ADALET mi, HELAK mi?
Reklam
Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

ADALET mi, HELAK mi?

08 Ekim 2018 - 16:50

 

Yaşadığımız coğrafyada her kesimin ve neredeyse herkesin dilinde, iddialarında mutlaka ADALET kavramı hep vardır. Bu durum, adalete duyulan ihtiyaç ve arayış kadar, istismar ve aldatma aracı olduğunun da kesin delilidir. En çok da, politikacıların, yöneticilerin, din adamlarının, hukuk ve yargı mensuplarının dilinden hiç eksik olmaz. Ne yazık ki, çürümenin, yozlaşmanın, tefessühün odak noktası da bu merkezlerdir. Toplum ise Adalet arayışını ya cüzdanlarında, ilişkilerinde veya türbe-mezar ve dergâhlarda aramaktadır. Kısaca Montesquieu’nin “Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hale geldiği noktaya gelince o rejim mahkûm olmuştur” ifadesinin aynısını yaşıyoruz.

Adaletten yoksun her devlet, zalimlerin elinde kalmaya ve zülüm ile yönetilmeye mahkûmdur. Bölge devletlerinin ve ülkemizin tablosu bunun açık örneğidir. Terör, savaş, ayırımcılık, yoksulluk, sefalet, ekonomik ve sistem krizleri gibi gelişmelerden çok daha tehlikeli ve sonuçları açısından çok daha büyük felaketlere neden olacak Sorun; Adalet hazinesinin tamamıyla tüketilmiş olmasıdır. Gerçekten de Konfuçyus’un dediği gibi "devletin hazinesi adalettir..!" Ve coğrafyamızda tükenmiştir.!

Gerçeği ifade etmek gerekirse Müslüman coğrafyasında, asırlardır adaletten payımıza düşen; sadece Cuma hutbesinde İmam Efendi’nin “Allah, Adaleti emrediyor…” öğüdü ile Mahkeme duvarlarında işlevsiz asılı duran “Adalet mülkün temelidir” tabelası olmuştur. Hiç kuşkusuz dünyevileşmiş bir din anlayışı, çürümüş bir Müslümanlık, ahlaksız bir siyaset, ceberut bir devlet, tefessüh etmiş bir toplum; Adaleti değil, helak olmayı hak eder.

Bütün bu olumsuzlukları üreten, emperyalistlerin iştahını kabartan, varlıklarımızı peşkeş çektiren ve toplumu helak noktasına getiren bizleriz..! Dillerinden İslam ve adaleti hiç eksik etmeyen ve adalet dağıtmayı din, haysiyet, şeref ve namuslarının gereği olarak savunduklarını iddia eden Dinbaz politikacıların, partilerin, örgütlerin, cemaat ve grupların coğrafyamızda neden oldukları tahribatın hasar tespiti bile mümkün değildir. Meğer bunların dili Hz. Ömer’in adaletini, kalpleri de Yezid'in siyasetini öngörmekteydi. Cenneti ölülerden istediğimiz gibi, adaleti de bu ikiyüzlü zalimlerden bekleyecek kadar cehalet karanlığına gömülmüş durumdayız..!  Müslümanlar olarak, Allah’ın şu buyruğu ile yüzleşerek durumumuzu belirlemek zorundayız:    

“Ey mü’minler! Allah için hakkı ayakta tutan hâkimler ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin. Adâlet yapın ki, o takvaya en çok yakın olandır. Allah’tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide/5:8)                                                                                                                                                                                                                                                         

--

Umarım, Nobel Barış Ödülü Sahibi Elie Wiesel’in yazdığı “Çan Dörtten Fazla Çalınırsa Kim Ölmüştür ?” adlı hikâyesi bizleri düşündürmeye vesile olur::!

Çok eski yıllarda Krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Ama; bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.

Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev ÇAN bir defa çalınırmış.

Uzun uzun da yankılanırmış.

Eşraftan birisi ölürse Çan iki defa,

Büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalınırmış.

Ya Kral?..

O öldüğünde, Çan dört defa çalınırmış.

Gel zaman git zaman…

Şehirde bir olay olur, iş mahkemeye intikal eder..

Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar bilmektedir.

Bir formalite olarak görülmesi ve beraat beklenen, davadan sürpriz bir karar çıkar.

Sanık para cezasına mahkûm olmuştur.

Hâkim sorar:

“-Bir diyeceğin var mı?...”

Sanığın cevabı

“-Hayır!...”

Mahkeme biter.

Dinleyiciler dağılır. Kafalarda bir kaygı!..

Kısa bir süre sonra dev Çanın sesi duyulur..

Acaba kim öldü?..

Çan bir defa daha çalar. Acaba eşraftan kim öldü?..

Şehir Çan sesi ile bir defa daha inler.

Hımmmmm… Büyük bir devlet adamı, acaba kim?..

Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalar, yeri göğü inletir.

Herkeste bir feryat: Eyvah!.. Kralımız öldü!..

Ancak, Törede görülüp işitilmemiş bir şekilde Çan, beşinci defa da çalınır, yer gök inler ve sesler kesilir.

Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için Çan görevlisine koşar,

Bir de bakarlar ki Çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalmaktadır.

Sorarlar:

“Ne demek beş defa Çan çalmak?.. Kraldan daha büyük birisi mi öldü?...”

Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da:

 

“Evet…! ADALET ÖLDÜ!...”

--

Biz Adalet ile hiç tanışmamış olsak da, bizde Adalet hiç yaşamamış olsa da, ölümü bizim için HELAK demektir..!

“Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir ama ; adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır!..”

Abdulbaki Erdoğmuş

Bu yazı 3409 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum