Aldatılmışlık Sendromu!



Toplum bir aldatılmışlık sendromu yaşıyor. Türkiye’nin çok kötü yönetildiğini ve belirsizliğe doğru hızla yol aldığını, iktidarı destekleyenler de çok iyi görüyor. Bir veya iki kez değil, defalarca oy verdiği bir parti hakkında yanıldığını itiraf etmeyi gururuna yedirmiyor.
Bir veya iki kez aldatılmayı savunulabilir görmekte ancak defalarca aldatılmanın bir “aptallık” olarak tanımlanacağını düşünüyor. Yalana inanır gibi yapıyor veya yalanın gerçekliğine inanmış olarak yaşıyor.
Bu patolojik durumun tedavisi için profesyonel bir desteğe ihtiyaç vardır. Toplum olarak çoğunluğumuz bu durumdadır! Ne yazık ki bu ihtiyacı karşılayacak kuşatıcı bir muhalefet şemsiyesi olmayınca, aldatılmış çoğunluk “kime gidelim, kime oy verelim?” gibi aldatılmışlığına mazeret göstermeye devam edecektir!
Topluca ve defalarca kirli suda yüzenlerin, yüzecek temiz su dertleri olmaz. Yapılması gereken kirli suyu tahliye etmek ve yerine temiz su akıtmaktır. Bu durumda aynı insanların hiçbir şey olmamış gibi temiz suda yüzmeye devam edeceklerini görürüz.
Temiz siyaset için öncelikle temiz olana ihtiyaç duymak lazım. Toplumu da kirleten kirli siyaset ve kirli siyasetçilerdir. Daha açık bir ifade ile yalanın, kirliliğin, talan ve yağmanın nedeni otoriter rejimler, sistemler ve otoriter siyasetin kendisidir. Kaynağından temiz su akmadıkça, kirli suyu temizlemek mümkün olmaz.
Uzun yıllar iktidarın kirlenmesinde rol alan veya seyirci kalan bazı politikacıların, hiçbir şey olmamış gibi yeni kulvarlarda nasıl koştuklarına şahitlik etmekteyiz. Çünkü herkesin kendilerine benzediğini ve kendilerinden daha temiz olmadıklarını düşünüyorlar.
Toplum olarak politikacılardan çok mu farklıyız?
Alım gücünün düşmesinden, işçi-memur-emekli maaşlarının yetersizliğinden, işsizlikten, yoksulluktan ve yoksullaşmaktan şikâyet ediyoruz. Gerçekten tarifi imkânsız bir yoksulluk ve giderek artan bir işsizlik sorunuyla karşı karşıyayız. Halk olarak bunu biliyor ve bedelini de ağır ödüyoruz.
Gençlerimiz, geleceğe ilişkin umutsuz, içerde hayal dahi kuramayanlar ülkeyi terk etmek için yol arıyorlar. Daha açık bir ifadeyle sadece gençlerimiz değil toplumun hayal kurması dahi zorlaştı. Yarınlar için beklentisi olmayanların yarınlar için hayal kurmaları da beklenmez.
Thomas More’yi, "Hayal gücünü kaybeden toplum yarınsızdır" demekle ne kadar doğru bir ifade kullandığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Bu kadar açık gerçeğe rağmen yöneticiler, iktidar sözcüleri ve politikacılar, yandaş medya ve danışmanlar gibi ilgililerin neredeyse tamamı tersini iddia etmeyi sürdürmektedir. Peki neden?
Cevabını bulmak için Joseph Goebbels’in otoriter iktidarlara yapığı önerilere baktım ve ülkemizin otoriter sistemliyle karşılaştırarak birkaçını sizinle paylaşmak istedim:
-Aydınları hedef almayın, propagandanın hedefi her zaman kalabalık toplum kitleleri olmalıdır. Kalabalık kitleleri ikna etmek birkaç aydını ikna etmekten her zaman daha kolaydır.
-Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.
-Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır. Yalan, ancak devletin halkı yalanın siyasi, ekonomik ve / veya askeri sonuçlarından koruyabileceği süre boyunca sürdürülebilir. Dolayısıyla, Devletin muhalefeti bastırmak için tüm yetkilerini kullanması hayati önem taşır, çünkü gerçek, yalanın ölümcül düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek, devletin en büyük düşmanıdır.
-Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
-Basını, bir hükümetin üzerinde oynayabileceği büyük bir klavye olarak düşünün
-Yargı devlet hayatının efendisi değil, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır
-Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun.
Dünyada bütün otoriter sistemlerde benzer uygulamalara rastlanmaktadır. Bu ülkelerin tamamında da halk, yöneticilerin, siyasetçilerin yalanlarına aynı gerekçelerle inanmaktadır. Otoriter sistemi besleyen, ayakta tutan da halkın yalanlara olan inancı ve desteğidir. Bütün otoriter sistemlerde siyasetçiler meşruiyetlerini halkın oyuna dayandırmaktadır. Kuzey Kore, Suriye ve diğer otoriter ülkelerde de seçimler yapılmıyor mu?
Otoriter sistemlerde halkın özgürleşmesi de zenginleşmesi de istenmez. İktidar, yoksulluğu halkı daha kolay yönetebilmek ve halkı devlete daha çok muhtaç ve mahkûm bırakmak için kullanır.
‘’…. Aslında kral için tebaasının olabildiğince az malı olması evladır çünkü kendi güvenliği için bunun böyle olması gerekir, aksi halde halk servet ve özgürlükten arsızlaşır.  Servetin ve özgürlüğün olduğu yerde insanlar katı ve adaletsiz buyruklara sabırla boyun eğmeyi zül sayar. Buna karşın yoksulluk ve kıtlık insanları köreltir, uysallaştırır ve isyana hazır cüretkâr ruhları eze eze öğütür."
Hatırlatmak isterim ki, kirli siyasete bulaşmış ve kirli sermaye desteğinde yol almaya çalışanlardan temiz siyaset, temiz yönetim, hakkaniyet ve adalet beklemek yeniden bir aldatılmışlık sendromuna yol açar. Çıkış yolu, hatanın farkına varmak ve yanlış yoldan dönmektir. Aldatılmış sendromunu tedavi etmesi gereken de ahlaklı siyasetçilerdir.

Abdulbaki Erdoğmuş