Prof. Dr. Atilla Karaalp : İLK GELEN AŞIYI YAPTIRACAĞIM
Reklam
Reklam
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Gündemin İçinden

Prof. Dr. Atilla Karaalp : İLK GELEN AŞIYI YAPTIRACAĞIM

05 Aralık 2020 - 22:47

Salgının hafiflemeye yüz tuttuğu yaz başından beri buradan paylaştığım birkaç yazıda, virüsün bulaşıcılığı (yüksek) ile hasta sayıları (düşük) arasındaki tutarsızlıktan yola çıkarak SARS-CoV-2 virüsünün her insanda hastalık (Covid-19) yapmadığını, bunun (henüz bilimsel olarak ortaya konulmamış) genetik veya başka sebeplerden kaynaklanabileceğini iddia etmiştim. Son iki ayda artan hasta sayılarına rağmen hala bu iddiamı bir kenara bırakmış değilim. Üstelik artan hastalara rağmen bir o kadar da aynı evi, işyerini paylaştıkları halde hasta olmayan, testi negatif çıkan onlarca örneği görünce bu iddiam destekleniyor diye düşünüyorum. Ancak virüsün kimlerde hastalık oluşturup oluşturmadığı, kimde belirtisiz (asemptomatik), kimde hafif, kimde ağır seyredeceğine dair bir bilgimiz henüz ne yazık ki bulunmadığından herkesin kendisini hasta olacakmış diye kabul etmesi ve buna göre maske, mesafe ve hijyen kurallarına azami derecede önem vermesi son derece önemli.

 
Aşıya gelelim ama ilerideki bilgilerin anlaşılması için önce genel bilgileri vermem lazım. Aşılar hastalık etkeni bir ajanla karşılaşmadan önce uygulanan ve o hastalık etkeninin bir kısmını (ölü) veya tamamını (zayıflatılmış) içeren ürünlerdir. Vücuda yabancı oldukları için aynı hastalık etkeni gibi bağışıklık sisteminin dikkatini çekerler ve bağışıklık sistemi de bunları tanıyıp yok edecek antikorlar oluşturur. Bu sayede hasta olmadan, hastalığı geçirmeden o hastalık etkenine karşı bağışıklık kazanmış oluruz. Şimdi gel de burada o sözüm ona “aşı karşıtları”na iki çift laf etme. Neyse, konumuz o değil. Allah müstehaklarını versin (gençler anlamaz, hak ettiklerini versin) daha fazla bir şey demeyeceğim (şimdilik). Aşılama sonrası bağışık hale geldik mi, geldik. Yani hasta olmadık, hastalık için tedavi gerekmedi, hastalık komplikasyon yapmadı, komplikasyonlar için tedavi hiç gerekli olmadı. Bunun bizim dilimizdeki adı koruyucu hekimlik. Üç liralık aşı ile binlerce liralık tedavi maliyetini, komplikasyonu, işgücü kaybını, belki de ölümleri engelledik. Bak gene aklıma geldi şu aşı karşıtları, cık, cık, cık. Bir sağlık personelinin bir günlük mesaisi ile aşıladığı yüzlerce kişiyi hasta olmaktan kurtarınca, hasta olmuş olsalardı onları tedavi etmek için gerekecek zamanı da kurtarmış olduk mu, olduk. Bir hekim bir günde kaç hastayı tedavi edebilir ki? Aşılama tartışmasız bambaşka bir şey.
 
Amma uzattın, gel artık şu Covid aşısına birader. Olmaz biraz daha genel bilgi vermeliyim. Yeni geliştirilen bir aşı (ya da ilaç, hiç fark etmez) AR-GE sürecinde iki alanda rüştünü ispat etmelidir; güvenlilik ve etkililik. Yani önce güvenli olduğunu kanıtlamalıdır (öyle ya aşıdaki etken ajan ya tam olarak ölü değil de hastalığı bulaştırırsa), ardından da etkili olduğunu (etkisiz bir şeyi geliştirmek için neden zaman, emek ve para harcayalım ki). İşte bu süreçlere de (artık çoğunuzun bu anlamda okuryazarlığı arttı) klinik araştırmalar diyoruz. Yani kullanımı için henüz sağlık otoritelerince onay almamış bir ürünün insanlar üzerinde (elbette önce deney hayvanlarında deneyeceğiz) test edilmesi. Şu “kobay olarak kullanıyorlar” diyenlere de aşı karşıtları kadar olmasa da bir laf sokmam lazım ama neyse, yazı uzamasın daha da. Biz onlara gönüllü diyoruz, o kobay olarak kullanan Naziler 2. Dünya Savaşı sonrası Nürenberg Mahkemelerinde yargılanıp ağır cezalara çarptırıldılar, haberiniz olsun. Biz insanlık onurunu her şeyin üzerinde tutuyoruz. Günümüzde kimsenin rızası olmadan, bilgilendirilmeden bir klinik araştırmada yer alması mümkün değildir! Neyse ürün gönüllü insanlar üzerinde (normalde 3, hadi bilemediniz 5 bin insan üzerinde) test edilir ve öncelikle güvenli ardından da etkili olduğunu kanıtlarız. Sonrası o sağlık otoritesinin kapısı çalınır ve “bak ben bunu geliştirdim, hadi bana izin ver bunu tüm insanlarla buluşturalım” denir. Otorite de gerekli incelemelerini yaptıktan sonra aklı yatarsa onay verir, yatmazsa, haydi yallah. Bütün emek, para, zaman çöpe gider. Dolayısıyla hiçbir ilaç veya aşı geliştiricisi bu riski göze alamaz ve gerçekten güvenli olmayan, etkili olmayan bir ürün için zaman, para ve emek harcamaz. Yani yeni geliştirilen bir aşı-ilaç gerçekten etkili ve güvenli olmasa bakanlığa onay için başvurmaz (şuraya bir yıldız * koyalım, az sonra buraya döndüreceğim sizi). Peki bir aşının (veya ilacın) geliştirilmesi için gereken gönüllü kişi sayısına ne dedim az önce, 3-5 bin. Peki ne kadar süre bu 3-5 bin kişiyi takip etmem lazım, hah işte şimdi burası çok önemli aylarca (aslında yetmez), yıllarca (eh), 3-5 yıl (şimdi fena olmadı). Yok artık daha neler, yahu Covid belası sarmış her yeri biz aşının geliştirilmesi için yıllarca mı beklememiz lazım? Evet. Hiç başka oluru yok mu? Var. Ee, nedir? Gönüllü sayısını 3-5 binlerde değil de 40-50 binlerde tutarsanız bu süre kısalabilir. İşte insanlığın karşı karşıya olduğu bu olağanüstü durumda bunu yapıyoruz. Geliştirilen aşılar onbinlerce gönüllü kişi üzerinde deneniyor, bu sayede süre kısaldı ama yine de (güvenlilikleri değil fakat etkililikleri için) en kesin sözü birkaç yıl sonra söyleyebileceğiz. Bilim insanları, insanüstü çabalarıyla dünyanın birçok yerinde onlarca aşı çalışması başlattı. Bunlardan birkaçı nihayete geldi hatta biri İngiliz sağlık otoritesinden onayını dün aldı, diğerleri de kapıda.
 
İzninizle biraz da aşı tiplerinden söz edelim çünkü bu da merak edilenler arasında. Virüsü alıp radyasyon, ısı gibi bir takım zararlı etkene maruz bırakıp öldürdükten sonra (testlerle ölü olduğundan emin oluruz elbette) elde edilen aşılara ölü virüs aşısı deriz. Bu ölü virüsler bağışıklık sistemimizi uyaracak yüzey antijenlerine hala sahip oldukları için vücuda uygulandıklarında tabiri caizse kabak gibi anlaşılır ve antikor yanıtı gelişir. Canlı virüs aşıları da bir diğer gruptur, onlar da şöyle elde edilir: Virüsün hastalık yapan içindeki genetik bilgisi çıkartılır (içinde mektup bulunmayan zarf gibi). Testlerle hastalık yapmadığı (yani güvenli olduğu) kanıtlandıktan sonra bunlar da aşı olarak uygulanır ve vücutta aynı sonucu oluşturur; antikor yanıtı. Üçüncü ve en yeni metot ise (gurur duyduğumuz Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin geliştirdikleri) mRNA aşısıdır. Bu yöntemde virüsün ne yüzey proteini, ne içindeki hastalık yapan genetik maddesi hiçbiri yok, sadece yüzey proteinini kodlayan mRNA şifresi var (bunu açıklamak saatler sürer, hücre biyolojisi 101 dersi). Bu aşı uygulandığında bu mRNA bizim hücrelerimize girip virüsün dış zarf antijen proteininin yapılmasını sağlar. Bu protein (ya da diğer deyişle antijen) de bağışıklık sistemini aynı diğer iki aşı tipi uyarır ve antikor yanıtı oluşturur. Elinde hangi imkân varsa, her merkez bir aşı geliştirme yarışına girdi, bazıları çabuk ilerledi ve onay aşamasına geldi.
 
Peki olalım mı? Hangisini olalım?
Buna da şu metaforla açıklama izin verin. Evinizde yangın çıktı, canınızı zor kurtardınız, yanan evinize bakarak çaresizlik içinde yardım gelmesini bekliyorsunuz. Derken itfaiye imdadınıza yetişiyor. Bu arada bir grup salak sokağın başını kesmiş, hayır biz itfaiye karşıtıyız, bırakın ev yansın, sizin suyunuzda çip var diye bağırıyor (ben artık diyeceğimi dedim, anlayana). İtfaiye görevlileri aslanlar gibi araçtan inip hemen ellerindeki tüm donanımları ortaya çıkartıyor. Ama nedendir bilinmez aralarında bir tartışma başlıyor. Biri diyor ki su, en iyisi su, su sıkalım. Diğeri itiraz ediyor, olur mu hiç, en iyisi toz, toz sıkalım. Öbürü durur mu, onun da önerisi var, saçmalamayın be, köpük gibisi var mı? Bir dördüncüsü elinde yanmaz battaniye ile gelip abi en iyisi …. derken siz feryat figan bağırıyorsunuz; yahu evim yanıyor, evim, ne sıkacaksanız sıkın da söndürün şu yangını.
 
Bizim iddialı itfaiye erleri yangın söndükten sonra eve girmişler tartışıyorlar; ben dedim bak su sıkmayalım diye, eşyalar mahvolmuş, öbürü olur mu be, bak toz her yeri kirletmiş ve fakat siz, yangının sadece mutfakla sınırlı kalıp bütün evin yanmasını engelledikleri için itfaiye erlerine sarılıp teşekkür ediyorsunuz. Arif olanlar anladı, daha uzatmaya gerek yok.
 
- Olur mu be, Çin aşısı çakmaymış, ben BioNTech aşısı olucam, ol birader BioNTech ol sen.
- BioNTech aşısı mRNA’ymış abi, DNA’mızı bozarmış, ben Sputnik diye ısrar ediyorum, et kardeşim sen de Sputnik diye ısrar et. Ama dikkat et de o mu, bu mu derken yangın mutfaktan salona da sıçramasın olur mu?
 
Yıldız koyduğumuz yere geri dönelim mi? Aklı olan hiçbir girişimci etkili ve güvenli olmayan bir sağlık ürününe ruhsat almak için otoritenin kapısını çalmaz. Çünkü gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır.
Ayın 11’i, 12’si artık ne zaman başlanacaksa İLK GELEN AŞIYI YAPTIRACAĞIM ve bunu da buradan paylaşacağım. Çinmiş, Rusmuş, Amerikanmış fark etmez abi aşı aşıdır. Yangın sönsün hele, sonra girer bakarız hangisi daha etkiliymiş, hangisi daha güvenliymiş. Eradike edemezsek (virüsü tamamen dünyadan yok edemezsek) ve yine başımıza bela olursa o zaman o en etkilisini ve güvenlisini yaparız bidahaki sefer. Bence siz de bulduğunuz ilk aşıdan olun.
 
Aşı oluncaya kadar da lütfen maske, mesafe ve hijyen kurallarına uymaya devam edin. Son bilgi; aşı olunur olunmaz bağışıklık oluşmaz, zaten iki doz olunacak, ikinci dozdan iki hafta sonra önlemleri hafifletmeyi düşünürsünüz.
 
Prof. Dr. Atila Karaalp 
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi

Bu yazı 3540 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar