KUL muyuz? KÜL müyüz?


Yeni Yıla Girerken Küçük Bir Mahasebe

Biz insanlar,  her şeyi kendi bakış açımızdan değerlendirerek bir sonuca varmayı ve hep kazanmayı düşünür, sevinç ve mutlu günlerimizin de hep devam etmesini isteriz. Üstüne üstlük, bugünlerin asla bitmeceğini, bitmek bilmez bir iştahla sanki her şeyin sahibiyiz gibi, taşıyamayacağımız ağır yüklerin altına gireriz. Islattığımız koltuktan kalkmamak için işlediğimiz günahlarıi, hazırladığımız kirli planları göstermemek adına tehditler savururuz eşrafa, iftiralar yağdırırız  etrafa, sanki koltuğu biz ıslatmamışız gibi...
 
Peşimizden koşulmasını, hayranlık duyulmasını, sahnelerde  önde olmamızı ve doymak bilmeyen bir iştahla bizden bahsedilmesini isteriz. Ama, bir gün bunların elimizden çıkacağını ve bunlarla imtahan olacağımızı hiç mi hiç düşünmeyiz. Hele de, bir vesile ile bunlardan mahrumiyet başladı mı, çocuklar gibi ağlar onlar gibi nazlanırız. Elinden oyuncakları alınmış gibi sokak sokak dolaşır, şikayetler yağdırır ve cümle aleme sesimizi duyurmaya çalışırız. Unuturuz dünyanın bir ücret yeri değil, bir imtahan diyari olduğunu. Bununla da bela ve musibetler  bize Allah’ı unutturur da, sonra O da bize kendimizi unuturur. ‘’ Siz, Allah’ı unutanlar gibi olmayın. İşte bu yüzden Allah’ta onlara  kendilerini unutturdu. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmış, ziyana uğramışlardır.’’ (Haşr 19)
 
Bundan dolayıdır ki, kulluğu kullara yaparak, yardımı Allah’tan isteme gafleti, duaların kabul edilmemesi, dert ve ızdırapların uzamasının en büyük sebeplerinden biri olarak görülür. Çünkü Yüce Allah, yardımını kullarından esirgemeyeceğini bildirirken, onlardan da verdikleri sözde sadık kalmasını ister.  ‘’ Verdiğinizi sözü yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk getirir.’’ ( İsra 34) ‘’ Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’’ (İbrahim 7) ayetlerin de bu açıkça ifade etmektedir.
 
Kulluğumuz Böyle mi Olmalıydı?
Allah’a verilen bu söz, imanı korumada olduğu gibi, tevbeyi koruma, günahlardan korunma, bela ve musibetlere dayanma konusunda da olabilir.  Unutulmamalıdır ki, verilen sözün yerine getirilmemesi, kulluk sınırlarını aşma ve (haşa) Rabb’in ayetlerini önemsememe demektir. Madem ki insan Rabb’ine söz verip ve bunu günde kırk defa namazlarında yeniliyor ise, Rabb’i de ona yardımını esirgemeyecektir. Çünkü söz verme ahidleşme, karşılıklı yapılan bir iştir.  Demek ki kul, bu anlaşmayı tek taraflı bozarak, önceden kazınılmış bütün haklarını kendi isteği ile kaybetmektedir.  İşte,  başını örse vurup kırmakta, buna denir. 
 
Allah’a söz veren bir insan elbette ki sözünde sadık mı değil mi? diye, değişik imtihanlara tabi tutulacaktı. Ahde vefa gösterip göstermediği/göstermeyeceği hususunda büyük firmaların imal ettiği araçlarını dayanıklık testlere tabi tuttuğu gibi, Allah’ta yarattıklarını her türlü sağlamlık testine tabi tutacaktır. ‘’İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?  Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır. (Ankebut 2-3) 
 
İşte, Allah (cc), kendisine söz veren kullarının sözlerinde sadık olup olmadıklarını sınayarak onları değişik  testlerden geçirmiş; ‘İşte kul böyle olur’ diyerek onların dayanıklığını ortaya koymuştur. Hz. Adem ve Hz. Yakub’u çocuklarıyla, Hz. Nuh ve Hz. Lüt’u hanımıyla,  Hz. İbrahim'i Nemrut ve  ateş ile, Hz. Yusuf’u zindan ve  Züleyha ile, Hz. Eyyub’u hastalıklarla, Hz. Yunus’u balıkla, kainatın efendisini zalimlerle  değişik testlere tabi tuttuğu gibi.

İftira ve ihanet
Her asrın kendine göre bir imtahan çeşiti vardır. Duygu ve düşüncelerin yol ve yön değiştirmesi, gönüllerde nefsani duyguların kol gezmesi ve  dünyalık çıkarlar aldatır insanı, çevirir yolundan. Gönül peteği balına zehir katar,  sütüne su, aşına haram katarak kamçılar şeytani duygularını, hevesatlarını. Evet, bunların meydana getirdiği çile ve ızdırap sadece fiziki baskı ve bir  acı duymak olmadığı gibi, yakmakta sadece ateşe masus bir ameliye değildir. Çünkü, soğukta yakar ateş gibi.  Ama onun yakması ateş gibi kül haline getirmek  değildir.O, damarlarda akan kanı dondurup, hayatın bütün hücrelerini kurutarak öldürür.
 
Günah kirleriyle yanıp tutuşan ve gönüllerini heva ve hevesin körüğüyle yelleyenler; hayatını hep rahat ve rehavetin kollarında yaşarlar. Onlar görünürde canlı olsalar da soğuğun yaktığı ve hala yaşadığını zanneden ağaç gibi yürüyen cesetlerdir. Çünkü günahlar insan benliğindeki iman evinin ışıklarını söndürür,  ustanın işlediği nakışları görünmez hale getirerek sanat sahibini perdelemeye çalışır.

Yol Budur, Bilmiyoruz Başka Yol
İşte bundan dolayıdır ki, bir Müslüman derdini ve şikayetini kula değil, Rabb’ine arzetmenin bilincinde olmalıdır. ’ Evet, şekvanın en tehlikeli ciheti Cenab-ı Hakk’ı halka şikayet edip halini ve derdini insanlara anlatmaktır.  Yoksa dert ve kederini Allah’a arzetmek, O’na sığınmak sabr-ı cemil (sabretmeye) münafi değildir.’’  Başına gelen bir musibetten, bir felaketten dolayı kapı kapı dolaşıp, her mecliste, her ortamda insanlara şikayet etmek, dert yanmak Allah’a yapılan  en büyük nankörlüktür.  
 
Bazi raviler tarafından zayıf olarak kabul edilen bir hadiste;  “Allah meleklerine 'Gidin filan kulumun üzerine belaları sel gibi  dökün.' diye emreder. Onlar da  gidip emri yerine getirirler. O kimse bunca dert altında, dertlerini hiç kimseye açmaz ve yine de Allah’a hamdetmeye devam eder. Melekler dönerler ve 'Ey Rabbimiz! Emrettiğiniz gibi kulunun üzerine sel gibi belaları döktük.' deyince Allah 'İşinize dönün ben kulumun sesini duymak istiyorum.' diye buyurur.”  ( Taberani, el-Kebir)

Zulmeden Annemiz olsaydı…
İnsani olarak düşünecek olursak, bir çocuk annesinden yediği  tokatla, kendisini yine annesinin o merhametli kucağına atar, eteklerine tutunur ‘anne anne’ diye ağlayıp, ona sarılmaz mı? Görünürde şilleyi vuran, zulmeden, canını yakan ve ızdırap veren annedir ama çocuk, yaratılış gereği de yardım istenecek, onu her türlü yaramazlıklarına rağmen bağrına basacak olanın yine de annesi olduğunu bilir.  Hal böyleyken bir yavru şamarı vurana yönlendiren ve ızdırabını ona duyuran Allah; canı yanan kullarının sesini ve soluğunu duymaması mümkün müdür?
 
 Bizler  derdimizi, merhametlilerin en merhametlisi Yüce Rabb’e aynı şekilde açıp yalvarırsak (haşa) onun bize kayıtsız kalacağını, kucak açmayacağını zannettik. İşte bu zan sebebiyle kaybederek bela ve musibetleri zamana yayıp, çile ve ızdırapların katmerleşmesine sebep olduk. Unutmayalım, eğer Allah tarafından seviliyorsanız, bela ve musibetleriniz de bol olacak demektir. ‘’ Belaların en büyüğü Peygamberlere, sonra evliya ve diğer has kullarına gelir.’’ (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)  ‘’ Allah tarafından ne kadar sevildiğinizi  öğrenmek istiyorsanız, O’nu ne kadar sevdiğinize bakın’’ Vesselam.
 
Kalkar yeniden hâk ile yeksân olan insan
Bir tövbe gerek komşu hukûkundan alırsan
Göstermesin Allah sıkılıp darda kalırsan
'Allâha güven, sa'ye sarıl, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol ' 
Bu