OT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN ET SORUNU ÇÖZÜLEMEZ



Necdet Topçuoğlu

Tarım ve hayvancılık sektöründe et bir sebep değil, sonuçtur. Süt hayvancılığı denilince inek ve dişi koyun akla gelmektedir. Dişi ana demektir, ana olmadan yavru olması mümkün değildir. Doğan yavruların daha yaratılıştan yarısı erkek yarısı dişidir. Dişiler ana adayı, erkek yavrular ise kasaplıktır. Demek ki et, süt hayvancılığının bir sonucudur. Türkiye hayvancılığının çökertilmesine, her birisi tarımsal KİT olan, Yem Sanayi Genel Müdürlüğü, Süt endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu’nun özelleştirilmesiyle başlanmıştır. Özelleştirme konusu Rahmetli Turgut Özal ile Türkiye’nin gündemine girmiş, devlet mandıracılık, kasaplık ve celeplik yapmaz denilerek bu kurumlar elden çıkarılmıştır. Hayvancılıkta maliyetin %70’i yemden kaynaklanmaktadır. Yem sorunu çözülmeden hayvancılık yapılması mümkün değildir. Diğer bir ifade ile ot sorunu çözülmeden, et sorunu çözülemez.

1999 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında Müsteşar Vekili olarak görev yaptığım dönemde, Başbakan Sayın Bülent Ecevit, Et ve Balık Genel Müdürü ile beni Makamına çağırmışlardı. Konu bize Sayın Bakanımız tarafından görev olarak verildiğinde Başbakanlığa gittik. O dönemde önce Başbakan yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan ile görüşülmeden Sayın Ecevit’e ulaşmak mümkün değildi. Biz de Sayın Özkan’a gittik, haber gelince hep birlikte Sayın Başbakan’ın odasına geçtik. Rahmetli bizi ayakta karşıladı. Uzun bir toplantı olmuştu. Yurttaşlarımız her gittiğimiz yerde bizden Et ve Balık Kurumu’nun yeniden kurulmasını talep ediyor diye söze başladı. Bu konudaki görüşlerimizi sordu. Ben de vaktimiz ne kadar efendim diye sordum. İstediğiniz kadar vaktiniz var dedi.

Efendim sorun et değil, et bir sonuçtur. Tutarlı bir ülkesel ekonomi politikası içinde, dengeli bir tarım ve hayvancılık politikası izlenmedikçe tarımın sorunlarını çözmek mümkün değildir. Öncelikle yem ve damızlık sorununun çözülmesi gerekir. Yem sanayi tekrar kurulmalıdır. Ot sorunu çözülmeden hayvancılık yapılması mümkün değildir. Etçi ve sütçü ırklarda Türkiye’nin damızlık ihtiyacının karşılanması için TİGEM güçlendirilmeli, Süt Endüstrisi Kurumu yeniden kurulmalı, ondan sonara Et ve Balık Kurumu’nun kurulması gündeme alınmalıdır. Sistem yıkılmaya nereden başlanmışsa, tamirine de oradan başlanmalıdır diye geniş bir açıklama yaptım. Bu bir saatlik sunumun özetidir. Tamamını burada anlatmanın imkanı yoktur.

Rahmetli Ecevit hayret ve tebessümün karıştığı bir yüz ifadesiyle Sayın Hüsamettin Özkan’a döndü. Ben doydum, senin durumun nasıl diye sordu. Sayın Özkan, efendim nefes almadan dinledim, keşke kayıt altına alsaydık diye düşündüm dedi. Sayın Ecevit, canlısı bizimle birlikte, kayda gerek yok Sayın Bakan dedi. Aralarında kısa bir konuşma yaptılar. Tersten başlayarak Et ve Balık Kurumu’nun yeniden kurulması için bize talimat verdiler. İlk etapta zamanın parası ile 7 milyon TL ödenek tahsisi yapıldı. Bizden sonra göreve gelen arkadaşlarımız da işi sıkı tuttular, Et ve balık Kurumu küllerinden doğmuş oldu. Yeni dönemin ilk Genel Müdürü Sayın Veli Şahin olmuştu diye hatırlıyorum. Yanlışım varsa zaten düzeltirler.

Yıllar sonra yeniden kuruluşuna vesile olduğum Et ve Balık Kurumu’na Sayıştay Denetçisi olarak görevli gitmiştim. Aradan geçen yıllara rağmen hiç yol alamadığını gördüm. KİT Komisyonunda hesaplar görüşülürken bunu çok net bir şekilde Sayın Milletvekillerine anlatmıştım. Tarım Sektöründeki KİT’ler üretim aşamasında çiftçiye destek olmak, tüketim aşamasında ise tüketiciyi korumak amacıyla fiyat istikrarını sağlamak için kurulmuşlardır. Et ve Balık Kurumunun bunu yapabilmesi için et piyasasının %20’sini kontrol etmesi zorunludur. Halbuki bu kuruma, ancak piyasanın %4,5’ini kontrol edebilme imkanı verilmişti. Bu büyüklükteki bir kurumun et piyasasında fiyat istikrarı sağlaması mümkün değildir. Denetimlerim sırasında kurumun etkin hale gelmesine ithalat lobisinin engel olduğunu yakından görüyordum.

