Bu Günlerde Geçecek


 
Bayramsa Bayramınız Mübarek Olsun!

       
Yeni bir bayrama daha giriyoruz gözler yaşlı, sineler hasret buzlarıyla donuk. Gölgesi düşmeyen acılar yaşanıyor kırık kalplerde. Gözler yollarda, eller semada ve diller duada. Dünyanın dört bir tarafında zulümler bir değirmen taşı gibi eziyor yürekleri. Babasız kalan yavrular, anneye doyamayan kuzular, gözlerini bir hiç uğruna dört duvar arasında açan minik yürekler ve  ömrünün en verimli yıllarını  Yusufçasına zindanlarda geçiren mazlumlar, mağdurlar ve mahkümlerın vebali var günahkar omuzlarımızda.
 
Duymayan kulaklar, hissetmeyen kalpler, görmeyen gözler hiç bir şey yokmuş gibi bayrama hazırlık yaparken, sözlerin ve şekillerin en güzellerini ve en duygulularını seçmeye çoktan başladılar bile. Mutluluklar, sağlıklı günler sevinç dolu saatler dileyecekler birbirlerine. Çocuklar, babasının omuzlarında, annesinin kolunda parklara koşacak ve sevinç çığlıkları atacak. Annelere de yine yığın yığın acı ve keder, bir bayram daha yanlızlık ve hasret düşecek. Sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi davranan, yaşanan bunca zulmün acısını yüreğinde hissetmeyen ve hiç bir şey yokmuş gibi hala bu bayramı güle-oynaya karşılamaya çalışanların Hz. İbrahim (as)’ın ateşe atılmasını seyretmeye gelenlerden, Hz. Hüseyin (ra)’in vücudunu atlara çiğnettilerden ne farkı olabilir ?
 
Ama, ben yine gölgesi yere düşmeyen bu çile ve ızdırap ateşlerinin gönülleri yakıp yıktığı şu günlerde kimseye mesaj atmayacak, kimseye göstermelik mutluluklar dilemeyecek ve herkese ortak mesajım;
‘’ …                                                                                                                                                     Bayram mı olurmuş, gözyaşlarıyla,                                                            
Bayramsa bayramınız MÜBAREK olsun
! ’’ olacaktır.
Hafakan yorgunluğumu atmaya çalışıyorum, gecenin sessiz karanlığında. Titriyor ve ürperiyorum, hatıralarımın soğuk ve solgun  yüzüne bakmaktan. Utanıyorum gecenin karanlık örtüsünü aydınlatan, uyanık gönüllerin iniltilerinden ve hıçkırıklarının etrafa yaydığı ışık hüzmelerinden. Utanıyorum bir sürü mazlum ve mağdur ağlarken hala bayram sevincini yaşamaktan. Sıkılıyorum, dilimdem dökülen kelimelerin kabalığından, tutarsızlığından ve samimiyetsizliğinden. Dilimin kalbime ram olmayışına, duygularımın yüzüne bakamayışıma, etrafımdaki yığınların sevinç çığlıklarından utanıyorum. 
 
Vefaya vefalıya, kadir bilene bildirene, sevene sevdirene herkese ait hasretin ağırlığı var omuzlarımda. Ağlıyorum gecenin ıssız karanlığıyla koyulaşan gönül sokaklarımda. Dövüyorum bağrımı, haykırıyorum ızdırabımı, Yusuf’un kokusuna hasret Yakupçasına. Duygu örsümde dövüyorum sabrımı gönül çekicimle. Açıyorum kollarımı bir makas gibi. Avazım çıktığı kadar haykırıyorum bütün dünyaya kardeşlerimin yaptığı zulmü, ihaneti kuyu dibinde inleyen Yusufçasına.
 
Bağrımda yakılan Nemrut ateşi gibi bir alev yalıyor yüzümü. Mancınığa koyulmuş ateşe atılacağım anı bekliyorum kin ve nefretin yamaçlarında. Etrafım adeta insan seli gibi, sesleri kulaklarımı tırmalıyor, çiğerini kanatıyor. Gönüllerinin hala Nemrut'tan yana olduklarını görüyor, İbrahimler gibi Rabb'e teslimiyet içerisinde yanmaya koşuyor ve koşarken de ‘’ Hasbunallahu ve ni’mel vekil’’ diye haykırıyorum.
 
Ama, onlar bilmiyordu ki, insanı yakan görünen kırmızı renk cümbüşü halindeki ateşin olmadığını. Onlar bilmiyordu ki, yanan bir gönüle ateşin ızdırap veremeyeceğini. Onlar bilmiyordu ki, herkesin gıpta ile baktığı altın haline gelmek için o alevlere ihtiyaç olduğunu. İnsanı asıl yakan,  elleri çiçek koktuğu için, onları çiçekleri kopramakla suçlayan ve tıpkı  Hz. Hüseyin’i Kerbela'da katleden merhamet yoksunu kardeş ve dostların ihaneti olduğunu.
 
Kaybolmuş, talan edilmiş, hazana uğratılmış, yanmış, yakılmış gönüllerin hasretiyle  yanmaktayım, yanlızlık mahkümuyum vatanımda. Kalmadı ne Yusuf kadar sabr edecek gücüm, ne Yakup kadar bekleyecek ümidim ne de bu zulüm ateşlerine dayanacak İbrahim kadar vücudum. Arıyorum ateşlerde yanmayan Hz. İbrahim’im gömleğini. Soruyorum Hz. Yakub’un gözlerini açan Hz. Yusuf’un gömleğini. Kardeşlerim tarafından bir kervana satıldım, Mısır pazarında bir köle gibi alındım. Satmak satılmak bana yabancı olsa da, satkınlığı meslek edilmiş Kufe karatreli  Hz. Hüseyin düşmanlarına acıyorum.

     Ey Dost!
 Yakın bir zamanda  bülbüllerin nağmeleriyle şenlenen,  göçmen kuşların bile hayran kaldığı, cennet esintilerinin üfül üfül estiği bahçemizde, kin ve haset gülüstan da katmer güller adına hiç bir şey bırakmadı. Devirmediği ağaç, kırmadığı dal-budak, savurmadığı gönül bırakmadı. İbrahim için odun toplayanların, ateşlere atılmasını seyretmeye gelenlerden farkı yok bu günkü duruşların.  Burun delikleri gayzla açılıyor, ses telleri bu zamana kadar alışık olmadığı titreşimlerle derbeder. Kalplerimiz kırık, gönüllerimiz buruk. Yapılan benzetmeler, söylenen sözlerle gücendirilmeyen gönül eri kalmadı. Bir kemanın dokunaklı nağmalerine benzer Fuzuli gibi; ‘’Dost bi perva felek bi-rahim ü devran bi-sükun. Derd çok hem derman yok düşman kavi tali’zebun’’ bestesini seslendiriyorum.

Allah’ım!
Kuyu dibindeki Yusuf gibi senin inayetini bekliyorum, Kervanlar geçiyor kuyu yanından, içeriden sesimi duyuramıyorum. Bu kervanda kaçarsa eğer, başka kervanları bekleyecek ne sabrım ve ne de takatim kalmadı.

Allah’ım!
Söndür bu fitne ateşini. Durdur bu amansız kasırgaları. Gönüllerde uzun bir zaman sürebilecek kuraklık ve kıtlık yaşanmasına imkan verme. Yusuf’un kapısına dayanan kardeşleri gibi, kapına dayanan bizleri, bu günün gönlü kırıklarını kapından boş çevirme.  
 
Onlar yanlış sen değil, gözlerini al yerden
Utanacak gün değil gözlerini al yerden
Bugünlerde geçecek bu zülümde bitecek.
Güzel günler gelecek gözlerini al yerden