Reklam

Vahdettin İnce: Hangi normal?

Hangi normal?

Vahdettin İnce: Hangi normal?

Hangi normal?

Vahdettin İnce: Hangi normal?
16 Mayıs 2020 - 00:34

Koronavirüs süreci halen devam ederken bir yandan da entelektüeller korona sonrası (inşallah bu sonrası bir an önce gelir) dünyanın nasıl şekilleneceğini tartışıyorlar. Hemen hemen herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylüyor. Mesela hayatın normale dönmeyeceğini, bugünden sonra kendimizi “yeni normal”e hazırlamamız gerektiğini ifade ediyorlar. Tabi bu görüşlerin uzun uzun ayrıntıları var. Bunları okuduktan sonra insan bir tür kıyametle karşılaşacağını düşünmekten kendini alamıyor.
Aslında öteden beri ne zaman dünya çapında büyük bir hadise meydana gelirse bir takım entelektüellerin bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, tepeden tırnağa her şey değişecek dediklerini, batılıların dediği gibi eskatoloji yaptıklarını biliyoruz. “Tarihin sonu” tezlerinin havada uçuştuğu ve bu tezi savunmayana kız verilmediği günleri daha dün gibi hatırlıyorum. Aydın sayılmanın şartı gibiydi bu teze bir tarafından bulaşmış olmak. O süreçte yaptığı kariyerin bugün ekmeğini yiyen nice insanı tanıyorum. Sovyet bloku çökmüş, iki kutuplu dünya ortadan kalkmış, liberal batı bloku galibiyetini ilan etmiş ve insanlığın görüp görebileceği en ideal sosyal düzeni bulduğu ve bunun tarihin sonu anlamına geldiği ilan edilmişti. Demokrasi ve liberalizm çağı geldi diye sevindirik olmuştuk biz de bütün dünya ile birlikte. Ama gördük ki bunlar bazı aydınların temennileri ve bir türlü vazgeçemedikleri eskatoloji fantezileriydi. İki kutuplu dünya gitmişti ama yerine başını ABD’nin çektiği tek kutuplu mutlu müreffeh hatta mesut bahtiyar dünya gelmemişti. Bilakis her kafadan bir sesin çıktığı, sabah erken uyananın kendini küresel, olmadı, bölgesel, o da olmadı yerel kutup ilan ettiği çok başlı bir dünyanın tam merkezine uyanmıştık. Eskiden farkı yok muydu peki. Vardı, ama işte bu diyebileceğimiz bir altın devir, bir zirve süreç değildi, tam tersine eskisinden daha kötü bir dünyaydı. Dünya iki kutupluluğun sağladığı dehşet dengesinden çıktığı için daha kanlı bir sürece girmişti üstelik. “Yeni dünya düzeni” bir ütopyadan ibaret kaldı ve yeni yeni dünya düzensizliği olanca gerçekliğiyle hükümferma olmuştu. Demokrasi ve liberalizm hak getire.
Bir de masa başında oturup kafasına göre medeniyetleri tasnif edip muhtemel çatışmaya göre konumlandıranlar vardı tabi. “Medeniyetler çatışması” adı verilen bu tezin mucidi kafasına göre medeniyetleri cephelere bölüyor ve yarı bir tanrı edasıyla hadi çatışın bakayım diyordu adeta. Ama dediği gibi olmadı. Bu gün mütefekkirimizin galip geleceğine adı gibi emin olduğu medeniyetler gözle görülmeyen minnacık bir virüsün pençesine düşmemek için başlarını deliklerinden çıkaramayacak hale gelmişler.
O yüzden ben geleceğe dair öngörülerde bulunmayı pek sevmem. Çünkü kerli ferli adamların ortaya attıkları tezlerin sonunda gelip ayaklarına dolandığını bittecrübe müşahede etmişliğim var.  Öngörü değilse de insanın geleceğe dair bazı temennilerde bulunmasının önünde bir engel yok sanırım. Öyle ya, geçmiş geçmişte kaldı biz geleceğe bakalım. Hatta Kürtlerin “tişta çû nede dû” (gidenin ardına düşme) dedikleri gibi davranalım ve ileriye bakalım. Hazır halkımız da önümüzü açmışken.
Adamın biri denizin sahilinde oturmuş derin derin düşünüyormuş. Biri yanaşmış ne yapıyorsun diye sormuş. Dalgaları sayıyorum diye cevap vermiş. Şimdiye kadar kaç dalga saydın demiş öbürü. Gidenler gitti, işte bu gelen bir demiş adam.
Buradan hareketle sözü devlet anlayışına getirmek istiyorum. Devlet bağlamında bugüne kadar olanlar oldu, yaşananlar yaşandı bitti (siz sözü nasıl devlete bağlayacağım düşünüyordunuz değil mi!). Hazır korona sonrası dünya tartışılıyorken bari devletin bugünden sonra gerçekten varlık amacına göre hareket etmesini sağlayalım.
Devlet insanoğlunun sosyal düzen anlamında geliştirdiği en önemli kurumların başında gelir. İnsan hayatını kolaylaştıran, ahenkli bir hal almasını sağlayan birçok sosyal kurum ancak devlet ile birlikte bir anlam kazanabiliyor. O yüzden devlet kurumunun varlık amacına göre hareket etmesi son derece önemlidir. Ama tarihten günümüze kadar çok kısa bazı dönemleri dışarıda tutacak olursak devlet kurumu hep varlık amacının aksine bir işlev görmüştür. Devletsizlik cehennemi bir kaosa neden olur kuşkusuz, ama gördüğümüz ve yaşadığımız gibi varlık amacına uygun işlemeyen bir devlet de daha büyük bir cehennemi yaşatabiliyor insanlara. O yüzden korona sürecini ilk dalga sayalım ve şu devlet aygıtını adam akıllı bir rayına sokalım.
İşin başlangıç noktası hiç kuşkusuz devletin sınırları içinde yaşayan tüm insanların, toplumsal, etnik, dini, mezhebi grupların devleti haline gelmesidir. Her bakımdan aynı düşünen, aynı olaylara benzer tepkiler gösteren zihniyet ve davranış olarak homojen bir toplum mümkün değildir. Her insanın bir doğrusu vardır ve bu doğru birçok açıdan benzediği başka bir insanın doğrusundan farklıdır. Dini, etnik, mezhebi grupların da öyle. Yani doğru değişkendir. Kişinin veya topluluğun durduğu yere, bakış açısına, kültürüne, karakterine hatta mevsimine göre farklılık gösterir, mesela kışın doğrusu yazın, baharın, güzün doğrusuna benzemez. Diğerlerinin de öyle. Bu varoluşsal gerçeğin yanında bir de her zaman ve her yerde geçerli olan kişiye, topluluğa göre değişmeyen evrensel bir doğru vardır ve bunun adı da haktır. Devletin yukarıdan beri vurguladığımız varoluş amacı, varlık sebebi farklı doğrular etrafında kümelenen vatandaşlarını bu evrensel doğru doğrultusunda yönetmektir. Sınırları içinde yaşayan ve her birinin kendine göre doğrusu olan vatandaşlarından bir kısmının doğrusunu esas kabul edip diğer doğruları görmeyen, baskılayan, hatta ortadan kaldırmak için mücadele eden bir devlet varlık amacına aykırı hareket etmiştir. Bütün mevsimleri onca farklılıklarına rağmen kış kabul etmek kadar anlamsız bir davranış içine girmiş demektir. Böyle olunca da vatandaşlarına kışın ortasında yazlık elbiseler giydirdiği için donduk diye feryat etmelerini önleyemez. Hain, bölücü, yıkıcı diye nitelendirmek bu gerçeği değiştirmez. Yaz ortasında kalın kürklerin andıran yasaları giydirdiğin zaman “Yandım Allah!” diye bağırmasını önleyemezsin insanların.
Ben şahsen zaman zaman Türkiye devletinin geçmişte yaptığı hataları bir daha tekrarlanmasın, gerekli ders alınsın diye gündeme getirsem de hepsini bir kalemde unutmaya hazırım yeter ki devlet şu korona sürecinden sonra artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylenen şu dünyada varlık amacına göre hareket etmeyi şiar edinsin.
Geçenler geçti bu gelen bir demeye hazırım.

Bu haber 562 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum