Adem Yiğit : Ölüleriyle Yaşayan Şehir
Reklam
Reklam
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Gündemin İçinden

Adem Yiğit : Ölüleriyle Yaşayan Şehir

16 Nisan 2020 - 23:24

Sevgili kardeşim Yunus Emre Sel’e.

Bu toprakların bin yıllık geleneğinin son büyük şairi Yahya Kemal, Madrid Büyükelçiliği yaptığı sırada kendisine “Türk memleketinin” nüfusunun sorulması üzerine “Nüfusumuz 50 milyondur!” cevabını verir. Odadakiler şaşırır, biri hayretini yenemeyip “Bu imkansız, nasıl olabilir?” diye sorar. Merhum şairimizin cevabı unutulmazdır:

“Biz ölülerimizle beraber yaşarız!”

***********************

Hava yağmurlu. Her zamanki Trabzon havası, hafif yağmurlu. Bulutlar kendilerine yakın yaşamayı seven bu insanları bir başka gözetiyor. Cemaat yavaş yavaş camiden dışarı çıkıp avluya doluşurken, herkesin yüzünde kendi ölülerinin bir hatırası beliriyor. Musallada bir yolcu, adına hayat denen yolculuk boyunca yol arkadaşlarıyla biriktirdiği hatıralarda yaşayacak bundan sonra.

Şehre dışarıdan gelen her ziyaretçi, meşhur yeşilliğe övgüler düzer. Dağlarına, tepelerine, yollarına, evlerine, evlerinin dibinde mevsimine göre hüzün, havasına göre efkâr veren mezarlarına… Hiç işitilmemiş bir ihtişamla dizlerinin dibinde uyuttuğu ölmüşleriyle böylesine muazzam bir tabiatın kaynağı olmak da bu topraklara yakışırdı elbette.

Trabzonlular ölüleriyle beraber yaşarlar. Bu bir mecazdan ibaret değildir. “Bütün akarsulara, dağlara, canlı, ebedi varlıklar gibi bakar” Trabzon İnsanı. Hemen her köy/kasaba evinin önünde bu yaşayan manzarayı ve hatıralarını seyre dalmış onlarca mezara denk gelirsiniz. Fakat büyük şehir sakinlerinin mezarlıklara atfettiği ürkütücü gizemin yerini burada başka bir anlayış devralır. O mezarlar bir muhafız gibi kapılarda bekler, muska gibi boyunlarda taşınır, ölmüşler en canlı halleriyle bir hatıra gibi zihinlerde yaşar. Ölüleriyle birlikte yaşayan insanlar, onlarla birlikte sevinir, onlarla birlikte nefes alır, onlarla birlikte üzülürler.

Özetle, Trabzon ölüleriyle yaşayanların başkentidir. Yaylasından denizine, camisinden misafirhanesine, ve hatta stadyumlarına kadar… Bu satırların yazarı stadyuma giderken Murat’ı, Fadime’yi, Hasan’ı, hiç tanımasa da unutamadığı Habib Şen’i yanına alıp öyle seyreder maçları. İnsanlar stad yoluna koyulmuş, şampiyonluk türküleriyle yürürlerken, Kâzım Koyuncu, varlığını hiç kimsenin garipsemediği “bir hayalet yolcu gibi” geçer gider stadyuma, kalabalığın arasından. Ali Kemal Kadri Özcan’ın koluna girer öyle düşer yola, kimi Dozer’in omzunda seyreder olan biteni. Cihan Emice’yle omuz omuza, Bedirhan Ali’nin tenhalığıyla mahzun döner evine. Selahattin Dede bir Yunus’un hicranlı gözlerine, bir sahaya bakar sevinçten ıslanmış gözleriyle…Çünkü bu toprağın insanları omuzlarında yalnızca kendilerinin değil, beraber yaşadığı ölmüşlerinin de beklentilerini taşırlar.

Şimdilerde şehir bir başka bahar heyecanının arifesinde. “Başkenti” büsbütün saran bu heyecan, kökü Trabzon’da olduğu halde dalları tüm dünyaya uzanan bir çınarın heybetiyle dört bir yanı kaplıyor. Trabzonspor, düştüğü yerden kalkmasını bilen bir Yiğit, bitti sanıldığında yeniden ayağa kalkan bir kahraman, toyluğuna bakıp küçümsenen, sonra ise “İyi ki varsın uşak!” dedirten bir deli oğlan gibi hedefine dosdoğru ilerliyor.

Yalnızca yaşayanlar değil, mezarlıklar da bu ilerleyişe eşlik ediyor. Bir kez daha yükseliyor göğe sesleri, inadına inadına:

“Bak işte yaklaşıyor fırtına…”

Bu yazı 750 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar