı bir yiğitti. Hanımı sürgünlerde insanlık dışı muamelelere maruz bırakılırken, çocukları zorla kimsesizler yurtlarına yerleştirilerek ailesi parçalanıyordu. Ama o, bütün bu zalimliklere rağmen vatanına ve milletine hizmet etmekten, Hak bağıran ses olmaktan vaz geçmiyordu. Artık o, Bolşevik faşistleri tarafında bir vatan haini olarak tescillense de, gelecek nesiller tarafından vatan sevgisiyle dopdolu, yaratılanı yaratanda dolayı seven  bir “ Gönül İnsanı ” olarak ölümsüzleştiriliyordu. 
 
.