SENİ SANA ANLATACAĞIM


NASIL anlatacağımı bir bilsen… 
Gerçi ben bile şu an nasıl anlatacağımı tam biliyor sayılmam.
Ama hissediyorum.
İçim kaynıyor. Ara sıra taşıyor tabi.
Görüyorsun onları, okuyorsun.
Hisleniyorsun sen de.
İçin bir hoş oluyor, yüreğin kafesine sığmıyor.
Bunu biliyorum ancak günün birinde seni sana nasıl anlatacağımı bilmiyorsun.
Çünkü ben de tam bilmiyorum.
Uzak rüzgârların soğuğunda çıplak ayakları üşüyen bir insanın titreyişleri ve iç çekişleriyle anlatırım belki.
Ya da hafif bir tedirginlikle bakar gözlerim gözlerine.
Ve ölüm ıssızlığının uğuldayışı gibi anlatırım.
Kim bilir belki de bir aslan kükreyişi hâkim olur kelimelerime…
Bilmiyorum.
Emin olduğum tek şey var, o da, anlatacaklarım yakınma ve sızlanma barındırmaz.
Çünkü yokluklarında bile var saydım ben seni.
Vardın.
Yok gibi değil, var gibi vardın.
O sebeple şikâyetsizim.
Gözlerin mavi volkanlar gibi alevlenecek seni sana anlatırken.
Ya da kahvenin tüm tonlarını takınıp gelirler süzülerek.
Çakır olurlar sonra.
Veya kömür karası bakışlarınla dünyamdaki tüm karaları siler atarlar.
Ama şundan eminim.
Bir başka bakarlar.
Bir başka yakarlar.
Avını haklamak için atlamaya hazır bir panter gibi olmaktan çoktan vazgeçtim.
Öyle anlatmam.
Dinmiştir senin de öfkelerin.
Sükûnete bırakmıştır kızgınlıklar yerini.
Fırtınalı gökler gibi değil serin yağmurlar gibi anlatırım ben seni sana.
Çatırdayan yıldırımları andırmaz sözlerim, çağlayan pınarlar gibi anlatırım.
Güneşle ayın muhabbeti gibi, yıldızların merhabalaşması gibi…
Yavaşça kulağına fısıldar gibi anlatırım, toprağı henüz yarmış çiğdem gibi ya da…
Ben seni sana anlatacağım.
Pek bir güzel anlatacağım hem de.
Günün birinde anlatacağım, sabırsızlanma.
Hazır olduğun günün birinde.
Hazır olduğum günün birinde.
İnan, anlatacağım.