ADNAN SUNGUR : FUTBOL EFSANESİ ÖZKAN SÜMER VE BİR DEVRİMCİ RUHA...
Reklam
Reklam
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Gündemin İçinden

ADNAN SUNGUR : FUTBOL EFSANESİ ÖZKAN SÜMER VE BİR DEVRİMCİ RUHA SAYGIYLA!..

24 Aralık 2020 - 21:43

 
Şamil Ekinci’ler, Ahmet Suat Özyazıcı’lar, Ali Kemal Denizci’ler, Şenol Güneş’ler, Dozer Cemil’ler, Kadir Özcan’lar, Necati Özçağlayan’lar gibi, o da çocukluk idollerimizin başındaydı. Trabzonspor’u var eden ve devrimci bir ruha ulaşmasını sağlayanlar arasında sayılabilecek değerlerin en önde gelenlerinden biriydi. Nereden bilebilirdim ki, bu çocukluk idolümle bir gün tanışacağız, aynı masayı, sahayı paylaşacağız, soluksuz saatlerce sohbet edebileceğiz ve fikirsel tartışmaların en derinine kadar inebileceğimiz ağabey-kardeş ilişkisinin yanında en çok alkışlayacağım, ya da eleştiri oklarını en fazla yönelteceğim isim olacaktı…
Türk futbolunun aykırı ismi Özkan Sümer’den söz ettiğimi anlamışsınızdır sanırım. O sadece Trabzonspor’un değil, Türk futbolun en önemli abidelerinden biri olarak tarihteki yerini aldı ve yaptıklarının yanı sıra yapamadıklarıyla, çelişkileriyle, doğrularıyla futbol var oldukça yaşamayı sürdürecektir kuşkusuz…
Özkan Sümer’i Trabzonspor’un başında teknik direktör olarak çocukluğumuzda Yavuz Selim’de, Hüseyin Avni Aker’de, Ziyabey sahasında tel örgülerin arkasından hayranlıkla izlerken, gençlik yıllarımda başladığım gazetecilik mesleğinde ilk tanışmam ilginçti. Karadeniz Gazetesi’nde henüz toy bir gazeteciydim. Gazetede Trabzonspor muhabiri izinli olduğu için idmana gönderildim. Karayollarının altındaki sahadaydı idman… Gittim, takım çalışıyordu. Sümer de, kenarda çalışmayı yönetiyordu. Onunla ilgili olarak hep ters, sert, küfürbaz olduğuna dair sözler işitmiştim. Bir yandan bunları düşünürken, diğer yandan da tedirgin bir şekilde ona yöneldim. Beni de idman sırasında tersleyebilirdi ve bu hiç de hoş olmayan bir durum ortaya çıkarabilirdi. Çünkü kim olursa olsun bana karşı ters bir tavır sergilediğinde aynı şiddette yanıt vermek huyumdu.
Özkan Sümer’e doğru yürürken, önümü hemen Malzemeci Mehmet Yazıcı ağabey kesti. “Nereye gidiyorsun?” diye sorunca, “Özkan Hoca ile konuşmak istiyorum” karşılığını verdim. Bana, “Dur, sen henüz yenisin her halde, Özkan Hoca bu duruma sinirlenebilir. Ben bir konuşayım, sonra kabul ederse gidersin görüşmeye…” dedi. Çaresiz beklemeye başladım. Mehmet Ağabey bir süre sonra yanıma döndü ve, “Hoca kabul etti, yanına gidebilirsin” dedi… Adeta uçarcasına koştum Özkan Sümer’in bulunduğu bölgeye… Takımla ilgili birkaç soru sordum ve sonra da sakat futbolcu olup olmadığı konusunda bilgi aldım. O da bilgilerin tümünü verdi ama sonunda da, “Sanırım sen ilk kez geliyorsun bizim idmanlara… İdman anında teknik direktör ya da futbolculara bir şey sorulmaz. Sakatlarla ilgili bilgi de kulüp doktorundan alınır” diye yol gösterdi. Utanmıştım ama o gün bir gerçeği örenmiştim… Özkan Sümer’in bu sözleri kime ne zaman ne sorulacağım konusunda kulağıma küpe olmuştu. Öğrendiğim bir şey daha vardı ki, o da Sümer’in aslında o kadar da ters bir karaktere sahip olmadığıydı tabii ki…
 
İLK BÜYÜK RÖPORTAJIM İÇİN SAVAŞ VERDİĞİM GÜN!
 
Mehmet Tan, Şamil Ekinci tarafından 1984 yılında çıkarılan Trabzon Gazetesi’nin sorumluluğunu üstlenmişti. Özkan Sümer ile adeta kanlı bıçaklıydı. Servisteki diğer arkadaş Kamil Anahar’ın da Sümer’le ilişkileri pek iyi değildi. Sümer’in de esip gürlediği dönemlerdi. Kendisiyle bir röportaj yapılması düşüncesi hakimdi. Hemen, “Ben yaparım” dedim. Mehmet Tan biraz da alaycı bir üslupla, “Yanına yaklaşabilir misin?” diye sordu. “En azından denerim” dedim… Tan’ın, ‘Peki git, dene bakalım” sözlerinin ardından fırladım gazeteden,.. Soluğu Ziya Bey sahasındaki kulüp binasında aldım. Lokale girdim ve Teknik Direktör Özkan Sümer’in odasına yöneldim. Kapıyı çaldım, “gir” sözünden sonra içeri girdim.
Özkan Sümer, sanırım o dönem yöneticilik yapan bir kişiyle konuşuyordu. Kendisine, “Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum ama sizinle röportaj yapmak istiyorum” dediğimde, “Şu anda müsait değilim, daha sonra görüşelim” sözleriyle üzgün bir şekilde salona döndüm. Aradan bir yarım saat daha geçti ve yeniden kapısına yöneldim, bir kez daha beklediğimi anlattım. Yine aynı yanıtla karşılaştım… Ve bir saatlik bir beklemenin ardından yeniden odasına gittim ve röportaj yapmadan gazeteye dönmeyeceğimi söyledim.
“Yahu sen ne parazit bir adammışsın. Seninle konuşmadan bize rahat yok. Peki gel bakalım” dediğinde sevinçten çıldıracak gibiydim. Hazırladığım soruları çıkardım. Fakat 4 saman kağıdı doluydu. Tam 33 soru vardı… Özkan Sümer bu kağıdı görünce, “Bir dakika, bunlar ne böyle? Bu kadar soru mu olur? Ben bunların tümünü yanıtlamaya kalksam futbola ayıracak zamanım kalmaz” diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Soruları elemeye başladım. Ve 11 soruya kadar indim. “Bunlar da fazla” dedi ama daha fazla diretmedi. Sonra her soruya sanırım 2 sayfa yanıt veriyordu. Her cümlesi yarım sayfa tutuyordu ve noktasını, virgülünü bile atlamadan anlatıyordu. 11 soruluk röportajımız sanırım 3 saat sürmüştü. Kendi kendime, “iyi ki 33 soru sormamışım. Her halde kullandığım sol kolumu kaybederdim” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Gerçekten çok önemli sözler söylemişti, üç gün üst üste tam sayfa yayınlanacak bir röportaja imza atmıştım. Özkan Sümer, yaşadığı her dönemde tartışılan, konuşulan bir isimdi. Çünkü sözleri hep iğneli ve karşısına aldığını öldürücü nitelikteydi. O’nun her konuşmasından manşetler çıkardı. Futbolun siyasete iyice kurban edildiği Turgut Özal döneminde, “Futbolu bir tavuk olarak görüyorlar ve yoldukça yoluyorlar. Ama tavuk çok cılız, bırakın biraz semirsin de bari öyle yolun” sözleri bile siyasetin en üst kurumuna karşı asla sözünü esirgemeyen bir yapısının en önemli göstergelerinden biriydi. Ancak söylem ve eylemleri arasında zaman zaman çelişkiler de ortaya çıkıyordu. Düşündüğü ile pratik uygulaması arasındaki farklılıklar onun en fazla eleştirilmesine sebep olan eksi yanıydı.
Bunun da nedenini çözmek kolaydı. Fakat toplum nedenler ve sonuçlar hakkında pek kafa yormuyordu. Özkan Sümer düşünsel açıdan sisteme cepheden karşı duruş sergileyen felsefeye sahipken, sistemin içinde kalmak zorunda olması, yaşamını bu futbol düzeninin yarattığı ekonomik ve statü açısından zenginliğiyle beslenmeye alışmış olması, söylem-eylem çelişkisini ortaya çıkaran ana etkendi. Çünkü bir yandan sisteme karşı olup, diğer yandan da onun içinde kalmak zorundaysanız zaman zaman tutarsız davranışlar da kaçınılmaz hale gelecekti. Sümer de bu büyük açmazı yaşıyordu.
 
SİSTEMİN İÇİNDE KALMA ZORUNLULUĞU VE FELSEFESİNE AYKIRI TUTUMU
 
Buna en iyi örnek ise 1990 yılında 19 Mayıs Spor Salonunda yapılan kongredeki konuşmasından sonra, kulüpte görev alması gösterilebilirdi. Kongreye başkan adayı Mehmet Ali Yılmaz gelmemişti. Ama kürsüye çıkan her konuşmacı, onu adeta Tanrılaştırıyor, yere göğe sığdıramayan sözler sarf ediyorlardı. Bu koşullar altında Özkan Sümer kürsüye çıkıyor ve, “Mehmet Ali, Mehmet Ali… Mehmet Ali, Mehmet Ali… Burada 17 kez Mehmet Ali’nin ismi anılırken, Trabzonspor’un adı bir kez olsun söylenmedi. Bu Mehmet Ali’nin büyüklüğü değil, sizin Trabzonspor’u küçültmenizin bir sonucudur” sözlerini sarf edip, durum tespiti ve camiaya dönük çok sert eleştirilerinin ardından, “Sözlerimi Şilili bir ozanın dizeleriyle noktalıyorum. Biz halkız yeniden doğarız ölümlerde…” diyerek noktaladığı konuşması ayakta alkışlanmıştı.
Böyle bir konuşmanın ardından Özkan Sümer’in bir daha Mehmet Ali Yılmaz ile çalışması söz konusu olabilir miydi? Olurdu! Hem de bir yıllık bir süre bile geçmemişti. Urbain Braems’in yerine Trabzonspor’da teknik direktörlük görevine Sümer gelecekti. İstanbul’da Mehmet Ali Yılmaz ile son bir kez görüşüp, Trabzon’a havalandığında, biz de Trabzon Hava alanında beklemeye geçmiştik. Öyle sorular soracaktım ki; Sümer’in feleğini şaşırtacaktım.
Özkan Sümer, uçaktan inip yanımıza geldiğinde, hemen ilk sorumu sormak için atıldım ve, “Sayın Sümer, faşist, teokrat, diktatör, tek adam gibi tanımlamalarda bulunduğunuz Mehmet Ali Yılmaz ile şimdi birlikte çalışacaksınız. Bu büyük bir çelişki değil mi?” diye sorup yanıtını beklemeye başladım. O meşhur öksürme hareketiyle boğazını temizledikten sonra, “İnsanlar ya sisteme uyar, ya sistemi kendine uydurur. Ben tek başıma sistemi kendime uyduramadığım için sisteme uymaya karar verdim” sözleri dudaklarından dökülünce şok olmuştum. Kafamda hazırladığım onlarca soru bir anda çöpe gitmişti. Evet, sisteme uymaya karar vermiş olan bir insana başka ne sorabilirdiniz ki? Ya da sorsanız ne değişirdi ki?
Aynı Özkan Sümer, o sezon bittiğinde ve Mehmet Ali Yılmaz ile onun tetikçilerince suçlanma yarışına girişildiğinde 19 Mayıs Spor Salonu’nda halka açık bir hesap verme organizasyonu düzenleyebilecek, buraya geldiğinde 4 binin üzerine insanın “yuhhhh” haykırışına salonu inletmelerine karşın, “Yuh, fikirsizliktir, yuh bilgisizliktir, yuh cehalettir. Bilen hesap verir, bilmek isteyen soru sorar… Buraya size hesap vermeye geldim. Karşınızdayım işte, sorun hesabı” sözleriyle tam 6 saatlik soru-yanıt toplantısının ardından büyük alkış sesleriyle ve “En büyük Sümer” tezahüratları arasında evinin yolunu tek başına tutacak kadar da yine aykırı ve yürekli bir kimlik olduğunu ortaya koymuştu.
Özkan Sümer’in en önemli sorunu ve belki de kendiyle barışık olmaması, hatta çoğu zaman aşırı tepkisel tutumunun ardında bir yandan sistemin yarattığı ucube futbol düzenine temelden karşı olması ama aynı zamanda çok sevdiği meşin yuvarlak ve Trabzonspor’dan da bir türlü kopamamasıydı.
Ve ömrü bu iki olgu arasında git-gellerle sürgit devam etti.
O AYNI ZAMANDA BİR İSYAN SEMBÖLÜ, YÜREKLİ BİR LİDERDİ
 
Özkan Sümer, Trabzonspor’un doğumunda futbolcu olarak da vardı, çocukluk günlerinde de oldu, gençlik yıllarında da içinde ya da dışında hep birlikteydi. Orta yaş kuşağında da asla kopamadı ve her koşulda da onunla birlikte yaşadı. Zaman zaman çok acılar çekti, aşağılanarak kulüpten uzaklaştırıldı, büyük darbelerle birlikte parçalara ayrıldı ama her defasında Anka Kuşu gibi küllerinden doğmayı becerdi, kendini inşa etti ve yeniden büyük bir lider gibi toplumun önüne çıkmayı başardı. Onun aykırı kişiliği nedeniyle, geçmişte kulübe hizmet veren herkesin ki, bir kısmı hiçbir unvanı hak etmediği halde, isimleri olur olmaz yerlere verilirken, o adeta dışlanmıştı. Hiçbir yere isminin verilmesi düşünülmüyor, buna layık görülmüyordu. Kimi ya Trabzonspor’un perde arkasındaki Dinazor ve çıkarcı kesimlerinden, kimi siyasetten korkuyordu. Ancak ölüm döşeğindeyken Ahmet Ağaoğlu ekibi, yeni yapılan Futbol Akademisine ismini vermeyi uygun görebilmişti.
O aslında birçok açıdan eleştirsek de, bir futbol insanı olarak dünyada eşine pek rastlanmayacak özelliklere sahip olmasıyla da hep kendini tartıştırmayı, önemsetmeyi, değerli kılmayı başardı. Sümer, bir teknik adam olarak sadece öğrendiklerini uygulayan bir isim değildi. Düşünen, sorgulayan, yeni bir şeyler keşfetmeyi ilke edinmiş, eylemleriyle, sözleriyle hep öne çıkmayı başarmıştı. Dünya henüz 3-5-2 sistemini tanımadan, Trabzonspor’da 1985’te, “Şok pres” adını verdiği yeni bir futbol yapısını inşa etmeye çalışan da oydu.
Başkanlık yıllarının ilk aylarıydı. Kulüpte inanılmaz büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Mehmet Ali Yılmaz, olmayan alacakları için mahkeme kapılarındaydı ve Özkan Sümer ile yönetimi içinden çıkılmaz zorluklar yaşıyordu. Başkan ve yönetimin istifa etmesi gündemdeydi. Bir basın toplantısı düzenlemiş ve yaşanan sıkıntıları anlatıyordu. Bu toplantıda sorduğum, “Koşulları bu kadar zor bilseydiniz, yine de başkan olmak ister miydiniz?” sorusunu yönelttiğimde, “Bir filozofun dediği gibi; Bilime giden bir kral yolu yoktur. Sadece onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanların, aydınlık doruklarına ulaşma şansı vardır” sözleri ağzından dökülmüştü. Bu sözün kime ait olduğunu bir türlü bulamamıştım. Ancak bir gün Karl Marx’in, Felsefe Sözleri kitabını almıştım. Sümer’in birkaç yıl önce söylediği tarihi söz sosyalist düşüncenin atası Marx’a aitti. Ben de sosyalist bir düşüncenin insanıydım sözde… Ama Özkan Sümer, benden çok önce ulaşmıştı Alman Filozofun o öğretici ve direniş sözlerine… Okumadığı kitap, ya da filozof yoktu neredeyse…
O, futbolcularıyla yaptığı toplantılardı, “Sokrates der ki… Konficyüs der ki… Aristo der ki… Platon der ki..:” şeklinde başlayan sözlerine karşın, efsane futbolcu Ali Kemal Denizci’nin, “Hocam, o, bu, şu ne diyor bırak lütfen… Sen ne diyorsun” sözleri onun düşünsel derinliğini anlatmak için yeterli değil mi?
Zaten yaşadığı ikilemlerin sebebi de bu değil miydi? İnsanlık tarihinin derinliklerinden gelerek gerçekleri tüm çıplaklığıyla bilmek ama yaşanan sorunları çözme adına yaşamın koşullarını değiştirebilmek için çok şey yapamamak ve tümüyle karşı duruş sergilemesi gereken sisteme entegre olmak!…Bu nedenle kavgacıydı, sertti, acımasız bir görüntüsü vardı ama o görüntüsünün altında çok duygusal yumuşak bir kalp taşıdı hep… Fakat bunu gizleme çabası gösterirdi çoğunlukla… Onu böyle yapan de tepki duyduğu sistemin içinde var olmak zorunluluğuydu bana göre!:..
Futbolun birçok alanında var olmayı başaran belki de tek isimdi dünyada…
Bir insan düşünün, bir kulübün futbolcusu… Sonra o kulübün altyapısının kurucusu ve hamisi….Bu altyapı olgusunu tüm Türkiye’ye kabul ettirsin. Sonra aynı kulübün profesyonel takımının yardımcı antrenörlüğünü yapsın. Teknik direktörlük misyonunu üstlensin. Şampiyonluklar yaşasın. Bir yandan Trabzonspor’u çalıştırırken, diğer yandan A Milli takımın da sorumluluğunu üstlenen ilk isim olsun. Hem de tek kuruş bile maaş almasın, bu noktada önerileri reddetsin… Sonra Trabzon’dan çıkan ve 3 büyük kulüplerden biri olan Galatasaray’ı çalıştıran ilk teknik direktör olsun Aynı kişi Türkiye Futbol Antrenörleri Derneğini kursun, onursal başkanlığına seçilsin…
Bunlar da yetmesin, içinde doğup büyüdüğü kulübe menajerlik yapsın… En zor koşullarda, tüm Türkiye’de futbol dünyasının ve Trabzon’un yüzde 90’ının korku duyduğu Onursal Başkan Mehmet Ali Yılmaz’a karşı kurtuluş destanını yazmak için halkın önüne geçen yürekli, gerçek bir lider gibi karşı dursun, kongrede kazansın ve başkan olsun. Bitmekte olan bu kulübü yeniden ayağa kaldırsın, gerçek kimliğine dönüşü için devrimci icraatlara imza atsın…Trabzonspor’a usulsüz çeklerle birlikte mahkeme kapılarında 50 milyon dolar zarara uğratılmasının, belki de kulübün tek bir kişinin tekelinde olmasının önüne dev bir duvar örsün… Olayların stadı Hüseyin Avni Aker’de tel örgüleri kaldırsın!. Korku duyulan rantçı sözde taraftarları karşısına alsın ve kulübü söğüşlemelerinin önüne geçsin… Tümüyle yok olmaya yüz tutan kulübü kendi kimliğiyle yeniden diriltsin…
Ve güç zehirlenmesi yaşayan dönemin başbakanının futbola burnunu sokmasına isyan ederek, “Siyaset karşısında Trabzonspor’un haklarını yeterince savunamadım” diyerek istifa etsin… Tüm Türkiye’ye hiçbir zaman tam anlayamayacağı çok önemli bir mesaj versin…
 
DÜNYA FUTBOL TARİHİ ONUN GİBİSİNİ GÖRMEDİ
 
 O isim ki; Futbol Federasyonu Asbaşkanlığı görevinde bulunsun. Futbol Federasyonu başkanı teknik baş danışmanlığı yapsın. Yine içinde doğup büyüdüğü kulübün yine altyapısına dönsün, burada çalışsın, Teknik koordinatörlük ve Futbolcu İzleme Komitesi başkanlığı görevlerini icra etsin… Trabzonspor’da teknik danışmanlık görevine getirilsin. Anadolu’da birçok kulübe teknik direktörlük görevi üstlenirken, yönetimlerinden ilk talebi transfer değil tesis olsun. Bu kişi, Futbol Federasyonu teknik direktör eğitmeni görevi de üstlensin… Ve aynı zaman da spor yazarı olarak da isminden söz ettirsin… Ama bunlarla da yetinmesin; ezildiğini düşündüğü teknik direktörleri ve antrenörlerin haklarını savunabilmek için bir dernek kursun (TÜFAD). Bunun ilk genel başkanlığını yapsın, sonra onursal başkan ilan edilsin…
Evet var mı dünyada böylesine futbolla yatıp, futbolla kalkan ve bu kadar farklı alanlarda görev alıp altından kalkan bir başka isim… Bu nedenlerle Özkan Sümer, Trabzon’dan çıkan ve Türk futboluna büyük katkılar sunan, dünyada da eşi benzeri az bulunan bir fenomen olmayı başarmıştır.
Yaptığı yanlışları gizleme ihtiyacı da hissetmeyen bir kimlik vardır karşımızda… Takıma koyduğu ceza sistemi içinde kurallara uymadığında kendisine bile para cezası verebilecek kadar adildir. Bir hata yaptığında da bunun için özeleştirisini verebilecek kadar da alçak gönüllüdür. Her ne kadar görüntüsü, kendini çok beğenmiş, küçük burjuva karakteri taşıdığı düşünülse de… Başkanlık süreci ve başkanlıktan istifasıyla ilgili olarak, “Keşke hiç başkan adayı olmasaydım. Başkan olduktan sonra da istifa etmeseydim. Başkan adayı olarak kendimi, istifa ederek Trabzonspor’u imha ettim” diyebilecek kadar da erdemlidir. Yıllarca küs kaldığı Trabzonspor’un önemli bireylerinden ve asbaşkanlarından biri olan İskender Önal için, “Bu kulüp tarihinde yanlış yaptığım ve özür borcum olan tek insandır” demesi de ayrı bir naiflik örneğidir.
Ama başkanlık koltuğunu bıraktıktan sonra futbola ve Trabzonspor’a tutkusu, biraz da ihtiraslarının zirve yapmasından dolayı hiç de olmaması gereken yerlerde varlığını sürdürmek istedi… Yeniden altyapıda görev alması, Futbolcu İzleme Komitesi Başkanlığı gibi roller üstlenmesi, çok değer verdiği Bordo-Mavi renklerin en önemli liderlik makamına gelmiş bir insan için hiç de kabul edilebilir bir şey değildi…
 
FAŞİZMDEN KORKMADI, SATATÜSÜNE ALDIRMADI
 
Sistemin baronlarından da pek korkusu olmayan bir kimlik oldu zaman zaman Özkan Sümer… Gençlik yıllarından itibaren tanıdığım, arkadaşım. Burhan Öztürk isimli 12 Eylül öncesinde sosyalist kimliğiyle birlikte eylemlere karışmış ve sonuçta da yakalanıp, tutuklanmış ve ceza evine atılmış bir Trabzonlu ve Trabzonspor sevdalısının anlatımı bile Sümer’in aslında statüsünü düşünmeden hareket etme açısından cesaretini göstermeye yeter sanırım… Öztürk şöyle anlatıyor başından geçenleri ve Özkan Sümer ile ilgili anısını:
“Malatya ceza evindeyiz. Biz 5-6 Trabzonlu birlikteyiz. Aramızda o dönem Trabzonspor’da yönetici olan Nizamettin Algan’ın yeğeni de bulunuyor. Malatyaspor ile Trabzonspor’un maçı var. Nizamettin Algan, geldiği Malatya’da yeğenini de ziyaret etmek istiyor. 12 Eylül’ün en karanlık günleri…. Sol bir örgüt üyesini ziyaret etmek hiç de kolay değil. O dönem Malatyaspor’un teknik direktörü olan Özkan Sümer’i devreye sokuyor. Sümer’i Malatya’da çok seviyorlar. Hemen izinler çıkıyor. Hapishanede koğuşumuzda yatarken, Nizamettin Algan’ın yeğeni dışında, benim ve diğer Trabzonluların da isimleri anons ediliyor. Bizde bir endişe başlıyor. Sürgün edileceğimizi düşünüyoruz. Sonra gardiyanlar bizi ziyaret odasına götürüyorlar. Orada şaşkınlık içinde Özkan Sümer ve Nizamettin Algan’ı görüyoruz. Uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Bize inanılmaz moral oluyor bu durum. Bir tek kişiyi ziyaret için gelen Nizamettin Algan ve Özkan Sümer, Trabzonlu başka mahkumlar olduğunu öğrenince hepimizi çağırıyorlar. Bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyorlar. O günkü koşullarda, Türkiye’nin en önemli teknik direktörlerinden birinin sol örgüt üyesi birilerini ziyareti öyle her babayiğidin yapacağı bir şey değildi. Bunun için çocukluğumun futbol dünyasındaki idollerinden biri olan Özkan Sümer’e karşı saygım on kat daha artmıştır.”
 
ERDOĞAN’A DA YILMAZ’A DA KAFA TUTAN TEK İSİM
 
Hiç kimsenin cesaret edemediği bir dönemde Mehmet Ali Yılmaz gibi bir kimliğin karşısına başkan adayı olarak çıkması, kazanması ve 28 ay başkanlık koltuğuna oturması bile başlı başına bir başarı ve cesaret hikayesidir. Bu onun, asıl mesleği olan futboldan artık büyük paralar kazanmasının önüne geçen bir eylemdir. Ama karar verdiğinde, dünya yansa bir bağ otunun yanmayacağını gösteren eylemlerin insanı Özkan Sümer’in Trabzonspor sevgisi öylesine büyüktür ki, altyapı sorumluluğunu üstlendiği ve düşük bir ücretle çalıştığı 1995 yılında Süper Lige yeni çıkan Antalyaspor Başkanı Hasan Subaşı’nın astronomik para ve sınırsız yetki önerisine, “Bu konudaki kararı ancak Başkan Faruk Özak verebilir. O izin verirse gelirim. Vermezse gelemem” diye bir büyük serveti teperken gözünü bile kırpmaması altı çizilecek önemli bir özverisiydi. Ve Özak, izin vermediği için de Antalyaspor’a gitmesi mümkün olmamıştır ama o hayıflanma yerine, Bordo-Mavi renklere hizmet vermenin aşkıyla yaptığının arkasında gururla durmuştur.
Türkiye’de 2010-2011 şike sezonunda dönemin başbakanı Recep Tayyıp Erdoğan, Fenerbahçe’yı koruyup kollamış ve hem ceza almasını engellemiş, hem de şampiyonluk kupasının Trabzonspor’a verilmesinin önünü kesmişti. Bu noktada Trabzonspor camiasının önde gelen tüm bireyleri sadece Fenerbahçe’yi, başkanı Aziz Yıldırım’ı ve TFF başkanı Yıldırım Demirören’i suçlarken, Sümer, “Kupayı isteyen ve şikede ceza bekleyenlerin suçladığı adresler yanlıştır. Bu noktada tek sorumlu siyasi iktidarın başındaki başbakandır. Kupa isteniyorsa, bu başbakandan istenmelidir” sözleriyle de dönemin ürkütücü güce sahip ismi Erdoğan’a karşı söz söyleyebilme cesaretini de unutmak mümkün değildir.
Dışarıda da olsa tüm derdi Trabzonspor olanların başındadır. Kulübün yaşadığı sıkıntılarda hep sorumluluk almak istemiştir. Eylemleri zaman zaman tepki çekse de, birlik, bütünlük ve kurtuluş formülü üzerinde kafa yormuş, bu yönde camianın birleşmesi yolunda nefes tüketmiş, ter dökmüştür. Dışarıdan bakıldığında kendini beğenmiş, despotik bir görüntü verse de, onu yakından tanıyanların, aslında içindeki insan sevgisini görmemesi olanaksızdır. Sadece Trabzonspor sevgisini abarttığı için zaman zaman çevresindeki insanları da kırıp dökmüştür. Duygusal anlarındaki eylemleriyle kendisine de zarar vermekten geri durmamıştır. Yıllarca adeta düşman oldukları söylenen Ahmet Suat Özyazıcı ile hep iyi dost olduklarını ama yol ve yöntemlerinin farklılığını dile getirmiş, “Biz rekabet ettik. Tek amacımız Trabzonspor’un başarısıydı. O kendi yolundan giderek, ben kendi yolumu farklı seçerek Trabzonspor’u zirveye taşımayı ve orada kalmasını sağlamayı başardık” diyerek onu teknik direktörlüğe kazandıranlardan biri olan Özyazıcı’yı hep saygıyla anmaktan geri durmamıştır.
 
TRABZONSPOR’U EN İYİ TANIMLAYAN VE ANLATAN İSİM
 
Onunla çalışan futbolcuların, disiplini kadar, adaletinden, bilgisinden, felsefi dehasından bahsederken, bir yanda dünyayı değiştiren liderleri ve o liderlerin eylemlerine ışık olan filozofların düşün dünyasındaki dehaların en önde gelenleri anlatır ifadeleri Özkan Sümer’in tarifi olsa gerek…
Trabzonspor’u yönetenlerin İstanbul kulüplerine yanaşması, siyasete el açarak ayakta durmasına dönük çabalarını gördüğünde de Özkan Sümer’in, “Biz büyüklerle sevişerek değil, savaşarak büyük olduk” sözleri de tarihe geçecek niteliktedir. Sümer, başkan olduğunda ürettiği; “Biz biriz, biz biziz, biz Trabzonspor’uz” sloganıyla üreterek de topluma aslında bu kulübün başka kulüplerin ayak izlerini takip etmemesi gerektiğini ve kendine özgü sistemini hatırlatmayı bir görev bilmiştir. Aslında Özkan Sümer, 80 yıllık ömründe sadece slogan üretmemiştir. Zaman zaman yalpalasa da, ömrünün önemli bir bölümünde haykırdığı sloganları yaşayan bir efsane olarak futbol dünyasında ve Trabzonspor tarihinde ölümsüzleşmiştir. O aynı zamanda, Trabzonspor’u en iyi tahlil eden, tanımlayan, bu devrimci kulübün günümüzde de felsefesinin ne olması gerektiğini en doğru cümlelerle aktarabilen en öndeki isimdir.
Trabzonspor’da ya da futbol dünyasında yaşadığı her dramatik kopuştan ve yok edilme girişimlerinden sonra, hep yeniden ayağa kalkmayı bildi. Ve hep, “Bu sistem içinde birileri tarafından yok edilmeye çalışıldım. Parçalarıma ayırdılar, her parçamı ayrı ayrı yerlere attılar. Ama her defasında parçalarımı birleştirip, daha da güçlü bir şekilde ayağa kalkmayı, savaşımı sürdürmeyi bildim” sözleri unutulabilir mi?
Bugün Trabzonspor için Everest kadar yüksek bir dağ olan Özkan Sümer, uzun bir süredir yakalandığı ve Çernobil’den sonra Karadeniz’in adeta acı kaderi haline gelen o illet hastalıkla boğuşuyordu. Birçok kez mücadeleyi kazandı, ayağa kalktı, yine futbolla iç içe günler yaşadı. Bordo-Mavi aşkı onu verdiği savaştan hiç alı koymadı. Ama son kez parçalara bölündü ve bu sabah o parçaları bir daha birleştiremeyecek şekilde aramızdan ayrıldı.
 Son görevi İstişare Kurulu Bakanlığıydı ve bu görevi sırasında gözlerini dünyaya, beynini de futbola kapadı. Ben inanıyorum ki son nefesini verirken bile tek sıkıntısı Trabzonspor’du ve onun için neleri yapamadığı ve neden yapamadığına dair kendisini sorgulamasıdır…
Seveni kadar sevmeyeni, ona aşkla, hayranlıkla bağlı olanları kadar, nefret edeni , burun kıvıranı da oldu. Ama ne aşkla ve hayranlıkla sevenlerin, ne nefret eden ve burun kıvıranların, Trabzonspor derdi, O’nun binde biri kadar bile değildi. Futbol ile doğru, Trabzonspor ile yeşerdi ve Bordo-Mavi renk aşkıyla ölüme yürüdü…
Ömrünü adadığı, futbolun, Türk futbolunun, Trabzonspor’un ve tüm sevenlerinin başı sağolsun…
Acımız büyük! Ama yüreğimizde, beynimizde yaşayacak!
Yolun açık olsun, en çok takdir ettiğim, en fazla eleştirdiğim; başkaldırının ve uzlaşmanın sembolü!
Seni unutmayacağız!
Aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyorum!

Bu yazı 1594 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar