İnsan Konumunun Farkında mı?
Reklam
Recep Bayraktaroğlu

Recep Bayraktaroğlu

[email protected]
  • Instagram
  • LinkedIn

İnsan Konumunun Farkında mı?

29 Nisan 2014 - 10:11

 

Yeryüzünde yaratılanların en şereflisi olan İnsanın en büyük açmazı, olduğu yeri bilmemesidir. Fıtrata ve Yaradılışa uygun tavırlar sergileyememesi ve sürekli kendi fabrika ayarlarını bozmasıdır. İnsan olmak başlı başına bir ayrıcalıktır. Çoğu zaman da görevle sorumluluk birbirlerine karıştırılır. Görevde katılık vardır, özgürlük yoktur. Sorumlulukta katılık yoktur ama özgürlük sınırsızdır. Sorumluluk; kişinin kendi özünü, insanlığını hissetmesi durumudur.

İnsanın oluşturduğu karakteri, yaşamı boyunca karşılaştıklarına gösterdiği tepkilerin ruhundaki izdüşümüdür. Bir yerde çevresiyle karşılaşması ve buna tavır koymasıdır.

Hayatını kolaylaştırdığı anda benimsediği durum tembelliği, kendini koruma içgüdüsüyle çevresine tavır koyması saldırganlığı yapısının temel taşı durumuna getirir. Bunlar ailelerin, toplumların kalıt bıraktıkları özellikler değil, bir arada yaşamanın, birbirlerinin oluşumlarına bakarak kendilerini geliştirme ve benzetme gereksinimidir. Kişinin kendini bilmesi, zihinsel acılarının noktalanmasıdır.

Gösteriş yapmak, büyüklük taslamak, hava atmak bugün en yaygın ve kangrenleşmiş bir durumdur. Kişinin olduğundan fazla, olduğundan başka görünme isteği, yalancı ve cilalı bir görüntü sergileme tutkusu, toplumun değer ölçülerinin kendisinde yarattığı en acımasız örneklerdir. "En büyük güçlülük insanın gerçek kimliğine razı olmasıdır."

Paraya, üne, şana, güçlüye gösterilen olağanüstü itibar ve iltifat, insanı ister istemez böyle olmanın üstünlüğüne ve faziletine inandırır. Zayıf kişi hep beğenilmenin, güçlenmenin, iltifat görmenin peşindedir. "İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkun.

“Her Şeyde Bir Hayır Vardır” Diyebilmek!

Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. Nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş.

 Kralın bu arkadaşının ise sıra dışı bir alışkanlığı varmış. İster kendi başına gelmiş olsun, ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep :

 "Bunda da bir hayır var!" dermiş.

 Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da avlanıyormuş. Arkadaşı, tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yapmış ve kral ateş ederken tüfeği geri tepmiş, kralın başparmağı kopmuş. Durumu gören arkadaşı her zamanki muhteşem sözünü söylemiş: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırmış:

 "Bunda hayır falan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu!" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırmış.

 Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş. Yamyamlar onları ele geçirip köylerine götürmüşler. Ellerini, ayaklarını bağlayıp köy meydanında yaktıkları kocaman ateşin başında toplanmışlar. Kral ve adamlarını pişirmeye hazırlanıyorlarmış ki, kabile reisi, kralın başparmağının olmadığını fark etmiş. Kabilenin, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanlar yenmiyormuş. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. Korkuyla, kralı çözmüş, serbest bırakmışlar. Diğer adamları ise pişirip yemişler.

 Kral, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini düşündükçe, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. Hemen zindana, arkadaşının yanına koşmuş ve başından geçenleri bir bir anlatmış."Haklıymışsın! Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım bu haksızlıktan ötürü beni affetmeni istiyorum." "Hayır" diye karşılık vermiş arkadaşı.

 "Bunda da bir hayır var... ve asıl ben size teşekkür etmeliyim." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye haykırmış kral. "En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?" Arkadaşı yanıt vermiş; "Düşünsenize, ben zindanda olmasaydım,

 sizinle birlikte avda olurdum...Ve sonra!!!..."

 

Hocanın Ölçüsü

Nasrettin Hoca vaaz vermek istediği salona girmiş. Salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda düşünen hoca sonunda seyise sormuş:

-Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mı, yoksa konuşmamalı mıyım? Seyis cevap vermiş:

-Hoca ben basit bir insanim, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.

Bu sözlere hak veren Nasrettin Hoca vaaza başlamış iki saatin üzerinde konuşmuş durmuş. Dua da ettikten sonra kendini mutlu hissetmiş ve dinleyicisinin de vaazın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:

-Vaazımı nasıl buldun? Seyis cevap vermiş:

-Sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelip biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim dedim ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım.

 

Kardeşlik

Mevlana Hazretleri, müritleriyle birlikte bir gün yolda giderken birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler. O esnada müritlerinden biri, bu güzelliğe gıpta eder ve şöyle der: "Ne güzel bir kardeşlik örneği, keşke bütün insanlar bundan ibret alsa." Mevlana Hazretleri tebessüm buyurarak şöyle karşılık verir:

"Aralarına bir kemik atıver de o zaman gör kardeşliklerini."

 

Ne Gibidir

Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri, bir gün Padişah Ahmet'in gönderdiği hediyeyi kabul etmeyip, geri iade etmiş. Bunun üzerine Padişah da o hediyeyi bir başka alim olan Abdülmecit Sivasi'ye göndermiş. Abdülmecit Sivasi ise Padişahın gönderdiği hediyeyi kabul etmiş.

Bunun üzerine Padişah:

"Abdülmecit Efendi! Aziz Mahmut senin kabul ettiğin hediyeyi kabul etmemişti," dediğinde

Abdülmecit Efendi şöyle demiş:

"Aziz Mahmut, anka kuşu gibidir. O öyle şeylere itibar etmez ki..."

Sultan Ahmet, bu kez de Aziz Mahmut'a:

"Senin kabul etmemiş olduğun hediyeyi Abdülmecit Sivasi kabul etti," dediğinde,

Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri şöyle demiş:

"O deniz gibidir; içine bir damla necasetin düşmesiyle pislenmez."

 https://twitter.com/RBayraktaroglu

 

Bu yazı 2147 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar