Ötekileştirilip Yitirdiklerimiz; Ezîdîler..!



Kan ve katliam coğrafyamızda ötekileştirilip yok olmaya mahkûm edilmiş topluluklardan biri de Ezîdîlerdir. Kürt kimliklerinden ziyade inançlarından ve farklı dini yaşantılarından dolayı dışlanmış ve düşmanlaştırılmış bir topluluktur.
Anayurtları Ninova bölgesidir. Toplam nüfusları göçten önce 20. yüzyıl ortalarına kadar Kildaniler gibi bir milyon civarında tahmin edilmektedir. Bugün itibariyle beş yüz bin olarak düşünülmektedir. 1980 Cunta yönetimi öncesi Türkiye’de- Urfa ((Viranşehir)-Diyarbakır-Batman-Siirt (Beşiri) ve Mardin (Nusaybin)’de yaklaşık yüz bin Ezîdî yaşıyordu.
Bugün itibariyle bu illerin tamamında toplam 350 kişinin yaşadığı var sayılmaktadır. Türkiye’de bir topluluk olarak değil, artık sadece bir cemaat olarak tanımlanmaktadırlar. Trajedilerin boyutlarını azalan nüfuslarından anlamak hiç de zor değildir.
Moğol istilası sırasında barbarca katledilmiş bu topluluk, “Öteki” olarak Farslar, Araplar, Kürtler ve Türkler tarafından da defalarca katliama maruz kalmışlardır.
20. yüzyılın başlarında Gayr-i Müslim unsurlara yönelik katliam ve tehcir olayları ve İhtilal sonrası oluşan baskı ve dayatmalar sonucu bölge ülkelerine ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın değişik ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar.
Kapalı bir toplum olarak yaşadıkları için farklı topluluklarla ilişkileri hep sınırlı olmuştur. Bu nedenle de olduklarından farklı olarak tanımlanmışlar, düşmanları tarafından “Yezidi veya Şeytan tapıcıları” olarak yanlış tanıtılmışlar, iftira ve karalamalarla düşmanlaştırılmışlardır.
Yezid b. Muaviye’ye nispetle “Yezîdî” olarak tanımlanmaları gerçeği yansıtmamaktadır. Abbasilere muhalefetleri nedeniyle iktidar yanlıları tarafından Yezidilikle suçlanarak hedef gösterilmişlerdir. Oysa bu halk da Asurlardan olup Mezopotamya’nın kadim halklarının bir parçasıdır.
Ayrıca “Meleke Tavus” ve diğer meleklerle ilgili tasavvurları ve anlatımları bakımından Sünni ve Şii Müslümanlardan farklı olmaları, onları ayrıştıran inanç özelliklerinden biridir.
Zerdüştlüğün bir uzantısı olarak da tanımlanan Ezîdî topluluğu, esas itibariyle tasavvuf geleneğinin farklılaşmış bir Tarikat ekolu olarak bilinmektedir. VI. (XII.) yüzyılda Şeyh Adî b. Müsâfir’in etrafında toplanmış ve onun öğretileriyle dini inançları şekillenmiş bir topluluktur.
Êzidîlik bir inanç aidiyetidir. “Tanrıya kulluk eden kimseler” anlamında Êzidî denilmektedir. Farsça’da “Yezdan”, Kürtçe’de “Azda” veya "Ezda", “yaratan”, “var eden” anlamında “Tanrı” adı olarak kullanılmaktadır.
Farsça ve Kürtçe dillerde de kullanılan “Huda” ismiyle “yedi kat göğü ve yeri yaratan, mutlak kadir” bir tanrının varlığına inanmaktadırlar. Tanrı adına dünyayı yönettiğini düşündükleri kutsal Melek Tâvus’u temsil eden resme saygı gösterirler.
Şeyh Adî b. Müsâfir, aynı dönemde yaşamış ünlü mutasavvıflar Şeyh Abdulkadir Geylani ve Suhreverdi’den de ders almıştır, yani onların talebelerindendir. Ölümünden sonra “mübarek”, “kutsal” bir şahsiyet olarak birçok Tarikat şeyhi gibi mezarı “türbe” şeklinde inşa edilerek kutsanmıştır.
Adaviyye Tarikatı olarak da bilinen bu ekol, Şeyh Adî’nin ölümünden sonra aynı soydan gelen Tarikat pirleriyle devam etmiştir. Şeyh Fahrettin’e, Kitâbü’l-Celve (Cilve) ve Şeyh Hasan Basri’ye nispet edilen Muṣḥaf-ı Reş isimlerinde “Risale” formatında iki kitabı “kutsal metin” olarak muhafaza ederler.
Her yıl 15-20 Eylül arasında Ninova’da Lâleş vadisinde bir dağın eteğinde bulunan Adî b. Müsâfir’in türbesini ziyaret etmek için binlerce Êzidî ibadet amacıyla toplanır, inançlarına özgü ritüeller ve dualar yaparlar. Zararsız ve barışçı bir toplum olarak bilinirler.
2014 yılı 3 Ağustos günü insanlık bir dehşete şahit oldu. IŞİD saldırılarıyla kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-bebek ayırımı yapılmadan katliamlara başlanmıştı. Binlercesi öldürülmüş, binlercesi esir alınmış, on binlercesi yollara düşmüş, on binlercesi dağa doğru kaçmaya başlamıştı. Silahsız ve savunmasız bu insanların tek suçu Ezîdî olmaktı.
Kuşkusuz bu saldırılar ve katliamlar ilk değildi. Kimilerine göre 73. Katliam girişimiydi. Birkaç yüz yıldır söz konusu farklı inanışları gerekçe yapılarak Sünni ve Şii gruplar ve örgütler tarafından defalarca katledilmişlerdi. Safeviler, Akkoyunlar’dan sonra Osmanlı da aynı geleneği sürdürmüştü.
Musul’un, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı Devleti hâkimiyetine geçmesi üzerine Şengal (Sincar) halkı (Ezîdîler) din üzerinden ayırımcılığa tabi tutulmaya devam edilmişlerdir. Bu dönemde Ehl-i Kitap dahi kabul edilmedikleri için hep tehdit altında yaşamışlar ve defalarca katliamlara uğramışlardır. 19. Yüzyılın son çeyreğinde askerlik karşılığı vergi ödemeleri ve Ehl-i Kitap olarak kabul edilmeleri ile ancak devlet güvencesi elde etmişlerdir.
Ulus devletlerin inşasıyla birlikte tekrar saldırı ve katliamlara maruz kalan Ezîdîler, hem etnik hem de inanç farklılıkları nedeniyle sayısız trajedi yaşamışlardır. Son olarak 3 Ağustos 2014 tarihinde IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliamlarla ortaya çıkan tablo, vahşetin boyutlarını açıkça göstermişti.
Ne yazık ki bu utanç tablosu karşısında 1,5 milyar civarında Müslüman, bölge devletleri ve Müslüman ülkeler sessiz ve duyarsız kalarak bu utanca ortak olmuşlardır. Tarih boyunca kavgasız ve mütevazi yaşamlarıyla hiçbir dönemde sorun oluşturmayan bu masum ve mazlum halk, IŞID zulmüyle baş başa bırakılmıştı.
21. yüzyılda kurulan köle pazarlarında cariye olarak alıp-satılan binlerce Ezîdî kadının dramı, hepimizin utancı ve büyük günahı olarak tarihe geçmiştir. Birleşmiş Milletler tarafından soykırım olarak kabul edilen “3 Ağustos Günü”, Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışında hiçbir Müslüman ülke tarafından tanınmamıştır.
Oysa katliamlar sadece soykırım değil, ‘Yüzyılın Büyük Utancı’ olarak tanımlanmalıdır. Farklı inanmaktan başka bu halkı düşmanlaştıran bir gerekçe var mıdır?
Sabah vakti güneşin doğuşu esnasında “Ey şems! Bizi bedbahtlığa ve düşmanlığa karşı koru. Ey rab! Milletine lütufkâr ol, onu müreffeh kıl, neslimizi koru” diye dua etmelerinin kime bir zararı var?
(Ey rab) “beni duyan ve duymayan, benim yanımda olan ve olmayan herkese sen şefkat göster ve bizi de buna dâhil et” diye dua eden bir Ezîdî’yi öldürmek, insanlığı öldürmek değil midir?
Mazluma yapılan zulme duyarsız kalmak, insanlığı yitirmektir!
 
Abdulbaki Erdoğmuş