Reklam

UĞUR CANBOLAT İLE MEKTUPLAR ÇOCUKLUĞUMUN HECE KUŞLARI

Yazarımız Uğur Canbolat yedinci kitabı “Kalbi Tutan Mektuplar” ile tekrar okuyucusunun huzuruna çıktı. Bir önceki kitabı olan “Aklımda Olduğun Aklında Olsun” ile Rüzgâr’la söyleşmelerine başlamıştı.

UĞUR CANBOLAT İLE MEKTUPLAR ÇOCUKLUĞUMUN HECE KUŞLARI

Yazarımız Uğur Canbolat yedinci kitabı “Kalbi Tutan Mektuplar” ile tekrar okuyucusunun huzuruna çıktı. Bir önceki kitabı olan “Aklımda Olduğun Aklında Olsun” ile Rüzgâr’la söyleşmelerine başlamıştı.

UĞUR CANBOLAT İLE MEKTUPLAR ÇOCUKLUĞUMUN HECE KUŞLARI
04 Mart 2021 - 21:54

MEKTUPLAR ÇOCUKLUĞUMUN HECE KUŞLARI
RECEP BAYRAKTAROĞLU

Novella tarzında kaleme alınmış bu iki eserinde de roman ile denemeyi harmanlayan Canbolat’ın okuru yüreğinden yakalayan bir üslûbu var.
Kelimelerin içinden geçiyor ve geçiriyor âdeta.
Gündelik meseleleri ele alırken kişiyi o konunun pek çok başka boyutlarına taşıyarak şaşırtmayı başarıyor.
Sosyal mecralarda kitabın farklı konseptlerle okur tarafından paylaşılıyor olması onları ikna ettiğinin de bir göstergesi.
 
Biz de yazarımızla sizler için bir söyleşi yapmayı istedik.

-Bizler nicedir dijital medyanın esiri hâline geldiğimizden mektup yazmayı unutmuştuk. Burada bir hatırlatma var sanki…
- Adı değişti sanırım. Her birimiz neredeyse her gün onlarca ileti alıyor ve gönderiyoruz. Bunlara e posta diyoruz. Bir nevi mektup aslında. Ama çocukluğumuzun kalbimizi ısıtan, yüreğimizi hoplatan cinsten mektupları gibi değil bunlar. Teknik… Gündelik. İş odaklı daha çok.

-Çocukluk yıllarımızın mektupları çok başkaydı değil mi?
- Kesinlikle… Bir kere orijinal idi. Sadeydi. İçtendi. Yapmacılıktan uzaktı. Sahiciydi. Baba evladına yazdığı mektupta ahırdaki sarı inekten bahsedebilirdi. Çünkü evlat mektubun bir yerinde bundan bahis açıp sorardı. Harmandan bahsedilirdi. Fındık hasadından, çay mevsiminde ürünün nasıl olduğundan aynı şekilde söz edilirdi. Yaşanan hayat ütopik değildi. Ayakları yere basardı. Ben bir asker mektubunu annesine ulaştırmış olmaktan dolayı epeyce sevindiren bahşişler aldığımı hatırlarım mesela…

-Postacılık mı yaptınız?
- Bir nevi öyle diyebiliriz. Köyümüze postacı motosiklet ile gelirdi. Sesi bir köy aşağından duyulurdu. Eşi, babası, evladı gurbette olanlar için bu ses bazen tarifsiz sevinçlerin bazen de teselli edilemez kederlerin işaretini verirdi. Postacı muhtarlığa uğrar hepsini oraya bırakırdı. Evimiz yakın olduğundan koşup gider mektupları alır tek tek evlere gidip sahipleriyle buluştururdum. 
Ve bahşişler alırdım.
İçime dert olan hatıralar vardır bu sırada yaşadığım. Hâlen ruhumda yüktür. Elimde mektupları gören anneler babalar sorardı haber beklediği birileri varsa. Size mektup yok demek onları gerçekten hüzne salmak manasına geliyordu. Sonra buna bir çözüm buldum ama çok yaralandım.

-Nasıl bir yaralanma?
- İki türlü bir yaralanma. İlkini az önce ifade ettim. Size mektup yok demek gerçekten insanın o küçük bedenindeki ruhu bile örseleyici. Buna çözümüm dağıtımı gerçekleştirmeden önce kimlere geldiğine bakıp bunları sıralamak oldu. Mektubu olmayan ailelerin evlerinin uzağından giderek hem onları bu sözü duymaktan kurtardım hem kendimi yaralanmaktan. İkincisiyse mektubu açan anne babaların eşlerin ya da yavukluların bazılarının o mektubu açıp yüzüne gözüne sevinçli gözleriyle ağlayarak sürmelerinden…

-Sevinçle ağlayanlar neden yaralayıcı olsun ki?
- Henüz çocuksunuz. Ağlamaya verdiğiniz anlam malum. Sevinç ağlaması veya mutluluk ağlaması gibi kavramlar henüz belleğinizde oluşmamış. Bunları bilmediğimden okuma yazma öğrenmeyenler tarafından okutulan mektup sırasında ağlayanlarla bende etkilenerek çok ağlamışımdır. 

-Mektup dağıtmanın yanı sıra okuma görevi de yüklediği oluyordu yani…
- Evet. Orda Anadolu’nun bir ilçesinin köyünde okuma bilmeyenler için mektubu okumanız hatta bir süre sonra o eve tekrar gidip cevabi mektup yazmanız da gerebilir. Bu sıkça yaşadığım bir husustu. Hatta çoğu defa yazmaya oturduğumuzda söyleyecek bir şeyleri olmaz benim yazmam istenirdi. Bende köy havadisleriyle başlar o hanenin bir iki meselesini de ilave ederdim. Sonra yazdığım mektubu okur onay aldıktan sonra katlayıp zarfa koyardım.

-İlgi çekici hatıralar biriktirdiğiniz anlaşılıyor. Aklınızda kalan ve sizi etkileyen bir anı varsa paylaşır mısınız?
- Elbette. Bir defasında babaya hitaben yazılan bir mektubu kayınpederinin tarladan dönüşünü bekleyemeyeceğini söyleyen taze bir geline gurbetteki eşinden gelen mektubu açıp okumuştum.
Tüm konu aile büyükleri etrafında dönüyordu. Yeni geline dair bir cümle bile yoktu. Mektubu okumam bitti. “Abla” dedim “Burada senden hiç bahsedilmiyor, selam ederim bile denilmiyor.” Abla mektubu elimden aldı sevinçle yüzüne gözüne sürdükten sonra mektubun en sonunda yer alan üç noktayı gösterdi ve “Bu beni söylüyor” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Küçüksün şimdi anlamazsın” diye cevap verdi.

-Anladınız mı peki sonra?
- Evet, anladım. Hem de çok iyi anladım. Zira mektup kavramı daha da zihnimde yer etti. Sonraki okumalarımdan kavradım ki, bu, Anadolu’da sıkça yaşanmış bir durum. Eşe, sevgiliye ayrıca mektup gönderemediği ve içerisinde ondan bahsetmeye edep edip utandığından ismini yazamıyor. Ama sonuna koyduğu üç nokta ile seven sevdiğine neler söylüyormuş neler. O gelin abla cevaben bana yazdırılan mektupta kaç göz işaretiyle önceden tembihlediği üç noktayı muhakkak koyduruyordu. Sonra da ödüllendiriyordu tabi. İşte o günden beri mektuplar benim kalbimde hece kuşları olarak yer tuttu. Kelama sığmayanları üç noktaya sığdırabilen sevdalıların yaşadığı bir ülke burası. Gurbeti sevda, sılası sevda, hep sevda… Ninnisi, şarkısı, türküsü daima aşk tütsülü…

-Size yazılan mektuplar da olmuştur. Bunlardan hatırladıklarınız var mı içinizi titreten?
-Olmaz mı hiç? Var tabi. Askerlik yaparken babamın bana yazdığı mektuplar. “Ey Bu Vatanın Kahraman Türk Askeri” hitabıyla başlıyordu. Ve daha ilk satırında iliklerime kadar titretiyordu beni. Bir de yazar, hekim ve gönül adamı hocam Dr. Haluk Nurbaki hazretlerinin yaz aylarında el yazısı bir mektup olarak gönderdiği temize çekip gazeteye gönderdiğim köşe yazıları.

-Kalbi Tutan Mektuplar anlaşıldığı kadarıyla epeyce eskiye dayanıyor…
- Kesinlikle… Hece kuşları tâ o zamanlardan kalbimi bu mektuplarla tuttular. Bunun ne demek olduğunu öğrettiler. Elim kalem tutmaya başladığındaysa bende mektuplar yazmaya başladım.

-Rüzgâr’a yazılmış mektuplar… Kim bu Rüzgâr?
- Bunu soran dostlarım oldu. Okur geri dönüşlerinde bunun merak edildiğini gördüm. Hatta daha ötesi “Ben Rüzgâr’ı tanıyorum” diyenler çıktı. Buna inanıyorum çünkü hepimizi hayatın kötücül yanlarından iyicil yönlerine taşıyan Rüzgâr’larımız var. İyi ki var. Sorunuza gelecek olursam aslında Rüzgâr tek bir kişi değil. Bazen kişi de değil. Ama aynı zamanda hepsi. Kimi zaman hocam, kimi vakit dedem, babam, ninem, annem, kendisinden beslendiğim büyüklerim, dostlarım… Kendisinde hakikati ve kendimi gördüklerim. 

-İlk kitap “Aklımda Olduğun Aklında Olsun” idi. “Rüzgâr geldi tam içimde durdu” diyordu.
-Evet. Aynen öyle oldu. “Haydi eğleşmek olmaz, çok zaman kaybettik. Çok beklettik. Özledik ve özlendik. Tenhalarda toplaşanlarımız var. Ve vakit erişti” diyordu. Foliant Yayınları neşretti. Yayınevi sahibi Selahattin Arslan ve İkram Arslan’ın emek ve öngörüleriyle okuyucuyla buluştu. Güzel bir karşılama yaşadı. Hâlen ilgi devam ediyor. Yenisini temin edip okuyanlar buna da yönelmiş görünüyor eğer daha önce edinmemişlerse. İnternet satış noktalarından ulaşılabiliyor. D&R raflarından da ulaşmak mümkün. 

-“Kalbi Tutan Mektuplar” kitabı diğerinin devamı niteliğinde mi?
- Hem evet, hem hayır. Aslında her başlık bir başka mevzuya temas ediyor. Novella tarzında kısa parçalardan oluşuyor. Tek başına okunduğunda da bir mesajı var okura ama arka arkaya okunduğunda da devam eder nitelikte. Esasen baştan başlayarak olayların örgüsünde okunmasını öneririm. Bunu okuyanların o sebeple ilkini merak edip okumak istemelerini anlıyorum. Bir nevi üst üste tuğla koyma işlemi gibi. Bir okurum ikisini de okumuş. Şöyle bir mesajı beni mutlu etti. “Ben kitabı okuduğumda kendi iç sesimi duydum ve bu iki kitapla bir nevi içsel yolculuğa çıktım.”

-Sizin de değerlendirmeniz bu yönde mi?
- Aslına bakarsanız evet. Çok hızlı ve telaşlı bir dünyada yaşıyoruz artık. Handikaplarımız var. Kendimize zaman ayıramıyoruz. Gözlem yapamıyoruz. Olayları okuyamıyoruz. Yokuş aşağıya koşarak iniyoruz. Hatta çoğu defa yuvarlanıyoruz. Durup dinlenmeye, nefes almaya “Ne oluyoruz yahu?” demeye ihtiyacımız var. Kitabın bir amacı bu. “Biraz durun, nefeslenin ve ne oluyoruz yahu?” deyin diyor okura.

-Bu nedenle mi ateş yakmak, merkez sohbeti, benlik savunmaları, hayalet taşlamak,  kendini kendinizden kurtarın mesajları?
-Kesinlikle. Bu son asırda bizlere dışa dönük bir yaşam önerildi. Oraya doğru âdeta güdülendik. Kendimize bakamaz, göremez olduk. Hatalarımızı bile başkalarına transfer ettik. Kötü yanlarımız iyi yanlarımıza galip geldi, ruhumuz ezildi. Travmatize edildik. Kalbimiz örselendi. “Kalbi Tutan Mektuplar” kitabıyla “Bir kalbimiz var. İlk kurtarılacak orası” mesajını vermeye çalıştım. 

-Bir öze dönüş çağrısı yapıyorsunuz sanırım…
-Aynen öyle. Bu kitap bir öze dönüş çağrısıdır. Hece kuşlarının bir kelebek gibi gelip kalbimize konması bundandır. Kalbimde can bulan kelimeleri başkalarının da kalplerinin can bulması için uçurdum. Konmaya başladılar. Hem hece kuşları memnun bundan hem de bu cümleleri kalbine buyur edenler.

-Kitap dünyası malum. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik sorunları, pandemi sınırlamaları… Kitap fuarları yok. Bunlara rağmen kitap yayınlamak bir cesaret değil mi?
- Çok haklısınız. Akıl Fikir Yayınları ortakları ve öncüleri pozisyonunda olan bir nevi Cağaloğlu dervişliği yapan Fatma Ersem Yargıcı bir kitabın popüler olmasından ziyade kültürel bir karşılığı olup olmadığına bakıyor. Yayınevinin neşrettiği kitap listesine bir göz atmak bunu görmek için yeterli. Başka yayınevlerinin üstüne para verilse bile basmak istemeyeceği kitapları bulup büyük bir mutlulukla ve kültür şuuruyla yayınlıyorlar. O sebeple böyle bir problemi olmadı “Kalbi Tutan Mektuplar”ın.
Üstelik isteyen her okuyucuya yazarından adına özel olarak imzalanmış kitap göndermeyi www.kitapoba.com sitesi yetkilileriyle yaptıkları işbirliği sonucunda başarıyorlar. Gelen talepleri toplayıp iletiyorlar. Biz keyifle imzalıyoruz onlar da şevkle okura ulaştırıyorlar. 
Kısaca “Kalbi Tutan Mektuplar” kalpleri bulup tutmaya başladı. Rüzgâr’ın nefesi onlara da ulaşıyor.
Çok şükür.
Yeri gelmişken bu söyleşi için size, yayınevi yetkililerine, kapak tasarımını hassasiyetle ve gönüllü olarak yapan grafiker Elif Kaba Develioğlu’na, editörüm Sema Çakır ve son okumaları yapan Sait Köşk ile Menekşe Özkaya’ya teşekkür etmek isterim.
Ve ilgisini esirgemeyen okura tabi.




 

Bu haber 4087 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum