EFENDİM ACİL BİR YAZIMIZ VAR
Reklam
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

EFENDİM ACİL BİR YAZIMIZ VAR

19 Eylül 2020 - 00:03

Bürokraside, efendim acil bir yazımız var cümlesi, mayın tuzaklanmış bir yol gibidir. Belki genelleme yapmak doğru değildir ama, çoğunlukla altından bir tehlike çıkacağını söylemek mümkündür. 1999 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapıyordum. Bir gün dönemin Teftiş Kurulu Başkanı aradı, efendim acil bir yazımız var, müsaitseniz gelmek istiyorum dedi. Çok deneyimli bir büyüğümüzdü. Her Genel Müdürü gelişlerinde ayakta karşıladığı gibi, Sayın Başkanı da ayakta karşıladım ve yazıları imzaladığım yuvarlak masaya karşılıklı oturduk. Sayın Başkan yazı acil demiştiniz, çay içecek vaktiniz var mı diye sordum. Nasıl uygun görürseniz efendim dedi. Çaylarımız söyledik.
 
          Nedir acil olan konu diye sordum. Efendim, TİGEM Genel Müdür Yardımcısı Sayın Ahmet Şenli açmış olduğu tazminat davasını kazanmış bu paranın ödenmesi gerekiyor dedi. Yazıya baktım, kazandığı tazminat o günün parasıyla 7 milyar lira, bu günün parasıyla 7 bin liraydı. Sayın Ahmet Şenli sürekli görevden alınır, karar sanki Danıştay da hazırmış gibi davayı kazandığına ilişkin Mahkeme kararını alır gelirdi. Yazıda, söz konusu tazminatın TİGEM Genel Müdürlüğünce ödenmesi konusunda Makam onayı alınması isteniyordu.
 
          Yazıyı inceledikten sonra, Sayın Başkanım ben bu görüşe katılmıyorum dedim. Sayın Ahmet Şenli’yi görevden alan TİGEM Genel Müdürlüğü değil, Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sayın Mustafa Taşar beydir. Bu tazminat TİGEM Genel Müdürlüğünce ödense bile önceki Bakan Sayın Mustafa Taşar’a rücu edilmelidir diye söyledim. Teftiş Kurulu Başkanı çok şaşırdı. Nasıl olur efendim dedi. Bayağı olur, Sayın Bakan’ın haksız yere görevden aldığı Mahkeme tarafından karara bağlanmış ve mağdura tazminat ödenmesi uygun görülmüş dedim. Bu haksızlıkların tazminatları Kurum bütçesinden ödenirse, Bakanların haksız görevden almalarının önüne geçmek mümkün olmaz dedim.
 
          Birlikte görev yaptığımız dostlarım bu yazıyı okuyunca hatırlayacaklardır. Teftiş Kurulu Başkanı çok deneyimli bir bürokrattı. Vücut dilinden anladığım kadarıyla benim hakkımda, bu arkadaş daha çok genç, kararını değiştirmek zorunda kalıp da refüze olmasın diye, efendim yazıyı değiştirmeden Sayın Bakan’a sormanız mümkün olur mu diye rica da bulundu. Hadi gidip birlikte soralım diye teklif ettim. Birlikte Makam katına indik, Sayın Bakan müsait olduğu için odasına girdik. Hiç oturmadan durumu anlatmaya çalıştım. Sayın Bakan, Hukuken doğru olan neyse onu yapalım dedi ve biz oradan ayrıldık.  Onay yazısını, tazminatın ödendikten sonra Sayın Mustafa Taşar’a rücu edilmesi şeklinde değiştirdik. Onay, yeni şekliyle çıkmış oldu.
 
          Bu konuda çok tepki almıştık. Ancak doğru olan neyse onu yaptığımızı biliyorduk. Sayın Bakan da kararın arkasında durdu. Bir süre sonra Rahmetli Mustafa Taşar o tazminatı ödemek zorunda kalmıştı. Bu arada eski Müsteşarın mahkeme kararını uygulamadığı için, halen görevdeki Sayın Bakan da bin TL tazminat ödemişti. Anladığım kadarıyla, Bakanlık bürokratları eski Müsteşarın göreve başlaması yönündeki Mahkeme kararını Sayın Bakan’a sunmamışlardı. Görev değişimi dönemlerinde bunlar olmaktadır. Bu nedenle kendi imzaladığı Onay gereği söz konusu tazminatı ödemek zorunda kalmıştı. Sanıyorum bizden sonraki dönemlerde de tazminatlar Sayın Bakanlara rücu edilmeye devam edilmiştir.
 
          Yapılan hukuk dışı uygulamalardan doğan tazminatlar, Kurumların bütçelerinden ödenirse hukuk dışı uygulamaların önüne geçmek mümkün olmaz. Ödemelerin kamu kaynaklarından yapılması, hukuksuzluk yapmaya devam edin anlamı taşımaktadır. Yapılan araştırmalar Türkiye’de adil yargının varlığına olan güvenin azaldığını göstermektedir. Hakimler ve Savcılar yanlış karalardan doğan tazminat ödemelerini kendi ceplerinden ödemek zorunda kalsalar, asla talimat alarak yanlış karalar vermezler. Verip, vermediklerini bilmiyoruz. Ancak kamu oyundaki algı bu yöndedir.
 
M.Ö 1750 yılında Babil Kralı Hammurabi, 282 maddeden oluşan bir Anayasa yapmıştır. Halkın bu yasalara zorbalıkla değil kendi iradesi ile uymasını istemiştir. Akadça olarak Esagila Tapınağı’na dikilen bir taş üzerine yazdırdığı Anayasanın beşinci maddesi aynen aşağıdaki gibidir.
5.Madde: Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa, verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder. Daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkar ve bu kendisinden kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından verilen cezanın on iki katını öder. Halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.
 
Yaklaşık 4 bin yıl önceki hukuk sistemi hakkında bilgi alınınca, bu gün ne kadar geri gidildiğini anlamak mümkündür. Hazreti Ali’ye devletin dini varmıdır diye sormuşlar, ‘’Devletin Dini Adalettir’’ demiş. İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet Han, ‘’Aklı öldürürsen, Ahlak da ölür. Akıl ve Ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadı'yı satın aldığın gün Adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün: Devlet de ölür.’’ Demiştir. Türkiye evrensel hukuk kuralları çerçevesinde, yeniden Hukukun üstünlüğüne dayalı, adil yargılama sistemine kavuşturulmalıdır.
 
 

Bu yazı 725 defa okunmuştur .