Mesuliyet Kaçakları
Reklam
Reklam
Kenan Güzel

Kenan Güzel

[email protected]

Mesuliyet Kaçakları

09 Ekim 2021 - 09:22

Mesuliyet Kaçakları

Nureddin Topçu, Cumhuriyet devrinde eğitimini Fransa Strasburg Üniversitesi’nde felsefe üzerine yapmış büyük bir aydındır. Aynı zamanda o yıllarda Avrupa’ya tahsile gönderilen Türk öğrenciler arasında ahlak ilkeleri üzerine çalışan ve felsefe doktoru olan ilk Türk öğrencidir. Anadolu’nun münbit topraklarından yüklendiği maneviyatını bir hiç uğruna  Avrupa’nın şatafatlı sokaklarında pavyon bahşişi gibi cömertçe harcayan gençlerden biri olmadı ve o gençlere inat manevi değerlerine sıkı sıkıya sarılarak,  körü körüne batı değerlerine saplanıp kalmadı.
 
Nureddin Topçu, başarılı bir eğitimin ardından, değişik dünyalık vaadlere rağmen Fransa’da kalmayı kabul etmeyerek Türkiye’ye geri döndü. Bir taraftan  öğretmenlik yaparken, diğer taraftan değişik dergilerde yazılar neşrederek, ülke gençliğini bekleyen sinsi tuzakları ve Batı kültürünün sebep olduğu salkın hastalıkları bir bir anlatmaya çalıştı.
 
Nureddin Topçu, sarsılmaz bir imana, mükemmel bir ferasete, inanılmaz bir aksiyona sahipti. O yıllarda herkesi arkasına takıp sürükleyen ve başını döndüren Fransız hayranlığı bile, onun duygu ve düşünce dünyasını asla kirletemedi. Bu milletin dili oldu susmadı, ruhu oldu ölmedi ve gökleri dua, toprağı secde kokan Anadolu ruhunu Avrupa sokaklarına taşımaya çalıştı.
 
Bir fikir, bir ideal ve bir düşüncesi kalmamış bu genç nesil, pavyon bahşişçileri gibi, gönlünde mukaddesata ait ne varsa hepsini savup-savurmuş, kendi kültürüne kendi dinine adeta yabancı bir birey haline gelmişti. Daha o günlerde bu hastalığa bir çare bulunsaydı, bu dalgalanmalar günümüze kadar ulaşamayacak, gençliğimizi böyle derbeder edemeyecekti. Ne yazık ki, o gün olduğu gibi bu günde hiç bir devletli bu hastalığın aşısına talip olmadı ve sebeplerini araştırmaya bile yanaşmadı. Tam aksine, sergilenen devlet siyaseti ve kültür politikaları ile de gençler bu buhranlar anaforuna yönlendirildi.
 
O yıllarda  hastalıklı bir toplumun içerisinde gençlerin nasıl kıvrandığana, Anadolu’nun kırsal ve verimli topraklarında boy atıp, Paris sokaklarında bir gül gibi solan gençlere şahit olan Nureddin Topçu idi. Bir gönül doktoru hassasiyetiyle çok çalıştı. O gün bu hastalığa bir çare bulamamış olsa da, bu hastalığa sebep olan mikropları bir bir teşhiş etmeyi başarmıştı. İşte Nureddin Topçu, o yıllarda gençleri bu hastalığa götüren yolları ve yapılan hataları şöyle ortaya koyuyordu.
 
‘’ Yaptıkları ahlak yeminini az zamanda unutup siyaset ve tedbir yolunu tuttular. Bir kısmı doğrudan doğruya siyasete atılarak orada ruhunu kurban verdi, verirken de ‘’dava için’’ dedi. Bir kısmı da siyaseti, fikri ve içtimai çalışmalarına soktu. Fikirlerin müdafasını yapacak olan gençlik kuruluşları, politika yuvaları haline geldi. Burada siyasi boğuşmalar yapıldı. Bu yolda  bir müddet yürüyüp ilerleyen zümrelerin kafasında ahlak muvaffakiyetsizliğin, siyaset  muvaffakiyetin yolu olarak tanındı. Siyasette ona hizmet moda oldu. Farkında olmadan ahlak öylesine yere vuruldu ki, ahlak telkin edicilerin bile ahlaksızlığına hürmet duyulur hale geldi.
                                     ***     ***
Bugün neslin  gözünde siyaset en büyük değeri taşımakta ve kurtuluşun sanki tek yolu odur. Çünkü muvaffakiyete onunla ulaşılır. Ahlak sonradan  sadece ona  sürülen bir çiladır. Bugün din yolu bile muvaffakiyete götürücü bir siyaset yolu olmuştur. Ahlaka her sahada veda edilmiştir. Çoğunluğuna göre her fikrin, her hareketin ve hakikatlerin  bütün delilleri bütün belgeleri Batı’da bulunmaktadır. Bir fikir ileri sürüyorsanız acaba Almanlar ne düşünüyor? Bir iş yapacakasanız acaba Amerikalılar öyle mi yapıyorlar? Aşağılık karmaşasından gıdalanan bu taklit iç güdüsü, zehirleyici bir parazit gibi bütün hür düşünceyi ve bahtiyar iradeyi bizde boğmuş bulunuyor.
                                     ***    ***
Daha evvelki nesillerin yersiz ve kolay harcayıp tükettiği iman ve ümidi bırakarak kendi zaaflarını kabul ettiler. Varlığımızı sıfıra indiren bu kahredici davranış insana verilen kıymet cevherlerini ayaklar altına aldı, Kur’an’ın Allah’tan emanet diye getirdiği kalp ile yükselen insan, Batı sosyoloji mektebinin gözünde sürü seviyesine indi. Anadolu’nun okuyan çocukları da sırasıyla bu görüşleri taklit ettiler.
                                   ***    ***
Hayat mücadelesinde olduğu gibi fikir mücadelesinde de düşmana karşı koyarken düşmanlarının silahını kullandılar. Ruh ve dava cephesinde düşmanlarla aynı sılahı kullanmanın düşman ruhuna minnettarlık olduğunu bilemediler. Yabancı vasıtaları kullanarak şahsiyet yapılamazdı. 20. Asrın lüks hayat ve kazancı hırsları ile İslam’ı beraber yaşatmak istediler; büyük sermaye sistemi ile milliyetçiliğin yanyana yürüyebileceğini sandılar. Ruhu yükseltmek için maddenin bütün barbar kuvvetlerini harekete geçirdiler.
Kendi iradesini kendi eliyle çürüten nesillerde kurtarıcı bir şef ihtiyacı kendini gösterdi.Bu milletin başına büyük bir şef geçince neler yapmazmış. Bu tılsımlı şef tedavisi, bütün başları yukarıya ve kendi üstlerine çevirdi. Şef demek, millet kervanını çeken siyasi  bir şef demektir. O halde siyaset sahasında başa geçecek bir şef yetiyormuş. Bir başla her şey olurmuş. Ne acı bir safderunluk hülyası.
                                   ***   ***
Kendisine şef ve önder arayan Müslüman Türk çocuğu, eğer kendinde irade kuvveti varsa, onu tarihte ve toprağın altında bulacaktır. Ancak Kur’an’daki sonsuzluğu görmeyen, ummandaki benliğini tanımayan şaşkın hasta, şefi nerede bulsun?Ağlarsa da inlerse de haklıdır. İradesini felce uğratan kendindeki zehirdir. Şefleri büyük sürünün önünde değil, herbirimizin iradesinin ta içinde arayalım. Şefimiz aşkımızdır. Onu kalbimizde alkışlayalım. Bütün bir ömür boyu dövülen kalp, en büyük ve cesur önderdir. Zaaflarını her hatırlamada ‘’ ne yapalım bize yol göstermediler, bize ışık tutmadılar…’’ diyerek suç bizim değildir diyorlar. Ancak kendi yüklerini yüklenmekten korkan bu mesuliyet kaçakları bilsinler ki, kendi adlarıyle damgalanan bu kader yükü ergeç kendilerini mesul edecektir. Mihrab mümine emredemez oldu. Vicdanın sonsuzluğa götüren yolu şaşırtıldı. Yukarıdan gelen işaret, yerini hayvani hırslarla bedenin isteklerine bıraktı.
                                     ***   ***
Bugün artık kutsallaştırdığı uzvi yapının sakat sinirleriyle kıvranan nesli tedavi için, tam hastalığın bulunduğu yerden başlamak lazım geliyor. Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlaka ve nihayet dine yükselmemiz lazımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lazımdır.’’
Ruhun Şad Olsun Büyük İnsan.

( N.Topçu. Türkiye’nin Maarif Davası, Dergah Yayınları, 26. Baskı Şubat 2017)

Bu yazı 743 defa okunmuştur .