KOP GEL


ÖYLE diyordu ne zaman görse.
“Gel” kısmını anlıyordum, hoşuma da gidiyordu doğrusu.
Benim temel duygum da zaten ona gitmekti.
Hep ona gitmek.
Ve gitmekten hiç usanmamak.
İçimde biriktirip tomurcuklandırdığım bu güzel hissime her defasında tercümanlık yaparak “Gel” demesi duyabileceğim en güzel emir, en hoş çağrıydı.
Gitmek istiyordum ben de.
Gitmeye can atıyordum.
Canla, başla gitmek istiyordum.
Daha doğrusu ben hep gidiyordum zaten.
Hep ondaydım.
Günümün tüm dakikaları, saniyeleri, saliseleri ondan ayrı değildi ki.
Âdem’in Havva’sız, güneşin aysız, gecenin gündüzsüz düşünülemeyeceği gibi ben de kendimi onsuz düşünemiyordum.
O, çiçekse ben salınışıydım.
O, papatya ise ben “Seviyor gelen” yaprağıydım.
O, çiğdemse ben onun her rengiydim.
O, gülse ben onun yaprağıydım.
0, rüzgârsa ben onun dağıttı zülüftüm.
O, geceyse ben ona gülümseyen yıldızdım.
0, denizse ben ona duraksız akan nehirdim.
0, yolsa ben üzerinde keyifle yürüyen yolcuydum.
O, geceyse ben onun hem gülümseyen yıldızı hem de sabaha ağan günümdüm.
O, tabloysa ben onu çevreleyen çerçeveydim.
O, su ise ben avuç avuç içen yanmış yürektim.
O, minareyse ben onun şerefesiydim.
O, türküyse ben onun nağmesiydim.
O, mendilse ben onun işlemesi, oyasıydım.
O, gözse ben feriydim.
0, ilikse ben düğmesiydim.
Ayrı değildim, ruhum ruhunda mündemiçti.
Burada bir problem yoktu.
Zihnim “Kop” kelimesine takılıyordu o, her ne kadar yöre ağzı ile söylemiş olsa bile.
Sadece koş, hızlı, hemen, vakit kaybetmeden, süratle gel anlamının dışında “Kop gel” demesinin başka bir mânâsı mı vardı acaba?
Kopmam gerekiyordu demek ki bir şeylerden…
Nelerden acaba?
Hangi bağlardan, ne gibi bağlamlardan, ne tür ilgilerden kopmam gerekiyordu?
Bu kopuşları yapmadan gitmem mümkün müydü?
Gidiyorsam tam gitmeliyim.
Hem tamamlamak hem de tamamlanmak için.