ÖLÜM GERÇEĞİ VE MUTLAK SORULACAK KUL HAKKI!
Allah biz kullarına neyle gelirsen gel, ama sakın kul hakkıyla, masumum hakkıyla, nedeni olduğun mazlumun gözyaşlarıyla gelme diyor.
Peki kul hakkının olmadığı hayatın her alanında bir yer varmıdır kardeşlerim.
“Tövbe karşılığında her günahını affederim; ama sakın insanların haklarını yeme ve onların ahlarını alma. Çünkü onların affını, ancak hak sahibi mazlumların kendilerine bıraktım” diyor.
Yâni, "Ya emir olunduğun gibi dosdoğru yaşa, ya da hakkını yediklerinden ölmeden önce helallik almadan gelme" diyor.
Kul hakkına girmenin daha tehlikeli bir boyutu da; toplumun ortak malı ve hakkı olan kamuya ait bütün devlet mallarıyla; her türlü dernek, vakıf vb. mallarını hukuksuz, haksız ve yersiz olarak; lüzumsuz, gereksiz ve uygunsuz biçimde, tamamen keyfi ve israfa yönelik bir şekilde harcayıp kullanmaktır. Ancak bu şekildeki haksızlık ve kul hakları daha tehlikelidir.
Kul hakkının ne kadar önemli olduğuna dair Allah Resulü’nün yaşamından örnek alalım!
Peygamberimiz (s.a.v.) hayatının son günlerinde hastalığı esnasında mescitte minbere çıkarak “Ey insanlar..!
Belki yakında aranızdan ayrılacağım. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile gitmekten daha ağır bir şey yoktur. Kimin bende bir alacağı varsa işte malım gelsin alsın. Kime yanlışlıkla veya kasten vurmuşsam işte sırtım gelsin vursun.
Bu konuda asla çekinmeyin. Şunu bilin ki, içinizde bana en sevimli olan bende olan hakkını alan veya bana hakkını helal eden kişidir” (İbn Sad Tabakat 2/255)buyurarak, bu davranışıyla bizlere hem de toplum huzurunda kul hakkının ve helalleşmenin en güzel örneğini göstermiştir.
^Yüce Rabbim bizleri her ne şekilde olursa olsun günahın her çeşidinden ve özellikle kul hakkına girmekten muhafaza buyursun.
^Yüce Rabbim! Bizleri ve bütün Ümmeti Muhammedi hiç farkında olmadığımız halde, sürekli olarak ve en fazla yaptığımız kul hakkını gerektiren özellikle; gıybet, kalp kırma ve gönül yıkma başta olmak üzere her türlü hal, hareket, duygu, düşünce, söz ve davranışlardan uzak eylesin. Ahirette bizleri “Kul Hakkıyla” karşısına çıkıp, bu dünyada yaptığı bütün iyilik, hayır ve sevapları elinden alınıp, sonunda büsbütün müflis ve günahkâr duruma düşen kullarından eylemesin.
Geçimini sadece odun taşıyarak hayat süren bir fakir gariban bir insan her şey hayatına tak etmiş bir şekilde sırtında odun yükü bir şekilde bir kasabadan geçerken
Kulağına onu hamallıktan kurtaracak bir bir ses duydu ve dikkatini verdi.
Ey insanlar! Ey halk! Hepinizin yakinen tanıdığı, bildiği; şehrimizin en zengini, en itibarlısı Veli Ağa vefat etti... Ey Ümmet-i Muhammed! Kabirden pek korkan ağamızın mühim bir vasiyeti var... Ey nas! Ahiret hayatına alışabilmesi için, vasiyeti üzere, yardımcı aranıyor. Kim gönüllü olarak mezarda geçireceği ilk gecede ona eşlik ederse, Veli Ağa’nın servetinin yarısı kendisine verilecek. Duyduk duymadık demeyin!”
Tellalların onca bağırıp çağırmalarına rağmen kimse bu enteresan teklife talip olmaya cesaret edemiyordu. Yorgun ve dertli Hamal, kir pas içindeki üstüne-başına, yer yer kopmuş küfesine ve yıpranmış ipine baktı. Bütün serveti işte gözünün önünde duruyordu. Elinde dünyalık mal olarak bir küfe ve ipten başkası yoktu. Kısa bir hesap yaptı. “Bir geceden ne çıkar? Hamal olarak yatar, ağa olarak kalkarım” diyerek koştu ve diri diri mezarda gecelemeye talip oldu.
Oradakiler hiç bekletmeden onu kabristana götürdüler. Genişçe bir mezar kazılmıştı. Bir tarafına; iyice kefenlenen Veli Ağa’yı koymuşlar, diğer tarafına da yoldaş olacak şahsı koyacaklardı.
“Hazır mısın?” bile demeden kendi için ayrıla yeri işaret ederek; “Madem geldin, hadi gir, uzan” deyip hamalı yatırdılar. Hava alabileceği bir baca da koyarak, mezarı kapatıp uzaklaştılar.
Toprak ve rutubet kokan zifiri karanlıkta tirtir titrerken sual melekleri çıkıp gelmez mi? Olduğu yerde ecel terleri dökmektedir. Meleklerden biri: “İkisi de artık bize emanet” diye söze başlayınca diğeri:
“Öyle de…” dedi. “Zengin olan zaten burada kalıcı, önce şu hamaldan başlayalım...”
Öteki melek bu teklifi makul gördü ve hamalın başucuna gidip sorguya başladılar:
“Dünyada malın mülkün var mıydı?”
“Alay etmeyin” dedi hamal. “Sırtımdaki küfeden ve ipten başka bir şeyim hiç olmadı benim!”
“Öyleyse söyle bakalım” dedi melekler. “O küfe ile ipi hangi kazançla, nasıl aldın?”
Hamal başladı anlatmaya:
“Beş kişinin malını on kuruşa taşıdım. İkisini yedim sekizini sakladım. Ertesi gün de aynı işi yaptım. Böyle böyle para biriktirdim. Yani yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.”
Melekler:
“Olmadı” dediler. “Olmadı hamal efendi! Falancadan aldığın para hak ettiğinden çok azdı! Biz bunun hesabını ondan soracağız! Filancaya da çok ucuza taşımışsın, bunun da hesabını ondan soracağız!”
“İyi ama…” dedi hamal… “hakettiğim parayı isteseydim, bana taşıtmazlardı ki…”
“Sen merak etme” dedi melekler. “Nasıl olsa ikisi de buraya gelecek, o zaman biz sorarız bunların hesabını!”
Ve sorguya devam ettiler:
“Sen bir daha söyle bakalım. Kazandığının ne kadarını yedin, ne kadarını biriktirdin?”
“Vallahi” dedi hamal. “Umumiyetle hep tasarruf ettim! Zaman oldu yarı yarıya biriktirdim… On aldıysam beş sakladım, beş yedim. İki kazandıysam, birini kenara attım.”
“Olmadı” dedi melekler. “Bu iş hiç olmadı! Sen hem kendinin hem de çoluk çocuğunun boğazından kısmışsın! Hem kendi nefsine, hem de onların nefislerine zulmetmişsin! Bu günahtır bilmez misin?”
Hamal ne cevap vereceğini düşünürken kan ter içinde kaldı. Ve bütün bir gece melekler sordu o kıvrandı, melekler sordu o kaçacak delik aradı… Nihayet sabah oldu ve mezarı açıp onu dışarıya çıkardılar.
Hamal baktı, kadı efendi dahil bütün şehir kabrin başına toplanmış. Hatta merasim için mehter takımı bile hazır bekliyor.
Kadı, kendisini can havlıyla mezardan dışarıya atan hamala:
“Aferin hamal efendi! Hiç kimsenin cesaret edemediği bir işi yaptın, muvaffak oldun. Sıra bizde... Sana bırakılan büyük malı-mülkü vererek vazifemizi yapacağız. Böylece mükâfatını da alıp faydasını göreceksin. Artık zenginsin! Hayırlı olsun, mübarek olsun...”
Bu konuşmanın üzerine etrafı dolduran halk gıptayla: “Yaşasın! Helal olsun!” tezahüratı yaparak destek veriyordu.
İnsanların coşkulu hâllerine şaşkın ve boş gözlerle bakınan hamal birden:
“İstemem! İstemem! Vallahi istemem!” diye bağırıp oradan kaçmaya başladı. “Ben, bir iple bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim! Onca servetin hesabını nasıl veririm?. Kim isterse ona verin! Hesabını da alan versin!” diyerek insanlardan kaçarken ayağı bir çalıya takılıp düştü ve o korkuyla uyandı.
Uzandığı duvar dibinden sırılsıklam kan ter içinde doğrulan hamal; bir “oh!” çekerek anlına biriken terleri silip derin bir nefes aldı. Duvar dibinde, yana devrik duran küfesine ve bir ucu yola kadar uzanan ipe baktı, baktı…
Kızgın ateş topu güneş hâlâ tepedeydi. Başını gökyüzüne doğru uzatıp gözlerini kıstı. İçten ve aşkla “Bismillah” çekti, küfesini yeniden sırtladı. “Elhamdülillah! Allahım her şeyin hayırlısını ver” diyerek işine yürüdü.
Rabbim hislere her şeyin hayırlısını nasip eylesin
Araştırmacı ve ilahiyatçı yazar Hüseyin DENİZ
YORUMLAR