Hazin kelimesi de kifayetsiz artık, doktor…


 

Godot’yu bekler gibi seçim bekleyen toplum, o seçimi kendisine bir lütuf olarak sunup sunmayacağı belirsiz ucube rejime “razı olma” aşamasına da geçmekte artık.

Adalet yürüyüşleri de yaşandı bu topraklarda, “hak hukuk adalet” çağrıları altında yerel seçimlere gidildi, sonra da saman alevleri seyredildi beraberce.

Ve bir kırılma sesi yankılandı kulak perdelerinde son günlerde.

İki buçuk yıla yakın HDP milletvekili olarak kendi tabiriyle “milletin vekilliği”nin gereğini canla başla yerine getirmeye çalışan Dr Ömer Faruk Gergerlioğlu’na bir RT bahanesiyle hapis cezası aldıktan sonra önce milletvekilliğini kaybettirildi, 10 gün ardından önceki gün, yani 2 Nisan’da 20 kadar polis tarafından evi basıldı, yaka paça karga tulumba sürüklendi, bir polis otosuna tıkıldı, arabada bir polis “kes sesini bak, yumruk da yersin” diye tehditler yağdırdı, yaşadığı sahneler nedeniyle göğüs kafesi sıkışınca, cezaevi kapısından “biz sorumluluk kabul etmeyiz” dercesine geri çevrildi, hastane hastane avukat ve yakınlarına yanlış bilgiler verilerek dolaştırıldı, anjiyo yapıldı ve dün sabah gene insan kaçırır gibi gizlice hastanenin arka kapısından kaçırılıp Sincan Cezaevi F Tipi’ne tıkıştırıldı. Ne durumda olduğunu, bu yazı yazıldığı sıralarda oğlu Salih dahil kimse bilmiyordu.

Kendisini sadece insan hakları ihlallerinin dökümünü çıkarmaya adamıştı Doktor. Aynen Mazlum-Der’de yaptığı gibi. Deliler gibi gecesini gündüzüne katarak çalıştı durdu. Oğlu Salih dünkü Clubhouse sohbetimizde “Bakın ben babamı sizin hepinizden daha az gördüm” diye anlatıyordu, adanmışlığını tasvir edebilmek için.

Maaş alıp yan gelip yatan, Salı grup toplantılarında afra tafra liderlerini alkışlamaktan başka bir hedef gütmeyen ezici milletvekili çoğunluğuna kötü örnek olmuştu Doktor. Bu kadar da “abartma”nın ne lüzumu vardı canım, gideceklerdi işte, an meselesiydi, baskın seçim kapıdaydı zaten, bitmişlerdi, biraz beklemek yetmez miydi? “Şov yapıyor” diye mırıldanan muhalefet milletvekilleri bile oldu. Makbuldür bu fiille bahane bulmak, kim ki çıkar medeni cesaret gösterir, anında “şov yapıyor” damgasını yer.

Sadece bu mu? En az 50-60 bin siyasi mahpusun yüzde 90’ının yok yere hapis yattığı ülkede, Kürt mağdurları savunduğu için bölücü, Cemaat mağdurlarını savunduğu için FETÖ’cü, solcuları aydınları gazetecileri savunduğu için terör sevici, akla ne gelirse her türlü çamur üzerine yağdırıldı. Bu arada, iktidarın iyice radarına da girmişti, çıplak arama ve işkence verilerini Meclis kürsüsü konuşmalarıyla TBMM kayıtlarına geçirdiği ve daha önemlisi dindar kimliği ile AKP-MHP rejiminin dindar-muhafazakar seçmenlerinin “memlekette çok fena adaletsizlik var” şeklinde kafalarını karıştırdığı için.

İyilik için çabaladı durdu Doktor. Oysa bu ülkede iyilik ve cesaret buluşursa, ve ısrar ederse, hemen cezasını hep bulmuştur, burada da buldu. Karşısına dikilen kurumsal kötülük, öyle bir sadizm icraatı içindeydi ki, kapısına gönderilen ve onu kolundan bacağından çekiştiren polislerden biri, Doktor’un TBMM kürsüsünden birtakım belgeler eşliğinde işkenceci olduğunu açıkladığı devlet görevlilerinden biriydi. Evet, onu göndermişlerdi, Türkiye’nin kaç bucak olduğunu anlaması için. Göstere göstere, 1990’ların en karanlık sahnelerine taş çıkarır şekilde derdest ettiler, ölümle yüzleşmesine de sebebiyet vererek.

Bütün bu akıllara seza olaylar olurken, tam bir ölüm sessizliği hakimdi ülkenin siyasi muhalefetine. Doktor’a birkaç HDP’liden başka kimse oralı bile olmuyordu. Kendi milletvekillerinin milletvekilliği düşürülürken yeri göğü inletip milletvekilliği iade edilince sevinçten coşan ana muhalefet için sanki bu olay Myanmar’da filan olmuştu. Değmezdi canım. Sahip çıkılsa kim bilir neler derlerdi, değil mi?

Olanlar ardından dikkatimi çekti. O ana kadar, türlü çeşitli kanı beyne sıçratan ihlal ve baskı olayları ardından bana çok sayıda mesaj gelirdi, sosyal medya kaynardı, ama bu kez tam bir ölüm sessizliği… Sıradan bir olaydı bu sanki, kirasını ödemeyen biri zorla daireden çıkarılmıştı, öyle bir şey.

Toplumun, azan despotizm karşısında “rıza gösterme” aşaması mı? Galiba öyle.

Murat Sevinç, dünkü mükemmel yazısında tam da buna isyan ediyordu:

“Belki… sanki… o mu ki… hani şu HDP’li… evet evet terörist olan… çıkaracaksınız bir yerden ama… ya işten güçten haber okumaya fırsat kalmıyor ki… belki de duyup unuttunuz… olur mu olur… ah tamam KHK’li vekil üstelik… vay iltisaklı vay… hayret, ağaç kemirmesi gereken insanı nasıl vekil yapmışlar ki…

Şu eski Mazlumder başkanı, evet evet, yıllar önce türban yasaklarına karşı canhıraş mücadele eden dindar Gergerlioğlu, tamam şimdi bir yerlerden çıkarır gibi oldunuz sanki, ama pek ilgilenemediniz konuyla bu aralar, Sümbül Konakları’nda yeni bir daire alıyorsunuz, villa sayılır, 8+2, kiralık düşünmediniz tabii, akıllıca doğrusu, eh kolay mı, onun onarımı, eşya seçimi derken, aman vallahi zor işler bunlar be, nasıl yorar insanı taşınmalar, yerleşmeler, badana boya, hele ki ustayla, pardon iç mimarla uğraşmak, önü halkalı aracınız da serviste, bir de onun derdi, bana bak, 2021 modelini gördünüz mü o halkalının, vallahi süper, hemen alın, boşverin, üç günlük dünya, siz her şeyin en iyisine layıksınız, 2020’yi de çocuğa verirsiniz, yavrucak mahrum mu kalsın, Allah kimseyi gördüğünden ayrı koymasın, gerçi belki ona da 2021 alırsınız, doğru ya neden eski araba kullansın, dur bakalım şu ihalenin sonucu da belli olsun da, aslında mal mülk hep yalan, kim ne götürebilmiş ki öte dünyaya, beş metre bez nihayetinde, ama şimdi o ayrı o ayrı, elbette en iyisi olacak, ne eksiğiniz var diğerlerinden…”

Bir yanda bu vurdumduymaz kara kalabalıklarla, öbür yanda da “azıcık daha bekleyin, bunlar zaten kendiliğinden gidecek, seçimleri garanti aldık” hayallerini satarak gün dolduran, Salı toplantılarında biz habercilerden rol çalarcasına “durum tespiti” yaparak gelen alkışların desibelini ölçen anası ve yavrusu muhalefetiyle herkes, pek yakında “değişmesi teklif dahi edilemeyecek” Başkanlık Sistemi’ne “toplumsal rıza”nın katsayısını artırmakla meşgul.

Durdukça, hayal sattıkça, herkesi statükoya alıştırıyorlar.

Bir de, papağan meselesi var tabii.

O her şeyin üzerine dikilen tüy.

Ülkenin utanç silsilesine Gergerlioğlu hadisesi eklenirken, İyi Parti’nin Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Erozan, bir papağan videosu paylaşmaz mı? Bu papağan “andımız”ı okuyormuş ezbere. “Şu papağan kadar olamadınız” diye not düşmüş bir de altına.

Evet, ülkesinin meclisinde seçilmiş milletvekilleri bir bir ihraç edilir, kodese tıkılırken bu kişi, altı büyükşehir belediyesinin yerel seçimlerde HDP seçmeninin oyları sayesinde Millet İttifakı’na geçmesini inkar etmenin açık nankörlüğü içinde, sağa sola papağan videoları gönderiyordu dün.

Papağan metaforu ne kadar da güzel oturuyor 2021 Türkiye’sine. Gayet net anlaşılıyor ki, papağan misali ezberletmelerle nasıl seçmeni “güttülerse”, nasıl kutuplaşmalara katkıda bulundularsa, bu kez de aynısı olacak:

2022 mi, 2023 mü, artık ne zaman olacaksa seçimlere papağan sürülerinin nakaratları eşliğinde, sadece o ezberleri bir üç beş seçim dönemi daha yayarak “idare etmek” üzere sandık şarkıları söyleyecekler.

Muhtemeldir ki, parlamenter rejime dönüş sayısını elde edemeden, maaşlarıyla bundan sonra da “kıt kanaat” geçinecekler.

Doktor elinden geleni yaptı ve cezasını buldu.

İçerde sağlığına ve aklına mukayyet olsun yeter.

“Yalanda yaşama ülkesi”ne iyilik yaramıyor, anlaşıldı. Burası iyilikle değil, - ne yazık ki - kötülükle terbiye olmaya müsait bir coğrafya.

Şimdi biraz Soljenitsin okuma zamanı, belki…