Bir pazar günü… Tarih 24 Ocak...


 
Yer bir doğu kasabası…
 
Yaşım daha çocuk sayılabilecek bir yaş…
 
Çocukluğumdan beri ülkede, dünyada neler olup bitiyor yakından ilgileniyordum.
 
Bu ilgimin ortaya çıkmasında, ev ortamında hem ülkenin hem de dünyanın gündemine dair konuşulanların etkisi vardı.
 
Genellikle radyodan ve zaman zaman eve gelen gazetelerden gelişmeleri takip ediyordum.
 
Bazen de komşuların Televizyon kanallarından...
 
Televizyonumuz yoktu ve hiç de olmadı.
 
Şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım annem beni komşuya bir şeyler istemek için göndermişti.
 
Komşuların merdivenlerini tırmanıp açık olan kapılarını çaldım.
 
Kimse cevap vermiyor ama içeriden insanların sesi TV sesine karışmış, anlaşılmayan kalabalık sesler dışarıya yayılıyordu.
 
Kimsenin kapıya bakacağı yoktu, ürkek adımlarla evin daracık, uzun koridorunda yürümeye başladım. Sesin geldiği odanın kapısının önünde durmuştum. Artık konuşulanları rahatlıkla anlayabiliyordum.
 
Haber sunucusunun sesi Ankara’da patlama olduğunu, gazeteci Uğur Mumcu’nun öldüğünü söylüyordu.
 
Açık olan odanın kapısından hızla içeri girdim, karşıda boş bulduğum divanın üzerine oturup durmadan aynı şeyleri tekrarlayan, dönüp duran haberleri izliyordum.
 
Komşuya gidiş nedenimi çoktan unutmuştum.
 
Komşu da haberlere olanca dikkatiyle odaklanmış, niçin geldiğimi sormamıştı bile.
 
Uğur Mumcu ismini zaman zaman duyuyordum.
 
Kalemi keskin, solcu bir gazeteci diye hafızamda kalmıştı.
 
Üzülmüştüm, hem de çok.
 
Kim olduğu, dili, dini, ırkı, ideolojisi hiç önemli değildi. Bir insan öldürülmüştü.
 
Daha önce suikaste kurban giden gazetecileri bildiğim için, az çok fikir yürütebiliyordum.
 
“Demek bu da suikaste kurban gitti.” diyordum.
 
Sürekli aynı şeyi kendime soruyordum: “Bu insan neden öldürülmüştü?”
 
Sorumun cevabını ismini zikredemeyeceğim bir büyüğümden almıştım.
 
“Bir suçu yok, fikrinden dolayı öldürüldü. Son zamanlarda tehlikeli, sert konulara girmişti. Belli ki derin devlet rahatsız olmuş.” Demişti.

Günlerce, haftalarca bu suikast haberi basında yazıldı, TV’lerde konuşuldu.
 
Benim kulağımda kalan şu mısralar olmuştu, ağız alışkanlığı mıydı neydi sürekli mırıldanıyordum, hala da Uğur Mumcu ismi geçince gayrı ihtiyarı mırıldanırım:
 
 “Uğurlar olsun, uğurlar olsun…
 
 Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun…
 
 Bir keskin kalem, bir kırık gözlük…
 
 Yürekli yiğitlere hatıran olsun…”
 
Aradan yıllar geçti, suikastler hep devam etti.
 
 Fikirlerinden dolayı hala birçok gazeteci ya tutuklu ya da tutuksuz yargılanmakta…
 
Yıllar geçmiş, hükumetler devr-i daim etmiş ama özgürlükler, demokrasi, adalet konusunda pek de değişen bir şey olmamıştı.
 
Not : Yazı 2019 da sitemizde yayınlanmıştır.