Sansür İstibdat Yasasıdır



Kamuoyunda "Sansür yasası" olarak tanımlanan “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek yasallaştı.
Yasa, muhalefetin itiraz ve ısrarlarına rağmen kanunda hiçbir değişiklik yapılmadan AK Parti ve MHP’ oylarıyla kabul edildi. Medya alanında yasak ve hapis cezalarını öngörmesi nedeniyle “sansür yasası” olarak tanımlanmaktadır.
Yasaklama, denetleme, sınırlama ve kontrol etme anlamına gelen sansür, tarih boyunca farklı nedenlerle birçok yönetim tarafından uygulanmıştır.
Özellikle “müstehcen ya da şiddet içerikli yazıları, görselleri ve paylaşımları engellemek için” neredeyse her hükümet döneminde başvurulmuş bir uygulamadır.
Esas itibariyle kabul edilemez olanı, siyasal amaca yönelik uygulanan sansürdür. Sansür yasasının siyasal bir tek sonucu vardır; yasak ve baskılarla muhalefeti susturmak ve sindirmektir.
1856-1950 yılları arasında yaşamış İrlandalı yazar George Bernard Shaw; Sansürün, geçerli anlayışları ve var olan kurumları ve yasaları birilerinin sorgulamasını engellemek için var olduğunu belirtir. 
Bunun da değişimi ve ilerlemeyi engellediğini de şöyle belirtir: “Bütün ilerleme geçerli anlayışların sorgulanmasıyla ve var olan yasaların ve kurumların değiştirilmesiyle gerçekleşir. Sonuç olarak ilerlemek için gerekli olan ilk şey sansürün kaldırılmasıdır.”
Sansürü savunmak, iktidarda kalmayı istemekten ibaret değildir. Ülkenin gelişmesini sağlayacak özgürlükleri, farklı fikirleri, muhalefeti ve muasır gelişmeleri engelleyerek statükoyu korumayı hedeflemektedir.
Doğru ve yanlışı sorgulamadan, muhalif fikirleri değerli görüp tartışmadan gerçeği bulmak ve daha iyisine ulaşmak mümkün değildir. Korku ikliminde ve tek sesli toplumlarda neyin doğru veya yanlış olduğuna karar verecek tek merci siyaset ve hükümettir.
Osmanlı aydınlarından Nâmık Kemâl, istibdata yönelik eleştirilerini şu veciz ifadeyle özetlemiştir: “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar.”
Yani gerçekler, fikirlerin tartışılmasından, çarpışmasından doğar. Zira gerçeğin ne olduğu, ancak farklı görüşlerin değerlendirilmesiyle ortaya çıkabilir.
Tartışmaların yaşanmadığı, fikirlerin çatışmadığı ülkelerde siyaset de toplumda gelişemez. Her devlette mutlaka iktidar vardır. Muhalefetsiz bir iktidar çağımızda meşru kabul edilemez.
 Demokrasi ve muasırlaşma ancak fikir özgürlüğü ve muhalefetle gelişir.
Osmanlı, istibdat anlayış sonucu tarih oldu. 30 yıl devam eden sansür ve istibdat dönemi, yıkımı engellemek yerine İmparatorluğun tarihe karışmasını hızlandırmıştır. Bu süre içerisinde Padişah II. Abdülhamit'i eleştirmek suç sayılmış, padişahın yaptığı herhangi bir işi ve icraatı eleştiren gazete ve dergiler yasaklanmıştır.
Kendi tarihlerinden ders almayan milletler, tarih olmaya mahkumdur. 
Osmanlı döneminde olduğu gibi cumhuriyet döneminde de sansür yöntemiyle statüko korunmaya çalışılmış ancak kaybeden hep ülke ve toplum olmuştur.
Özellikle tek parti ve darbe dönemlerinde benzer uygulamaların pek çok örneği vardır. Ancak demokrasi ve özgürlükler iddiasıyla iktidara gelmiş AK Parti’nin benzer uygulamalara baş vurması, geçmişten çok daha trajikomik bir durumdur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle zaten demokrasiden uzaklaşmış bir ülkede, yeni sansür yasasına ihtiyaç duyulması kaygıdan öte dehşet vericidir. Üçüncü dünya ülkelerinde yürürlükte olan yasanın bir benzeri bizim ülkemizde de artık uygulanacaktır.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 180 ülke içerisinde 149’uncu sırada yer almaktadır.
Bu durumu, ülkemiz için büyük bir ayıp görüp düzeltmek yerine sansür gibi daha utanç verici bir uygulamaya başvurmak, iktidar için nasıl bir yarar sağlayacaktır?
Toplumsal ve siyasal muhalefetin sansür yasasıyla tehdit ve baskı altına alınması, uzun vadede iktidarın aleyhine olacaktır.
Sansür, her iktidarın ömrünü bir süre daha uzatabilir, seçim kazandırabilir ancak bir iktidarın sicilinden asla silinmeyecek bir utanç olarak kalacaktır. 
Bizim sansür yasalarına değil, fikri ve siyasi özgürlüklerin güvence altına alınacağı yasalara ve uygulamalara ihtiyacımız var. Özgür zeminlerde tartışmalara, fikri çatışmalara, yabancı fikirlerle tanışmaya, siyasi rekabete ve özgür bir topluma ihtiyacımız var.
1963 tarihinde uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybeden Amerika Birleşik Devletleri’nin 35. Başkanı John F. Kennedy; “Amerikalı insanların tatsız gerçekleri, yabancı fikirleri, farklı felsefeleri ve rekabetçi değerleri öğrenmelerinden korkmuyoruz. Çünkü insanlarının özgür bir ortamda gerçekleri ve yanlışları yargılamasından korkan bir millet, kendi insanlarından korkan bir millettir.” 

Abdulbaki Erdoğmuş