Zamana Ve Okumaya Dair...


Zaman; vakit, süre, aralık, vade, çağ gibi sözcüklere eş kullandığımız, belki de hiç bitmeyeceğini sanarak yanıldığımız ve çoğu zaman da boşa tükettiğimiz bir kavram.
 
Her insanın zamanı yönetme şekli farklı. Aslında takvim tek, ama işleyiş kişiden kişiye çeşitlilik göstermekte. Bir dakikasını dahi boşa harcamayacak kadar değerli bir yol arkadaşı zaman. Irvin D. Yalom; “Birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum.”diyor. Peki, her daim yanımızda olan zamanı hunharca kullanmak zamana yapılabilecek en büyük haksızlık değil de nedir?
 
“Zaman, serveti zekası olan insanların tek başkentidir.”
Kör karanlıklarda define aramaya gerek yok. Asıl define bize verilen zaman. İşte zaman, büyük bir servet. Bu serveti verimli kullanmaksa kişinin kendine yapacağı en büyük iyiliktir.
 
Zamanı okuyarak taçlandırmak, bireyin kendine yapacağı en karlı yatırım. Günümüzde okumak denildiğinde genelde okul hayatı, eğitim-öğretim gibi algılanmaktadır. Tabi bunların yanı sıra asıl okumaktan kastımız; kitap okumak…
 
İlk emri “oku” olan bir dine mensubuz. Kuşkusuz bunda sayısız hikmetler var. Okumak ve düşünmek beraber yol arkadaşlığı yaptığında verim sağlanmış olacaktır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “düşünmez misiniz” , “akıl etmez misiniz” vurgusu pek çok yerde geçmektedir.
 
İnsan okudukça kendini bulacak, varlığını tanıyacak ve hakikate ulaşacaktır. Okumadıkça da kendi öz benliğinden uzaklaşacaktır.
İnsan bedeni için yemek, içmek, spor ne ise; zihni ve ruhu için de okumak odur.
 
Az okuyor, çok izliyoruz. Öyle ki, düşüncemizle uyuşup uyuşmadığına bakmaksızın sadece izliyoruz.
 
Kadına şiddetten dem vuruyoruz. Ancak, kadına her türlü aşağılamanın ve haksızlığın yapıldığı yayınları reytinglerde zirvelere oturtuyoruz.
 
Gençlerin ahlaklarının bozulduğundan dem vuruyor ama ne olduğu belirsiz tiktok videolarını trendlere çıkarıyoruz.
 
Ailenin öneminden bahsediyor ama aile kurumunun içini boşaltan hatta "aile" kelimesini dahi silecek yayınları evimizin baş köşesinde ağırlıyoruz.
 
İçkinin zararlarından dem vuruyor, içki içmek günahtır diye içki satan marketten alışveriş yapmıyor ama içkili sofraların eksik olmadığı, kadehlerin tokuşturulduğu dizileri izlemekten geri durmuyoruz.
 
Peki neden bu tezatlık? Neden mi, çünkü sadece izliyoruz. İzledikçe ve  okumadıkça da düşünmekten uzaklaşıyoruz. Düşünmeyince de böyle yaprak misali bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz.
 
Okumadıkça bilincimiz kapanıyor. Düşünceler, davranışlar dijitalleşiyor. Karşımızdaki insanın konuşma hızını, oynatma hızıyla arttıracağımızı zannediyoruz. Beyin sürekli izleyince, gerçek dünyaya dönmesi zaman alıyor haliyle.
 
İnsan yeter ki okumak istesin. Zaman, okuma fırsatını bize sunacaktır.

Bebeğini emzirirken bir yandan kitabını okuyan anne,

Çorbasını karıştırırken diğer eliyle kitabını okuyan birey,

Otobüste, minibüste, tramvayda vs. yolculuk ederken kitabını okuyan bir yolcu,

Okuma fırsatını yakalamış, zamanını değerlendirmiş ve zamanın yitip gitmesine kitap ile kalkan olmuş demektir.
 
Kitapla tanışmamış olanlar ahh bir tanışsalar… Nasıl kapılar açılacak her sayfasında bir bilseler... Bazen maviliklerin dalgasında bazen yeşilliklerin doğasında bazen de karanlık tünellerden aydınlığa çıkışı göreceklerdir.
 
İnsan aklının kalemle ve yürekle buluşmasıyla oluşan kitaplar, edebiyatın rengarenk çiçekleri, şifalı bitkilerle dolu uçsuz bucaksız bahçesinin mahsulüdür. İşte kitap okundukça edebiyatın bahçesinde buluşulmuş olacaktır.

Okurken düşünmek ve düşünerek okumak birbirinden ayrılmayan iki kavram. Düşünmeden yapılan okuma eylemi hamallıktan öteye geçemeyecek, sadece edebiyat bahçesinin mahsullerini taşıyacaktır. Halbuki düşünerek yapılan okuma eylemi, edebiyat bahçesindeki mahsullerin şifasıyla şifalanıp rengarenk çiçekleriyle baharı selamlamasını sağlayacaktır.
 
Zamanın kaliteli geçirilmesinde kitabın yeri önemli olduğu kadar kitabın kalitesi de oldukça önemli. Kitap okumak yararlı diye her kitap okunmaz. “Sözün Dili Dilin Sözü” kitabında geçen şu şiir, durumu çok net özetliyor.

“Kitap vardır, can verir,               
 Bir bedene baş gibi.
 Kitap vardır, can alır
 Başa düşmüş taş gibi!


 Bir kitap ki estetik
 Güzel göze kaş gibi
 Bir kitap ki rezillik
 Bakışları şaş gibi."


Kitap seçiminde oldukça titiz davranmalıyız. Kitap vardır, okudukça uyutur. Kitap vardır okudukça uyandırır.
Hani hep söylenen bir söz var, “Beş yıl sonra olacağın insan tamamen bugün okuduğun kitaplara, izlediğin filmlere ve dizilere, zaman harcadığın insanlara, tükettiğin gıdalara ve alışkanlıklarına bağlı.”
 
O halde beş yıl sonra kendimizi nasıl görmek istiyorsak rotamızı o yöne çevirmeli ve attığımız her adımın hesabını iyi yapmalıyız.
 
Bilmeliyiz ki insanoğlu okumadığı sürece hep bir yanı eksik kalacak.

“Müslümanım” diyoruz ama ne Kur’an-ı Kerim okuyoruz ne ilmihal…

“Türküm” diyoruz ama Türk tarihinden bir haberiz…

“Atatürkçüyüm” diyoruz ama Nutuk’u dahi okumamışız…
 
Nerede şimdi bu değerler? Bir futbol takımını tutan biri bile takımının rengini, oyuncularını, teknik direktörünü biliyorken yukarıda belirttiğimiz değerleri bilmemesi zamanın içinde yitip gitmektir.
 
Evet okumalıyız hem de çok okumalıyız. Okuduklarımızı hayatımıza ve davranışlarımıza geçirmeliyiz. Bir sözde ne diyordu: “Ne kadar okursan oku bilgine yakışır şekilde davranmadığın sürece cahilsin.”
 
Var olan bilgi ölçüsünde davranmamak bilgi hamallığıdır. Etrafa nasihatler verip uygulamamakta aynı şekilde bilgi hamallığıdır ve anlatılanlar uygulanmadığı için etkisi sıfırdır.
 
Okuyan, araştıran, zamanını iyi kullanan insanlar güçlü, mutlu, huzurlu toplumları oluştururlar.
 
Zamanın boşa harcanmayacak bir servet olduğu bilincine ulaştığımız,

Kitapların sayfalarında buluştuğumuz,

Okumayı yaşam tarzı seçtiğimiz bir rotamızın olması dileğiyle…


Ayrıca, bana kitap sevgisini kazandıran, gittiği hemen hemen her yere hediye kitap götüren, kitaplarla ve dergilerle dolu bir evde büyüten, yüreği kocaman bir hazine olan çok kıymetli babama bir kez de huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
                        Selam ve Saygıyla…