Reklam
Reklam

O kerpiç evden üç profesör bir de doçent çıktı...

Bozkır’da kerpiç bir evde başladı yaşamım Babamın Kuran-ı Kerim’inde tüm ailemizin doğumları işaretlidir. Benimki orada 1341 yılının 12. Ayı diye gösterilir.

O kerpiç evden üç profesör bir de doçent çıktı...

Bozkır’da kerpiç bir evde başladı yaşamım Babamın Kuran-ı Kerim’inde tüm ailemizin doğumları işaretlidir. Benimki orada 1341 yılının 12. Ayı diye gösterilir.

O kerpiç evden üç profesör bir de doçent çıktı...
08 Haziran 2020 - 23:17

 Doğduğumda dışarıda kar yağıyormuş. Soğuk, yokluğun kol gezdiği zor bir yaşamın başlangıcı diyebilirim.

Pek çok köyde olduğu gibi iki odalı kerpiç bir ev. Hani bir odasına kışlık erzakların konduğu, diğer odasında da soba yakılan, gaz lambasıyla aydınlanan, hem oturulan, hem misafir ağırlanan, hem de akşam yatakların serilip, dip dibe yatıldığı evlerden biri.

Gaz lambasından tutun da evin toprak damındaki yuvak taşına kadar her şey beynimde kazılı. Medeniyet denilen şeyin hiç olmaması da. Kuyu suyu, anamın kardeşlerimden birini sırtına sarıp, diğerinin elinden tutup hiç durmaksızın çalışması, hiçbir zaman üzerimize uymayan, rahat giyemediğimiz kıyafet ve ayakkabı. Her türünü öğrendiğimiz bitler. Evimizde dünya kadar yufka ekmeği olduğu halde çarşı ekmeğinin burnumuzda tütmesi.

Bunlar yalnızca bizim değil, o zamanlar çoğunluğun kaçınılmaz yaşam tarzıydı. Zordu ama bizim için çok daha zordu. Oyuncak bizim için hayaldi. En büyük eğlence kaynağımız arkadaşlarımızla aşık atmaktı. Aşık genelde keçilerin diz kapaklarından çıkardığımız bir kemikti. Aslında her şey ama her şey bizim yaşamımızdı. Mutluluğumuz, acımız oydu.

1930’lardaki Türkiye yokluk içindeydi. Bozkır da elbette yokluğun, sefaletin kol gezdiği, bu yokluğun insanların iliklerine kadar işlediği bir yerdi. Kışı zorluydu. Çok kar yağardı. Ama çocuktuk. Tüm zorluklara rağmen mutluyduk. Kardeşlerimle bütün olmak, her işin, her zorluğun üstesinden gelmek güzeldi. Orayla bağımı hiç koparmadım.

Amerika’da ünlü bir doktor olup para kazanınca orada 400 kişilik öğrenci yurdu yaptım. Kız ve erkek yurdu olarak. Ve o yurdun açılışında kaşıklarla oynadım. Doğduğum evi sağlık ocağına dönüştürdüm.

Bozkır benim için çok önemli. Amerika’da ameliyat yaparken bile hep Bozkır türküleri söylerdim.

Ben hayatımın ilk yarısında parayı hiç görmedim. Hep zorluk çektim. Paramız yoktu. O kadar zengin bir aile değildik. Bir atımız vardı. O atı kiraya verirdik. Günde 2 lira. O atın parasından başka gelirimiz olmadı. İlkokulu bitirdim.

Babam ya demirci ya da terzinin yanına çırak verecekti. Okumak istediğimi söyledim. Para yok diye karşı çıktı. Ama annem hemşerisiyle beni Konya’ya gönderdi ve devletin burslu sınavına girip kazandım. Yurda da girdim. Hep okul birincisi oldum. Bayramda herkes köyüne tatile giderdi. Ben de gitmek için babama haber gönderdim. “Otur oturduğun yerde. Paramız yok” dedi. Bedava gidebileceğim bir yol buldum. Gitmem bir gün sürdü. Soğuktu. Kapıyı babam açtı ve “Neden geldin” dedi. Öylece kalakalmıştım. Anam beni içeri aldı. Ellerimi üfleyerek ısıttı. Zorlu bir eğitim yaşamının başladığını da böylece görmüş oldum.

Benim annem galiba melekti. 15 yaşında babamın atının arkasında Akseki’den ayrılmış ve bir daha ne anne babasını ne de evini, köyünü görmüştü. Durmadan çalışan bir kadındı. Hayatım boyunca sesinin yükselttiğine bile şahit olmamıştım.

Kümesimizde boynu yerde sürünen bir tavuk gördüm. Onu iyileştirmek istedim. Kardeşim de bana uydu ve yakalayıp getirdi. Jiletle boynunu açtım. Kursağı küçük çakıllarla doluydu. Temizleyip yorgan iğnesiyle diktim. Tavuk o yaz yaşadı ve çok yumurta verdi.

Konya’da o zaman tek bir lise vardı. Konya Erkek Lisesi. Ben ve diğer kardeşlerim de oraya gittiler. Başarısı tartışılmazdı. Hala Konya’ya gittiğimde o lisenin önünden geçmeden yapamam. Ama o yıllar 2. Cihan Harbi yıllarıydı. Almanya’da devlet hesabına okuyan abim bile geri çağrılmıştı. Yine zorlu yıllardı. Kardeşlerimden ayrıydım hep. Birbirimize hiç doyamadık. Lise yıllarında bu hasret iyice içime oturmuştu. Lise yıllarım bana hep hasretliği hatırlatır.

İstanbul’da Tıp Fakültesi’ne girdim. Ama Anatomi Atlası’nı bile alamamıştım. O zamanlar Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’ye mektup yazdım. Kısaca şöyle demiştim, “Ortaokul ve liseyi devlet okuttu. Devletimiz sağ olsun ayakkabı, giysi, yatacak yer veriyor ama Anatomi Atlası’m yok. Bana sağlayabilir misiniz?” Hemen yanıt geldi. Atlasım alındı. Lakabım İnek Mustafa’ydı. Hep çok çalıştım. Hedefim Amerika’ydı ve bunu gerçekleştirdim. 6 kardeşin 5’i Konya Lisesi’ni bitirdi.

Tabi ki risk almak da gerekti. Amerika’ya ilk gittiğimde kütük gibiydim. İngilizce bile bilmiyordum. Devlet beni okuttu ve 4 yıl mecburi hizmetimi de, askerliğimi de yaptım. Sonra ben Amerika’nın yolunu tutacağım dedim .Çok yere yazı yazdım ve aplikasyon gönderdim. İngilizce sordular, bilmediğim halde evet yazdım. 1955 yılıydı. Cleveland’tan yanıt geldi. Atladım gittim.

Hayatımın dönüm noktası oldu. İlk etapta bir ay kalmayı planladığım Amerika’da 38 yıl yaşadım. Evimizde yatağımız bile yoktu. O kadar sıkıntılı bir dönem. 4 yıl param olmadığı için Türkiye’ye gelemedim ve eşimden ayrı kaldım. Sonra her yıl geldim hiç aksatmadan. Hükümet tabibiyken burada 240 lira alırdık. Orada 84 lira ile geçindim. Ek para kazanmam lazımdı. Cleveland’ta asistan olarak çalışırdım. Akşam işin bitince zengin hastalara özel hemşirelik yaptım. Öyle geçindim. Ama yıllar içinde o kadar meşhur oldum ve buna kendim de inanamadım...

Prof.Dr Mustafa Öz.......

Bu haber 1038 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum