DÜŞLERDEKİ SARI GÜL


 Bu olay, yaşanmış bir hayat hikayesinden derlenmiştir.

 Adı Vicaslav soyadı Kalesnikov. Babası uçaklarda heberleşme teknisyeni, annesi de öğretmendi.  Hrıstiyan bir aileye mensup olan Viceslav, babasıyla annesinin anlaşamaması yüzünden çoktandır, annesi ve kız kardeşiyle beraber ayrı bir evde yaşıyorlardı. Rus ailelerinde belli bir yaşa gelen çocuklar artık serbest bir hayat tarzı sergilediklerinden dolayı, anne ve babaları onların hayatına müdahale etme hakkına sahip değillerdi. Bu hadise belli yaşlardan sonra ebeveyni evlat sevgisinden mahrum bıraktığı için, onlar da hayatının geri kalanını besledikleri değişik hayvanlarla beraber aynı mekanda geçirmek zorunda kalıyorlardı.

 
Viceslav, kendi hayat çizgisini kendisi çizmek istiyordu ama, annesini bir kenara atarak değil, onunla beraber geçirmek istiyordu. Ülkelerinde açılan Fetih İmam-Hatip lisesi giriş imtahanlarını duyan Viceslav, Rus asıllılara verilen yüzde beş kontenjan hakkından yararlanarak bu imtahana girmeye kara verir. Diğer taraftan da hiç bir şeyden habersiz, gece gündüz dua ederek bu kontenjandan yararlanarak okula girecek bir Rus, bununla da bir kaç Rus’un imanına vesile olmasını canı gönülden isteyen belletmen Abdullah vardı.  İmtahan yapılmış, kazananlar belli olmuştu. Abdullah, kazananların listesini eline alınca gözlerine inanamadı. “ Aman Allah’ım bir Rus ” dedi kendi kendine. Rüya değildi bu evet, Viceslav Kalesnikov okulu 4. sırada kazanmıştı. Abdullah’ın hayalleri gerçekleşmişti ama o, sevineceği yerde ağlıyor, gözyaşlarının yanaklarından süzülüşüne hakim olamıyordu.
 
Kayıtlar Başlıyor
Bir kaç hafta geçmişti ki, kazanan talebeler bir bir gelip kayıtlarını yaptırmaya başlamışlardı. Abdullah’ın heyecanı daha da artmış, gelen öğrenciler arasında gözü hep o sarı gülü arıyordu. Çok dua etmişti. Gönülden yapılan bu duayı Mevla kabul etmişti. Abdullah, ben bu ülkeye geldiğim yıldan beri, sokaklarda, parklarda ve metrolarda gözüme sürekli sarı saçlı, mavi gözlü, güzel mi güzel  Rus çocukları ilişiyordu. Onların çehresindeki Rabb’imin cemal sıfatı beni mesdetmişti, Bu ne masumluk, bu ne güzellik diyordum kendi kendime
 
 Bir gün bahçede oynayan 3-4 yaşalarında bir Rus çocuğuna gözlerim takılmış, onu seyrediyordum. Onun o masumluğu ve güzelliği beni birden başka dünyalara sürükledi. Gözümün önüne onların 10-15 yıl sonraki halleri tülleniverdi. İmansızlık nasılda o yüzleri solduruyor, nasıl da o cemal sıfatı o çehreyi terketip gidiyordu. Kim bu insanlara sahip çıkacaktı? Kim bu simalara iman nurunu üfleyecekti? Kim bu insanlara Allah’ı ve Hz Muhammed (SAV) anlatacaktı? Ah çektim içimden. Keşke bir Rus talebem olsa, hayatımı ona versem, ona Allah’ımı, Peygamberimi anlatsam.. diye hayalimden geçirmiştim. Bu hayalim, 14-15 yaşlarında birisi o çocukarı  kolundan tutup götürünceye kadar devam etmişti. Nasıl olurda Özbek’i, Kazak’ı Kırgız’ı ve Türkmen’i  Allah’ını ve Hz Muhammed (SAV)i  tanır da bu güzel çehreler Allah’ı tanımamakla, İslamın güzel nurundan mahrum kalarak nasıl ebedi bir hayatı kaybederler.” İşte Abdullah’ın duygu ve düşüncesini şekillendiren bu hadise olmuştu.
 
Geliyor, Gönlümün Efendisi
 Beklenen an gelmişti. Uzun boylu altın saçlı, yakışıklı bir oğlan çıkageldi. Yaklasık 15-16 yaşlarındaydı. Sıkılkan bir hali vardı. Adeta sağa sola bakmaktan bile sıkılıyordu. Çünkü doğduğu günden bu yana hiç kimse başını okşamamış, halini hatırını sormamış gibi ürkek bir hali vardı. Ama ona bakmaktan lezzet alan, bıkmadan usanmadan gözlerini onun üzerinden ayırmayan biri vardı. Viceslav yerel dili iyi bilmediğinden Rusçayla karışık kendisini ifade etmeye çalışıyor ve konuşurken bile buram buram terliyordu.
 
 Okulun ilk günleriydi. Viceslav, okadar esmer ve beyaz tenli öğrenci arasında, henüz açmamış  sarı bir gonca gibi duruyordu.  Abdullah onu hiç yanlız bırakmıyor, bir gölge gibi onu takıp ediyordu. Viceslav daha yeni müslümandı ama, İslam dinini bilmiyordu. Zaten bu okulu tercih etmesinin sebebi de buydu.  Ona yol gösterecek, bir şeyler anlatacak birilerine çok ama çok ihtiyacı vardı. 
 
Günler aylar böyle devam etti. Gün geçtikçe Viceslav fıkıh, arapça, kuran öğrenmenin verdiği huzurla kendini iyice bu işe konsantre etmiş, bir gonca misali açılmaya başlamış, sarı gül olma yolunda sürekli ilerliyordu. Beş vakit namazın dışında, teheccüd ve kuşluk namazlarını da hiç aksatmıyordu. Onun namaza duruşu, kıyamı, secdesi, ellerini kaldırıp O’nsuz yaşadığı günlerinin, O’ndan  affını dilemesini görmek, insana ayrı bir lezzet ve sevinç veriyordu. Aklına takılan her şeyi gelip soruyordu.
 
 Okulun kapanmasına az bir zaman kalmıştı.  İslamın güzelliğini bütün benliğinde yaşayan Viceslav bir gün öğrenciler yattıktan sonra, yatağından kalkarak Abdullah’ın odasının kapısına kadar gelmişti. Abdullah, kapısının önünde Viceslav’ı görünce şaşırmıştı. Abdullah’ın soru sormasına fırsat vermeden, o yarım-yamalak Türkçesiyle  “ Hocam ne olur bana Peygamberimiz Hz Muhammed (sav)’ı  anlatırmısın ” dedi. Anlaşılan Hz Muhammed (sav) ateşi  onun ciğerini yakmıştı. Bu sözü duyan  Abdullah kendine hakim olamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir sohbet esnasında insanlığın Hz Muhammed’e ne kadar ihtiyacı olduğundan sohbet açılınca, Viceslav. “ Ne kadar isterdim annemin ve babamın müslüman olmasını, Hz Muhammed’i tanımalarını. Eğer bu hayatın  güzelliğini, huzurunu bilselerdi, inanın bir dakika bile durmazlar Hz Muhammed’in bu güzel iklimine koşarlardı”  deyerek göz yaşlarına hakim olamamıştı.
 
Ülkede  Sünnetüllah, İbadüllah, Nurullah gibi isimlerle çağırılan arkadaşları yanında “Viceslav” ismi artık onu rahatsız etmeye başlamıştı. Bir gün arkadaşlarını toplayarak “ sizin o güzel isimleriniz yanında ben Viceslav ismiyle çağırılmaktan rahatsız olmaya başladım. Utanıyorum ismimden, ne olur bana güzel bir isim bulun da, bundan sonra hiç olmasa sizlerin yanında bana  o isim ile çağırın ” dedi. Arkadaşları ona İskender adını uygun görmüşlerdi.
 
Veli Ziyaretin de Yaşananlar
Bir gün veli ziyareti sırası Viceslav’a gelmişti. Ama, Abdullah'ı düşündüren bir problem vardı ortada. Viceslav'ı kırmadan, üzmeden bu problemi nasıl halledeceklerdi. Gelen misafiri yemek yemeden bırakmadıklarını biliyordu. Beki, Hristiyan bir ailenin aldığı eti, pişirdiği bir yemeğini nasıl yiyeceklerdi. Bu rahatsızlıklarını Viceslav’a belli etmek istemeseler de  O işin çoktan farkına varmıştı bile. Abdullah’a; “ Biliyorum hocam. bizim ailemiz  Hristiyan olduğu için evimizde yemek yemek istemiyorsunuz. Onun için böyle söylüyorsunuz.  Ama ben herşeyi ayarladım. Her şey İslami usullere göre ayarlanacak dedi. Viceslav, her şeyi önceden ayarlamıştı. Kendilerine yakın olan bir müslüman komşusunu çağırmış, islami usullere göre koyun kestirmiş, yemeklerde  kullanılacak yağı bile kendisi seçmişti.

Ailesi kusursuz bir mihmandarlık yapmış ve ilk defa evlerinde Müslüman Türkleri misafir etme sevincini yaşamışlardı. O esnada Abdulla'ı şaşırdan başka bir hadise daha gerçekleşti. İçeri 3-4 yaşlarında saçları kulakları üzerine örgülenmiş sarı saçlı, mavi gözlü iki kız girivermişti içeriye. Bu kızlar kapıya yakın oturan Abdullah’a doğru ilerliyordu. “ Aman Allah’ım ” dedi. Bu kızlar yıllar önce  bahçede oynarken gördüğüm ve hayal ettiğim çocuklarla aynıydı. Abdullah onları kucağına aldı, saçlarını okşadı, kokladı ve doyasıya severek Allah’a binlerce şükretti. Bu kızlar Viceslav’ın dayısının ikiz kızlarıydı.
 
Viceslav okuldan mezun oldu. Kendi soydaşları arasında yaşadığı güzellikleri anlatmakla meşgul. Duyduğu, hissettiği güzellikleri ve onların kaynağı Hz Muhammed (sav)i, sarı güllere anlatmak onun en büyük arzusuydu zaten. Kim bilir belkide bir gün hiç beklenmedik bir yerde Viceslavı görmek nasib olur. Rabb’im sarı güllerin gönlünü açsın, diğerlerine duyurduğu güzellikleri onlara da duyursun."Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.” (Buhari 7/3468, Müslim 2406/34)