HANGİ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Reklam
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

HANGİ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

23 Haziran 2020 - 00:09

Hukuk, insanların hayatında hak ve adaletin tecelli etmesi için başvurulan kaide ve kurallar sistemidir. Ancak bütün insanların hukuk anlayışı aynı değildir. Insanlar, güçsüz olduklarında eşit olamk isterler. Eşit olduklarında adalet isterler. Güçlü oldukalrında ise ezmek isterler.
 
Insanların olduğu her yerde ilişkiler, ilişkilerin olduğu yerde olaylar, olayların çözümünde ise başvurulan hukuk kuralları vardır. Genellikle olayların çözümünde fikri olanlar Türkiye bir hukuk devletidir, hukukun üstünlüğü esastır, diye fikir beyan ederler. Bu noktada aklımıza hangi hukukun üstünlüğ diye bir soru gelmektedir. Haklının hukukunun üstünlüğümü yoksa, güçlünün hukukunun üstünlüğümü kasdediliyor bunu anlamak oldukça zor görünmektedir.
 
Bir ülkede hukukun üstünlüğünden sözedebilmek için, o ülkede  hukuk kültürünün evrensel hukuk kuralları çerçevesinde belli bir noktaya gelmiş olması gerekir. Halbuki Türkiye’de temelini Mecelle’den alan hukuk kültürü ile Modern ve çağdaş ülkelerden ithal edilen hukuk kurallarının çatışmasından ileri gelen bir kavram kargaşası söz konusudur. Diğer taraftan hukukun üstünlüğünün olmazsa olmaz şartı, Yargının bağımsız olmasıdır. Peki Türkiye’de yargı bağımsızmıdır?
 
Ah keşke gönül rahatlığı ile yargı bağımsızdır diyebilsek. Bu konuda birçok insanın derin kuşkularının olduğunu söylemek mümkündür.
 
Yargının bağımsız olabilmesinin temelinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi yatmaktadır. Yargı organları kendi seçimlerini kendi içlerinde yapabilmelidirler. Diğer yandan ekonomik bağımsızlık önem arz etmektedir. Özlük hakları Devletin başka kurumları tarafından tespit edilen yargı mensupları ekonomik yönden nasıl bağımsız olabilir? Nitekim yıllar önce çok önemli bir yüksek yargı kurumunun başkanı, “yargıçlarımız vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışıp kalmaktadır.” ifadesini kullanmıştır.
 
Bir ülkeyi ayakta tutan değerlerin başında adalet duygusu gelmektedir.  Kayırmacılık, iltimas ve torpilin egemen olduğu toplumlarda ise adaletin varlığından söz etmek mümkün değildir. Güçlünün hukukunun egemen olduğu toplumlar da mazlumlar ilahi adalete sığınma ihtiyacını hissederler. Halbuki beşeri alemde adaleti dağıtacak organın bağımsız yargı olması gereklidir. Bir ülkede yargı, hiçbir tesir altında kalmadan, hiçbir güce boyun eymeden haklının hakkını evrensel hukuk kuralları çerçevesinde teslim edebiliyorsa o ülkede yargı bağımsızlığından söz etmek ve yargıya güvenmek mümkündür.
 
İnsanlar tarih boyunca hep adaleti aramışlar ve haksızlıklardan şikayetçi olmuşlardır. Gerçekten adil olanlar ise bir efsane gibi tarihe mal olmuşlardır. Bugün halen adaletli çözümlerden söz ederken Hazreti Ömer adaleti gibi diye bir benzetme yapıyorsak, bu durum o dönem adaletinin tarihe damgasını vurmasından ileri gelmektedir.
 
Tarih boyunca ideolojilerin de hukuku etkilediği görülmektedir. Her ideoloji kendi hukukunu oluşturmuştur.  Halbuki yargı kurumlarının gerçek adaleti dağıtabilmeleri için ideolojilerden de etkilenmemeleri zorunludur. Aksi takdirde yargı kurumları, yargıçların ideolojik değerlendirmelerine göre karar verirler ki, bu durum, yargıyı kullanarak ideolojik hesaplaşmaya dönüşür.
 
Diğer taraftan her rejim kendi hukukunu oluşturur. Özellikle devrimle gelen rejimlerin karşısında karşı devrim hareketleri tarih boyunca var olmuştur. Yargı bu konuda da bağımsız olmalıdır. Olmadığı takdirde yargı üzerinden rejim çatışmaları meydana gelmektedir. Bu durum gelecek için yeni hesaplaşmalara kapı açacağından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Halbuki esas olan geçmişle hesaplaşmak değil, yüzleşmek olmalıdır. Hukuk kuralları içinde yüzleşmeyi becerebildiğimiz takdirde uzlaşma kültürüne hizmet etmiş oluruz.
 
İşte bugün Türkiye’de ihtiyaç duyulan hukukun üstünlüğü, ideolojilerden ve rejim çatışmalarından uzak, güçlünün değil, haklının hukukunu esas alan ve evrensel hukuk kurallarına uyan hukukun üstünlüğüdür. Bunu sağladığımız takdirde bağımsız yargının dağıttığı adalet, kamu vicdanında rahatlık yaratacak ve toplumsal huzur yeniden tesis edilecektir.Aksi takdirde hukuk kisvesi altında işlenen cürümlerin Türkiye’yi  rahatsız edeceği düşünülmektedir.
 
 
Yargı bağımsızlığının tartışmalı olması, ülkenin ekonomik durumunu da olumsuz yönde etkilemektedir. Yatırım için gelecek olan yabancı sermaye öncelikle hukuk güvencesi istemektedir. Evrensel hukuk kuralları çerçevesinde bir güvence göremediğini hisseden yabancı sermaye ülkeyi terk etmektedir. Bozulan sistemin tekrar düzeltilmesine önce hukuk sisteminden başlanması büyük önem taşımaktadır.
 
Ancak ufukta bir umut ışığı görünmemektedir. Yasama, Yürütme ve Yargı organları arasındaki görüş ayrılığı mesafesi gittikçe açılmaktadır. Bu konuda hakim ve savcıların sesleri çıkmamaktadır. Avukatların çıkan sesleri ise Barolar Kanununun değiştirilmesi ve çoklu Baro kurulması tehdidi ile kesilmeye çalışılmaktadır. Birçok Baro, çoklu Baro kurulmasına karşı çıkmaktadır. Seslerini duyurmak için 60 Baro Başkanı Ankara’ya yürüme kararı almış, ancak Ankara girişinde polis engeli ile karşılaşmışlardır.
 
Ankara, T.C Kimlik kartı olan herkesindir. Turistik kent değil, sorunların çözüleceği bir kenttir. Sorunu olan soluğu Ankara’da alır. Ankara, umut kapısıdır. Yargının savunma ayağının temsilcileri olan Avukatların karşısına polis dikerek, Ankara’ya giremezsiniz demek Kanunsuzluktan öte ayıptır. Zaten birçok yönüyle demokrasimiz ayıplıdır.
 
Hukuk insanları ile konuşma zemininin kalmadığı bir ülkede hukuktan söz etmek mümkün değildir. Ancak unutmayalım ki, hukuk bir gün hepimize lazım olacaktır. En çok da, Avukatların Ankara’ya girmesine engel olanlara lazım olacaktır. Güçlünün hukukunun değil, hukukun gücünün egemen olacağı günlere ulaşmayı vazgeçilmez bir umutla bekleyeceğiz.
                                                                  
 
 
 
 
 

Bu yazı 1087 defa okunmuştur .