DENİZ SALYASI (MÜSİLAJ) NEDİR?


Necdet Topçuoğlu

Deniz salyası, deniz ortamında oluşan mikroorganizmaların aşırı artış göstererek ortama salgıladıkları organik bileşikler sonucunda oluşmaktadır. Bu organik bileşikler suyla temas ettiklerinde şişerek, gözle görünür hale gelmekte ve deniz salyası oluşmaktadır. Deniz salyasının oluşması için yüksek derece de azot ve fosfat girdisi ve su sıcaklığına ihtiyaç bulunmaktadır.
Balıkçıların tabiriyle kaykay ya da müsilaj olarak bilinen deniz salyası olayı, deniz suyu sıcaklığının normal değerlerin üstünde olması, iklimsel şartlara bağlı olarak denizin durağan, yani yüzey ile dip arasındaki sirkülasyonun minimum düzeyde olması ve denizlerin çöplük olarak kullanılması gibi faktörlerden ileri gelmektedir. Maalesef insanlarımız ne bulurlarsa denizlere atmaktadırlar. Dibe çöken bu maddeler büyük bir dip kirliliği oluşturmaktadır.
Bu faktörler bir araya gelince ancak mikroskop altında görebileceğimiz bitkiler hızla çoğalıp, ortamdaki azot ve fosforu tüketmektedirler. Bu işlem sonucunda sümüksü salgı meydana gelmektedir. Müsilaj olarak olarak adlandırılan bu sümüksü yapı suyun altında metrelerce uzanmaktadır. Sıcaklığa bağlı olarak, deniz salyasının yüzeye çıkan kısımları canlılığını kaybetmiş ölü maddelerdir. Organik yapıda olan bu maddeler, yüzeyde parçalanmaktadır. Parçalanırken de suyun oksijenini tüketmektedirler. Yüzeydeki salya temizlense bile, esas korkutucu maddeler suyun altında potansiyel bir tehlike olarak saklı kalmaktadır.
Deniz salyasının normal seyrinde beklenen durum deniz dibine çökmesidir. Ancak deniz tabanına çöktükten sonra denizde bulunan tüm canlı yaşamını bitirmektedir. Oksijenin olmadığı ortamda dip ölümleri gerçekleşmektedir. Aynı zamanda deniz salyası balıkların solungaçlarını tıkayarak, boğulmalara neden olmaktadır. Balıkların sergen gibi su yüzeyinde görülmesinin sebebi su altındaki deniz salyasının varlığıdır. Bu gidişle küresel ısınmanın etkisi daha da artarsa deniz salyası ile birlikle bazı özel mikroorganizma gruplarının ortaya çıkması mümkündür.
Bu mikroorganizmaların bazıları oldukça zehirlidir. Zehirli maddeler bazı balıkları az, bazı balıkları ise daha çok etkilemektedir. Örneğin, midye zehirli maddelerden az etkilenmektedir. Ancak midyeler bu zehirli maddeleri biriktirerek soframıza kadar taşımaktadır. Bu midyelerin yenilmesi felç tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Zehirli maddelerin birçoğu ısı ile bozulmamaktadır. Midyeyi ne kadar pişirirseniz pişirin, midyenin hasat edildiği yerlerde zehirli maddeler varsa, söz konusu zehir ile karşı karşıya kalınması kaçınılmazdır.
Evsel atıklar ve sanayi çıktılarının arıtılmadan denizlere ve özellikle Marmara Denizine deşarj edilmesi, bu denizdeki besin maddesi varlığının aşırı derecede artmasına sebep olmuştur. Son günlerde deniz suyu sıcaklığının yüksek seyretmesiyle çoğalan fitoplankton hücrelerinin ekosistem içinde kullanılmadan parçalanmaları sonucu bu denizde salyalanma oluşmuştur. Bu durum geleceğe yönelik önemli uyarılar içermektedir. Tedbir alınmadığı takdirde önlenmesi zor olan sonuçlarının olması kaçınılmazdır.
İnsanoğlu Soluduğu havanın içindeki oksijenin yüzde 70'ini denizlere borçludur. Bunun yüzde 50'si tek hücreli canlılar dediğimiz fitoplanktonların fotosentezinden kaynaklanmaktadır. Fitoplanktonların büyük bölümünü dinoflagelat dediğimiz türler oluşturmaktadır. Bunlar organik maddeyi çözen türlerdir. Ölürken bakteriyel parçalanma sebebiyle ortamdaki oksijeni hızla tüketmektedirler. Oksijen tüketimi sonucunda anoksik bir alan oluşmaktadır. Bu ortamda yaşayan deniz canlıları yaşama riski ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Son günlerde Marmara Denizi'nde yaşanan olay tam da budur.
Adı geçen denizin nefes alamaz hale geldiğini söylemek mümkündür.
İklim değişikliğini sadece kuraklık gibi algılamak doğru değildir. İklim değişikliği doğal seyrin dışına çıkan her şey olarak tanımlanmalıdır. İklime bağlı olarak ortalama sıcaklıklar yükselmiş ve denizdeki durağan şartlar daha uzun devam etmeye başlamıştır. Bu değişikliklere uyum sağlamak için uzun vadeli planlar yapılmalıdır. Özellikle Marmara Denizi'nin yükü azaltılmalıdır. Bu tedbirler alınmadığı takdirde deniz salyası afeti Ege Denizine de bulaşacaktır. İstanbul çevresinde 25 milyon insan yaşamaktadır. Bu büyüklükteki nüfusun atıkları düzgün arıtılmadan Marmara Denizine bırakılmaktadır.
Dünyamız artan insan nüfusuna bağlı olarak hızla kirlenmektedir. Bu kirlenme nüfusun yönetilemez biçimde arttığı bölgelerde daha çok görülmektedir. Marmara bölgesi bu konuda alarm vermektedir. Hal böyleyken halen Kanal İstanbul yapılmaya çalışılması ve çevresine milyonlarca insanın yaşayacağı kent kurulması planları gözden geçirilmelidir. Çevreyi yaşanılmaz hale getiren insanoğlu kendi sonunu hazırlamaktadır. Bu makale ile amaçlanan bilimsel çerçevede bir hatırlatmadır. Gayet tabi görev ve sorumluluk karar vericilere aittir.
(24, Mayıs, 2021-Ankara)