KİT Komisyonuna yazdığım raporlarda ısrarla yem ve süt endüstrisi kurumlarının yeniden kurulmasının gerekli olduğunu vurguluyordum. AKP Hükumeti bunun yerine Kanunda değişiklik yaparak Et ve Balık Kurumu’nun adını değiştirerek Et ve Süt Kurumu haline getirmiştir. Aslında kurumun süt ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Tarım ve hayvancılık politikalarına bir bütün olarak bakılmalıdır. Yeni dönemde öncelikle yem sorununu çözecek tedbirler alınmalıdır. Yem Sanayi Genel Müdürlüğü ve Süt Endüstrisi Kurumları yeniden kurulmalıdır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkta etçi ve sütçü ırklar itibarıyla bölgesel planlamalar yapılmalıdır. Türkiye de sığır etine koyun ve tavuk eti destek olmaktadır. Koyun, tavuk eti ve su ürünleri üretiminde meydana gelen üretim düşüşleri talebin sığır eti üzerinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Bu durum sığır etinde aşırı fiyat yükselmelerine sebep olmaktadır. Bu itibarla büyükbaş, küçükbaş, kanatlılar ve su ürünleri üretiminde sektör içi dengeler kurulmalı ve bozulmasına asla izin verilmemelidir.

Et ve Süt Kurumu fonksiyonları itibarıyla yeniden organize edilerek, Et Endüstrisi Kurumu haline dönüştürülmeli, piyasanın %20’sini kontrol edebilecek büyüklüğe kavuşturulmalıdır. Süt hayvancılığının yoğun olduğu bölgelerde Et Kombinaları kurulmalı, kapasite kullanımının yüksek olması için, kombinalarda kesilen etlerin her kombinaya bağlı soğuk hava depoları aracılığı ile dağıtılması sağlanmalıdır. Bu gün Türkiye ve Balkanların en modern Et Kombinası Erzurum’da bulunmaktadır. Bunu Tarım Bakanına sorsanız belki de haberi yoktur. Yeni Kurulacak Et Endüstrisi Kurumu, canlı hayvan üretimi konusunda çiftçiler ile sözleşmeli projeler uygulayarak, üretim, değerlendirme, muhafaza ve pazarlama konusunda zincir oluşturmalıdır. Sadece taze veya dondurulmuş et pazarlaması kurumun faaliyet alanı için yeterli değildir. Kavurma, salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş et ürünleri satış kolaylığı açısından gerekli görülmektedir.

Geçmişte televizyonlarda Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Et ve Süt Kurumuna gittiğini gördüm. Özellikle kimlerle gittiğine ve ne söylediğine baktım. Hayal kırıklığı yaşadım. Kapılar duvar olsa bile o kuruma gidilmesi gereklidir. Giderken beraberinde geleceğin Tarım ve Orman Bakanı, Et Endüstrisi Kurumunda görev alacak liyakate sahip uzmanlar olmalıydı. Eti tabakta köfte olarak gören insanlarla oraya gidilmesinin bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Hazır oraya gitmişken gelecekte nasıl bir tarım ve hayvancılık politikası izleyeceklerini, Et sektörünü nasıl yapılandıracaklarını, üretimden pazarlamaya nasıl bir zincir kuracaklarını, fiyat istikrarını nasıl sağlayacaklarını anlatmasını beklerdim. Hayvan ithal eden değil, hayvan ve hayvan ürünleri ihraç eden bir ülke kuracaklarını açıklamasını beklerdim. İktidar adayı hangi parti olursa olsun, bunu beklemeye devam edeceğim.

Tarım ve hayvancılık uzun vadeli bir sektördür. Bozulmalar da, düzelmelerde uzun vadede olmaktadır. Türkiye de yapısal bozulma 1990’lı yıllar da başlamış, bu gün tabaktaki bir köftenin 15 TL’ye mal olduğu döneme gelinmiştir. Bir yandan Uruguay’dan canlı hayvan ithal edilmeye çalışılırken, diğer yandan Katar’a canlı hayvan gönderilmesi gibi akıl tutulmasının yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu kafalarla doğru karar alınması mümkün değildir. Bundan önceki iki Sayın Bakan’a Türkiye’nin etçi ve sütçü ırklarda ne kadar damızlığa ihtiyacı olduğunu sormuştum. Cevap vermedikleri için dürüst davrandıklarına inanıyorum. Çünkü ithalata dayalı hayvancılıkta damızlığa ihtiyaç olmaz. Paran varsa gider satın alırsın. Damızlık ihtiyacı, kendimiz üretmeye başladığımız zaman söz konusu olacaktır. Yarından başlamak üzere doğru kararlar alınmış olsa bile, düzelmesi en az 10 yıl alacaktır.

Bu dönemde bir Tarım Bakanının başarılı olup olamayacağını anlamak çok kolaydır. Hemen görevi kabul ediyorsa başarısız olması kesindir. Görev teklif edildiğinde bir tarım politikası raporu sunarak, yapılması gerekenler bunlardır. Bana bunları yapabilmem için imkan verecekmisiniz diye sorar, söz aldıktan sonra görevi kabul ederse başarı şansı olabilir. TİGEM, tohumluk ve damızlık ihtiyacını karşılayacak duruma getirilmedikçe, yem, süt ve et endüstri kurumları kurulmadıkça çözüm hayal bile değildir. Tohumluğunu değirmene, damızlığını kasaba veren toplumlar ekmeksiz ve etsiz kalmaya mahkumdurlar. Buğdayı ekmek olarak sofrada, sütü bardakta, eti köfte olarak tabakta, fındığı, fıstığı, peyniri, kavun ve karpuzu içki masasında meze olarak görenler ile tarımın sorunlarını çözmek mümkün değildir. Yani özetle, bu kafalarla çözüm umudu hayal bile değildir. Ne yapalım, maalesef doğruyu söylemek zorundayım.