DERS ALINMASI GEREKEN ENFES HİKAYELER
Reklam
Reklam
Recep Bayraktaroğlu

Recep Bayraktaroğlu

[email protected]
  • Instagram
  • LinkedIn

DERS ALINMASI GEREKEN ENFES HİKAYELER

28 Temmuz 2016 - 17:16

 

İLK EZAN

 Tarih 16 haziran 1950. Yani tam 57 yıl öncesi. Yer Sultanahmet Meydanı. Bir dönem Diyanet işleri Başkan Vekilliği de yapan Hoca, verdiği bir röportajda o günü şöyle anlatıyor;
 “ezanın Türkçe okunduğu günlerdi. Bir Cuma günüydü ve Sultanahmet camisine namaz kılmaya gidiyordum. Fakat her zamankinden farklı olarak caminin avlusunda büyük bir kalabalık ve telaş vardı. Ben ve yanımdaki arkadaşım merakla cami avlusuna doğru ilerledik. Baktık ki herkes yukarı bakıyor. Camiye giren falan yok. Birden cami minarelerinin bütün şerefelerinden ”Allahuekber! Allahuekber!”diye ezan okunmaya başladı. Meğer caminin imamı her bir şerefeyebir müezzin yerleştirmiş  birbiri ardına nasıl ezan okuyacaklarını da onlara güzelce tembihlenmişti. Durumdan haberi olmayan caminin içindeki cemaat da ezanı duyar duymaz kendilerini dışarı attı.
  Avlu hıncahınç doluydu. Herkes İstanbul semalarını inleten ezanı dinliyordu. 14 müezzin 6 minarenin 14 şerefesinden biri başlıyor, öbürü bitiyor, yarım saate yakın sürdü ezan. Bunu İstanbul’un diğer camileri takip etti. İstanbul ’Un bütün minarelerinden yıllardır özlemini çektiğimiz hakiki ezan sedaları yükseliyordu göklere. Bu bir rüya değil, gerçekti. Minarelerden ezan okunuyordu. Ezan sesini duyan herkes olduğu yerde durmuştu. Sanki yere çivilenmiştik; ben ve Sultanahmet Meydanı’nı dolduran bütün insanlar sokakta oynayan çocuklar bile oyunlarına ara verip, Allahu Ekber, Allahu Ekber sedalarını dinler oldular. O an anlatılmaz yaşanır ancak”
   O gün ülkenin dört bir yanında benzer manzaralar yaşandı. Ezanın Arapça okunmasına imkan kılan Meclis kararı o gün radyolardan ilan edilince, Türkiye’nin dört bir yanından halk sevinçten sokaklara döküldü. Bütün gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiye’de sel olup aktı.

(Doç. Dr.Osman Özsoy -15.06.2007)

 


Eğri Minare

Süleymaniye Camiinin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti. O gün gelince istanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişti . Herkes hayranlıkla bu Türk mucizesini seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk, “Aaa şu minareye bakın nasıl eğri!” diye bağırıyordu Herkes de bakıyordu ama bir eğrilik görmüyordu Çocuğun minarelerden biri için eğri dediği Mimar Sinan’a kadar ulaştı. Koca mimar hemen çocuğun yanına geldi ve ona, “Yavrum hangi minare eğri göster bana” dedi Çocuk da “İşte şu” diye minarelerden birini gösterdi Mimar Sinan hemen adamlarını topladı Uzun halatları biribirine ekletip minareye bağlattı “Çekin yukarı doğru!” diye çektirmeye başladı Çocuğa da, “Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver” dedi. Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra, “Tamam, minare doğruldu” diye bağırdı. İşçiler çekme işini bırakıp halatları çözdüler. Başından beri olaya tanık olan Sinan’ın ustalarından biri herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan’a yöneltti:

- Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok. O halde niçin düzeltmeye kalkıştın?

Mimar Sinan’ın cevabı inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesi idi:

- Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını. Ama çocuğun kafasındaki “minare eğri” intibaını da öyle bırakamazdım. Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sonra gerçekten eğri olduğu şeklinde bir inanç yayılırdı.

Ders: İlk önce insanların kafasındaki eğrileri düzeltmek lazım...

 

LALELİ BABA

 

Bugün İstanbul’da oturup da bu şehrin Laleli diye bir semti bulunduğunu bilmeyen yoktur. Burada yine bu isimle anılan bir de tarihi cami vardır. Bu semt ve cami hakkında ilginç bir hikaye anlatılmaktadır:
Laleli Camiini Sultan III Mustafa (Padişahlığı 1757-74 yılları arasıdır) yaptırmıştır. Sultan Mustafa bu camii yaptırırken çevrede Laleli Baba namında bir din büyüğünün yaşadığını, gerçek bir mürşit olduğunu, hikmetli sözler söylediğini öğrendi. İçinde bu zatla görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak arzusu doğdu. Cami inşatını denetlemeye geldiği bir gün, Laleli Baba ile görüşmek istediğini bildirdi.

Laleli Baba’ya hemen padişahın kendisini ziyaret etmek istediği haberi ulaştırıldı, o da buyur etti. Padişah Laleli Baba’nın sohbetinden gerçekten memnun kaldı. İçinde Laleli Baba ile daha sık görüşme arzusu uyandı .Ayrılacağı sırada bu muhterem zat’a  bir soru sordu:
- Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?
Laleli Baba cevap verdi:
- Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacet (büyük abdest)ini yapabilmektir .
Hükümdar bu cevaptan pek hoşnut olmadı. Başından beri büyüleyici konuşmalarıyla herkesi etkileyen bir zata bu cevabı pek yakıştıramadı. Hatta bu cevabı biraz kaba bile buldu. Bundan sonra birşey konuşulmadı, hükümdar maiyetiyle beraber saraya döndü. Fakat bu ziyaretin ertesi günü şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Bir türlü içini boşaltamıyordu. Sarayın bütün ilgilileri ve hekimbaşı seferber oldular, bilinen bütün ilaç ve yöntemleri uyguladılar, fayda etmedi . Padişah kıvranıyordu. Nihayet birinin aklına geldi: Laleli Baba’ya haber verilse, onun himmetiyle hükümdar bu dertten kurtulamaz mıydı? Zaten başka denenmedik yol kalmamıştı Padişaha danışıldı O
da “Ne gerekiyorsa yapılsın” dedi. Hemen Laleli Baba’ya gidildi Ve saraya getirildi. Hükümdar doğum sancısı çekiyor gibi kıvranıyordu. Laleli Baba’ya yalvardı: “Aman bana yardım et!” Laleli Baba, “O kadar kolay değil, karşılık olarak ne vereceksiniz?” dedi .“Senin bölgende yaptırdığım o camii sana hibe edeceğim”. “Yetmez” dedi Laleli Baba. Sultan Mustafa daha bir çok şeyler ekledi, Laleli Hazretleri bir türlü tamam, yeter, demiyordu.

En sounda ağzındaki baklayı çıkardı: “Ben senin için dua ederim, Allah dilerse bu dertten kurtulursun ama, karşılığında saltanatı (padişahlığı-hükümdarlığı) isterim” Padişah kem küm etti ama çaresi yoktu “Tamam” dedi “O da senin olsun” Laleli Baba dua etti, sırtını sıvazladı, “Haydi git Allah’ın izniyle kurtulacaksın” dedi ve gerçekten kurtuldu.

Kurtuldu ama saltanat da elden gitmişti. Şifa bulmanın sevincini, saltanatın elden çıkmış olmasının üzüntüsü gölgeliyordu.

Laleli Baba sultanın haline baktı baktı da dedi ki: “Bir saltanat ki bir defi hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değil, al yine senin olsun” 

Bu yazı 4233 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar