OSMANLI'NIN DERS ALINACAK YANLIŞLARI
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

OSMANLI'NIN DERS ALINACAK YANLIŞLARI

06 Ocak 2022 - 00:06


 
 
Necdet Topçuoğlu
 
 
Tarihini iyi bilmeyen Milletler, gelecekleri hakkında doğru kararlar alamazlar. Bu nedenle Osmanlı döneminde izlenen politikalar ayrıntısı ile kaynak vererek anlatılmıştır. Yapılan yanlışlardan ders alınmadığı takdirde aynı akibetin yaşanması kaçınılmazdır. Okuduklarımız bizleri değiştirmiyor, hatalardan ders almamıza katkı sağlamıyorsa, zaman israfından başka bir şey değildir. Eylemsiz bilgi beyine yüktür. Eyleme dönüşen bilgi ise kurtuluşa giden yolun rehberidir. Tarihi gerçeklerin üstündeki toz perdesini kaldıran bu incelemeyi okuduktan sora, bunları eşimizle, dostumuzla, gençlerimizle paylaşmıyorsak kötüye gidişin parçası olmaktan kendimizi kurtarmamız mümkün değildir. Unutmayalım ki soruna katkı sağlayanlar, çözümün parçası olamazlar.
 
 
Osmanlı'da, daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, yani 15. Yüzyıl'da altın ve gümüş darlığı başlamıştır. Avrupa'da coğrafi keşiflerden sonraki altın ve gümüş bolluğunun bir sonucu olarak Osmanlı piyasaları “Duka”, “Real” gibi yabancı paraların istilasına uğradığı bilinmektedir. Bu sebeple Osmanlı Akçesinin değeri düşmüştür. Piyasada “kalp” paralar çoğalmıştır. Mal fiyatları yükselmiş, enflasyon artmıştır. Bitmeyen askeri harcamalar hazineyi sarsmıştır. Devlet, 1550'den sonra akçeyi sürekli küçültmek zorunda kalmıştır. Para darlığı “tefeciliğe” ve “faizciliğe” yol açmıştır. İslam şeriatı en çok yüzde 15'lik bir faize izin verirken, Osmanlı'nın uygulamasında %30 ile %60 arasında faizle borç verip zenginleşenler olmuştur.
 
 
Bu gelişmelerin ardından Osmanlı'da 1584 devalüasyonu gerçekleşmiş, Akçenin değeri %70 oranında düşürülmüştür. 14. Asrın sonunda Sultan Orhan döneminde 100 dirhem gümüşten 269 akçe kesilirken, 16. Asrın sonunda 3. Murat döneminde 100 dirhem gümüşten 525 ile 950 akçe kesilmiştir. Bir başka ifadeyle Akçeler gittikçe incelmiştir. Öyle ki, 1584 devalüasyonu sonrası 100 dirhem gümüşten 1000 akçe kesilmesi gündeme gelince Darphane Mültezimi Ali Efendi, “Bir badem ağacı kadar ince, bir şebnem katresi kadar hafif” akçelerden söz etmiştir. Demek oluyor ki her dönemin bir Nebati’si varmış. İran ve Avusturya savaşları para darlığını daha da artırınca 1 akçe, 4-5 parçaya bölünerek piyasaya sürülmüş, para tam anlamıyla pul olmuştur.
 
 
16. Asrın başlarında Osmanlı'da para sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır. Öyle ki II. Bayezid'in illerde valilik yapan oğulları, maaşlarının azlığı sebebiyle geçim sıkıntısı çekmişlerdir. Buna karşın Rüstem Paşa, İbrahim Paşa gibi bazı devlet adamlarının rüşvet ve yolsuzlukla büyük servet edinmişlerdir. Günümüzle kıyaslama yapıldığında tarihin tekerrür ettiğini söylemek mümkündür. Devlet, para bulabilmek için vergileri artırmıştır. İstanbul halkı emlak vergisi ödemezken, vergi yükü tamamen köylüye yıkılmıştır. Aslında köylüyü ezen sadece vergiler değil, 1585-1595 yıları arasında yükselen enflasyondur. Özellikle buğday fiyatlarındaki artış halkı derinden etkilemiş, buğdayın fiyatı Orta Anadolu'da 20 akçeden aşağı düşmemiştir. 150 yıl içinde buğday fiyatı 10 kat artmıştır. Asıl büyük pahalılık ve yüksek enflasyon 1596-1607 arasındaki “Celali Fetreti” ve “Büyük Kaçgunluk” döneminde görülmüştür.
 
 
Uzun süre devam eden Avusturya ve İran savaşları sırasında meydana gelen, Celali isyanları sebebiyle köylünün üçte ikisi köyünü terk etmiştir. Bunlar ya “Levent” ya da “suhte” olarak büyük şehirlere akın etmişlerdir. Büyük şehirler kahveler ve bekâr odalarıyla dolmuştur. Fuhuş, içki, eşkıyalık, cinayet şehirleri sarsarken, köylerin terk edilmesiyle tarımsal üretim azalmıştır. Buğday üretimi azaldığı için devlet Avrupa'ya buğday satışını yasaklamıştır. Ancak kaçakçılar gizlice Avrupa'ya buğday satmayı sürdürmüşlerdir. Osmanlı döneminde ilk büyük kıtlık 1494-1503 yılları arasında görülmüştür. İkinci büyük kıtlık ise 1564'te görülmüş ve 1573-1576 yılları arasında daha da artmıştır.
 
 
1603 yılında Anadolu'da tekrar buğday kıtlığı görülmeye başlamıştır. Buğdayın kilesi 90 akçeye kadar çıkmıştır. Ekmek fiyatları yükselmiş, hububat ticareti “vesikaya” bağlanmıştır. Öyle ki 1607 yılında İngiliz elçisisi İstanbul'da yiyeceği ekmeğin buğdayını ancak vesikayla satın alabilmiştir. Halk 15 yıl ekmek bulamamış ve açlıkla pençeleşmiştir. Osmanlı'da son büyük kıtlık 1873-1875 arasında görülmüştür. Ankara, Kırşehir, Yozgat, Çankırı ve Sivas'ta on binlerce insan açlıktan ölmüştür. 12 Mayıs 1874 tarihinde Ankara'dan Basiret Gazetesi'ne gönderilen bir mektupta, ‘’Yirmi dört saatte bir defa arpa unundan bir bulamaç içiyoruz. Bu da bitmek üzeredir. Öküz ve diğer hayvanların tamamı telef oldu. Çocukların ekmek diye feryatlarına tahammül etmek mümkün değildir.’’ İfadeleri yer almıştır. 1873-1875 yılları arasında Ankara'nın Keskin kazasındaki 160-170 köydeki 52.000 kişiden 20.000 kişi açlıktan ölmüş, 7000'i başka yerlere göç etmiştir.
 
 
II. Mahmut döneminde paranın adı ve şekli 35 defa değiştirilmiştir. 16. Asırdan itibaren akçenin değer kaybı önlenemiştir. Yabancı paralar akçe karşısında çok değer kazanmıştır. Örneğin, 1611'de 1 florin, 200 akçeye yükselmiştir. 17. Asırda Osmanlı büyük bütçe açıklarıyla karşılaşmaya başlamıştır. 1887 yılından 1911yılına kadar, bütçe 4.2 milyar kuruş açık vermiştir. Devlet, paranın değerini düşürme yoluyla sorunu çözmek istemiştir. Bu durumun hemen hemen bu günkü uygulama ile aynı olduğunu söylemek mümkündür. 1810 yılından itibaren paranın içindeki değerli maden oranı sürekli azaltılmıştır. Paranın değerinin düşürülmesi, Yeniçeri isyanlarını, fiyat artışlarını ve kalpazanlığı körüklemekten başka bir işe yaramamıştır. Devlet, Osmanlı-Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra 1775 yılında “Esham” yani “Hazine Bonosu” yoluyla iç borçlanmaya gitmiş, zorunlu iç borçlanma olan “İmdadiye”ye ve özel kişilere toprak satışı anlamında “Malikâne Sistemi”ne başvurmuştur. Bu uygulamalar, birebir şimdiki uygulamalar ile aynısıdır. Tarih tekerrür etmektedir.
 
 
 
Devlet, olağanüstü hallerde alınan vergileri kalıcı hale getirmiş, ölen şahısların terekesinin yüzde 60'ına zorla el koymuş, tasarruf tedbirleri uygulamış, ancak yine de ekonomi düzelmemiştir. Osmanlı 18. Asırda para basacak yeterli maden bulamadığı için, halk bir emirle elindeki altın ve gümüş eşyayı devlete satmaya mecbur bırakılmıştır. 1789 yılında Şeyhülislam, “altın ve gümüş eşya kullanmak haramdır” diye bir fetva yayımlamıştır. Şimdi de bazı çakma din adamları benzer fetvaları vermektedirler. 1789 yılı başında Padişahın altın ve gümüş özel eşyaları, darphanede eritilerek para basılmıştır. İstanbul'daki Türk tüccardan 20.000, gayrimüslim tüccardan 12.000 okka saf gümüş toplanarak, eritilip para basılmıştır. 1780-1860 yılları arasında enflasyon çok yükselmiş, fiyatlar ortalama 12 ile 15 kart artmıştır. 1814 yılında İngiliz Sterlini 23 Osmanlı kuruşuna eşitken, 1839 yılında İngiliz Sterlini 104 Osmanlı kuruşuna eşitlenmiştir. Kütükoğlu'na göre; 1839 yılında Bir Sterlin 130-135 kuruşa, 1844 yılında ise Bir Sterlinin 110 kuruşa eşitlendiği ifade edilmiştir.
 
 
 
Osmanlı 1839 yılında piyasaya kağıt para ve hazine bonosu şeklinde “kaimeler” çıkarmıştır. Kolayca sahtesi yapılabildiği için kısa sürede enflasyona neden olan kaimeler 1862 yılında piyasadan kaldırılmıştır. 1876 yılında bir kere daha piyasaya “kaime” sürülmüş, ancak onlar da üç yıl sonra piyasadan kaldırılmıştır.
Devlet,1844 yılında “altın lira” ve “gümüş kuruş” şeklinde çift metalli sisteme geçmiştir. 1881 yılında çift metalli sisteme son verilmiş ve para birimi sadece altın üzerinden tanımlanmıştır. Osmanlı 1848 yılından itibaren Galata bankerlerinden, Kırım Savaşı'ndan sonra, 1854 yılından itibaren de İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinden yüksek faizle borç almaya başlamıştır. Alınan paralar yatırımlarda kullanılmamış, yüksek faizli borç paralarla Boğaz'da saraylar inşa edilmiştir.
 
 
Osmanlı'nın 14 ve 15. Asırlarda Batılı ülkelere verdiği kapitülasyonlar, 18. ve 19. Asırlarda daha da genişletilmiştir. Özellikle 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması sonrasında Osmanlı pazarları İngiliz mallarıyla dolmuştur. Çünkü daha önce ithalat ve ihracatta %3 olan gümrük vergisi, ihracatta %12, ithalatta %5 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca İngiliz tüccarlar, yerli tüccarların ödediği %8 oranındaki iç gümrük vergisinden de muaf tutulmuştur. Osmanlı 1914 yılında 1. Dünya Savaşı'na girerken toplam dış borcu 153.7 milyon Osmanlı Lirasıdır. Hazinesinde sadece 92.000 altın lira vardır. Osmanlı artan savaş masraflarını karşılamak için Almanya'dan borç almak zorunda kalmıştır. Savaş sonunda Almanya'ya 150 milyon lira borçlanılmıştır. Böylece I. Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlı'nın toplam dış borcu 303.7 milyon liraya yükselmiştir. Üstelik bu borçların Sterlin, Frank ve Mark gibi yabancı paralarla ödenmesi zorunlu tutulmuştur.
 
 
I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'da her alandaki üretim neredeyse yarı yarıya azalmıştır. Savaş koşullarında fiyatlar 18-20 kat artmış, buna karşılık maaşlar artmamış, alım gücü %80 oranında azalmıştır. 1914 yılında savaş başlarken, 100 olan tüketici fiyat endeksi, savaşın sona erdiği 1919 yılı sonunda, 1215'e yükselmiştir. 1914-1922 yılları arasındaki savaş yıllarında gerçekleşen toplam enflasyon %1200 ile 1700 civarında gerçekleşmiştir. Örneğin 1914 yılında ekmeğin okka fiyatı 1.25 kuruşken, 1920 yılında 16 kuruşa yükselmiştir. 1914 yılında dört kişilik bir ailenin gıda harcaması 225 kuruşken, 1920 yılında 3049 kuruşa yükselmiştir. Devlet, 1915 yılı başında piyasaya kağıt para çıkarmış, söz konusu kâğıt paralar, başlangıçta 1 lira ile satın alınırken üç yıl içinde 4-5 altın Osmanlı Lirası'na yükselmiştir.
 
 
Osmanlı 1876 yılında borçlarını ödeyemediği için iflas edince, 20 Aralık 1881'de Muharrem Kararnamesi'yle alacaklı Avrupa ülkeleri Duyunu Umumiye'yi kurup Osmanlı'nın temel gelirlerine el koymuşlardır. İşte o yere göğe sığdıramadıkları II. Abdülhamit her şeyi; madenleri, demiryollarını, limanları, hatta tütünü, dahası elektrik, su, havagazı gibi tüm yatırımları yabancılara teslim etmiştir. Rönesans'ın, aydınlanma döneminin, Sanayi Devrimi'nin Batı'da yarattığı değişime uyum sağlayamayan Osmanlı, köylerin boşalması, üretimin azalması, ordunun bozulması, savaş masraflarının artması, vergi adaletsizliği ve paranın pul olması ile borç ve faiz batağına sürüklenip batmıştır.
 
 
İşte Büyük Önder Atatürk, I. Dünya Savaşı'nın yıkımı sonrasında gırtlağına kadar borçlu, yoksulluk içinde, orduları dağıtılmış, toprakları işgal edilmiş, savaş yorgunu bir ülkede emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmayı başardığı için büyük liderdir. Atatürk, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi'nde söylediği gibi kazandığı askeri ve siyasi zaferi ekonomik zaferle taçlandırmak için, önce Osmanlı'nın tüm bağımlılıklarına son vermiştir. Lozan'da kapitülasyonlar kaldırılarak, Osmanlı borçları ödenmeye başlanmıştır. Köylüyü ezen vergiler kaldırılmıştır. Tarlalar ekilmeye başlanmış, ülkenin dört bir yanında fabrikalar kurulmuş, Türkiye üretmeye başlamıştır. Türkiye üç beyaz denilen bez, şeker ve unda kendi kendine yeterli hale gelmiştir.
 
 
1929 Dünya Ekonomik Krizi'ne rağmen, 1924-1938 ylları arasında Türkiye'nin büyüme hızı ortalama %8'in altına düşmemiştir. Bir mukayese yapmak gerekirse 1889-1914 yılları arasında Osmanlı'nın kalkınma hızı ortalama %2.2 olmuştur.  Atatürk döneminin Türkiye'si enflasyonsuz, dış borçsuz kalkınmasını sürdürmüştür. 1923-1938 yılları arasında Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde GSMH 3 katına, kişi başına milli gelir ise 2 katına çıkmıştır. Yine aynı dönemde 11 yıl boyunca bütçe denkliği sağlanmış, üç yıl ise gelir giderden fazla olmuştur. 1938 yılında Merkez Bankası'nda 36 milyon dolar döviz, 26 ton altın biriktirilmiş, Türk parasının değeri korunmuştur. Gençlerimize Osmanlı döneminde paranın nasıl pul olduğunu, Osmanlı'nın nasıl battığını ve Atatürk'ün kendi ayakları üzerinde duran bir Türkiye Cumhuriyeti yaratığını bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Yoksa vatan ayaklarımızın altından kayıp gidecektir.
 
 

Kaynak:
  1. Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, s. 246,
  2. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s. 33-43, 89, 421-425,
  3. Türk Ziraat Tarihin Bir Bakış, İstanbul, 1938, s. 210, 211-213,
  4. Eldem, s. 246,
  5. Mübahat Kütükoğlu, Baltalimanı'na Giden Yol, s. 2,
  6. Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 112,
  7. Kütükoğlu, s. 233,
  8. Pamuk, s. 1782,
 
 
 

Bu yazı 602 defa okunmuştur .