Reklam
Reklam
Ümmiye YILMAZ

Ümmiye YILMAZ

Şafak Türküsü

OYUNCAK BEBEK

07 Nisan 2021 - 13:59

                                     
Çocukken plastik bebeklerimiz vardı bizim. Çabuk kırılan hepsinin yüz ifadesi aynı olan bebeklerden bahsediyorum. Gülüyor mu yoksa ağlıyor mu belli olmuyordu. Gözleri donuk ve tüm uzuvları hareketsizdi.
Biz kalabalık bir ailede üç kız çocuğu olarak büyüdüğümüzden tek bebekle hepimizin oynarken ne kadar hassas davrandığımızı da hiç unutmuyorum. Olurda bebeğe bir zarar gelir de bebeksiz kalırız diye adeta ödümüz kopuyordu. Şimdi çocuklar öyle değiller. Bir sürü oyuncak ve çoğu kırık dökük. Hemen yenisi alınabiliyor ve her şekilde ulaşılabiliyor çünkü…
O dönemlerde insanlar her şeye hassas davranırlardı. Hayvanlara hassas davranırdık. Artık yemek kalsa mutlaka herkesin bahçesinde bekleyen bir kedi bir köpek olurdu. Şimdi kuru mama yemekten hayvanların gözleri donuklaştı. O dönem insanlar birbirlerinin yüzüne kabahatleri bile olsa açıkça vuramazlardı. Düşünün oyuncak bebeğe bile hassas davranmayı düşünen çocuk arkadaşlarına çevresindeki canlılara zarar verebilir miydi?
Biz de oyun oynarken o et bebeklerden görmeye başladık diğer arkadaşlarımızın ellerinde. Sokaklarda oynadığımız zamanlar tabi o zamanlar. Özgürce çamura güneşe ellerimizle dokunabildiğimiz yıllardı işte…
Sonra babam araştırdı bu bebekler nerden alınabiliyordu? Çünkü sürekli o bebeklerin hayaliyle yaşar olmuştuk. Her akşam evde mutlaka bu bebeklerin konusu geçmese olmazdı. Elinde Pazar arabasıyla sokak sokak gezen, sürekli üst üste giyinen tombul, pembe yanaklı bu teyze bir gün babamın dükkânına gelmişti. Kendine ufak bir dolap lazım olduğunu anlatmıştı. Babamın ufak bir marangoz dükkânı vardı. Babam hallederiz demiş tabi o da tüm hikâyesini babama anlatmıştı.
Romanya’da yaşarken eşi vefat etmişti. Yoksulluktan kaçarak buralara geldiğini anlatmıştı. Sovyetler birliğinin parçalanmasıyla Romanya’dan bebek getirmeye başlamıştı. Bazen kıyafet getirip sattığını, başka bir şeye ihtiyaç olursa tedarik edebileceğini babama açık yüreklilikle anlatmıştı. Porselen tabak Türkiye’de o yıllarda çok bulunmuyordu. Parlak, pembe gülleri olan çay takımlarını getirip satıyordu.
 Bizim çocuklar bebek istiyor demiş. Kadında en az üç ay içinde getirebileceğini söylemiş. Tabi biz bunu duyunca dünyalar bizim oldu. Kadın her kapımızın önünden geçtiğinde o zamanki çocuk aklımızla “ne oldu bizim bebek ?” diyerek sormaya başladık.
İlk altı ay bebek gelmedi. Sonraki altı ayı da biz bebeği bekleyerek geçirdik. Ertesi sene bebek geldiğinde ben okula başladığım için bebekle oynayamadım. Derslerim çoktu ve okumayı öğrendiğim için kitap okumaya yönelmiştim.
Bebek gelince önceden yaşanmayan sen oynayacaksın ben oynayacağım kavgaları başlamıştı. Kız kardeşimle adeta bebek yüzünden düşman olmuştuk. Bacakları, kolları oynayan bu bebek aramıza kara kedi gibi girmişti. Ben okulda olduğum zamanlar nedeniyle zaten oynayamıyordum. Benim daha çok hakkım olduğunu düşünüyordum. Bu durumdan bunalan babam tekrardan bebek siparişi verdi. Bu bebek de tam bir sene sonra geldi. Düşünün bir oyuncağı tam iki sene bekliyorsunuz. Önceki bebeğin elbisesi eskidiği için bu yeni bebek yüzünden tartışmaya başlamıştık.
Artık ikimizde okula başladığımız halde bu bebekler bizim takıntımız haline gelmişti. Yine böyle bir tartışmanın sonunda kız kardeşim ateşli şekilde yatağa düştü. Bebeği onun yanına koydum çabucak iyileşsin diye. Bir hafta hasta yattı. Ben bebekten bildim. Oysa onun bünyesi sağlam değildi büyük ihtimal üşütmüş.
 Annem bize kızarak bebekleri cam vitrine koydu. Böylelikle ortada anlaşmazlık kalmamıştı. Bizde ancak camın ardından onlara bakabiliyorduk. Kardeşim iyileştiğinde artık bebek umurumda değildi. Yıllarca da o cam vitrinde o bebekler unutuldu kaldı. Biz yine o donuk yüzlü plastik bebeklerimizle oyunlarımıza devam etmiştik. Kavga etmeden oynuyorduk. Tabi arada da cam vitrinin önünde durup o et bebeklere bakmadan yapamıyorduk.
Şimdi anlıyorum ki aile her şey. Bazen bazı şeylerin olmaması da olmasından daha hayırlı olsa gerek. Basit bir bebek nasıl iki kardeşi birbirine düşürmüştü. Şimdi de öyle değil mi? Birçok insan mal ve mülk adına kanlı bıçaklı olabiliyor. Tarla yüzünden cinayetler işleniyor. Gazetede üçüncü sayfa haberleri bunlarla dolmakta…
Kimisi babasını öldürmüş kimisi yan komşusunu. Her şeyin hayırlısı demeyi işte ben o gün öğrendim. O küçücük yaşımla ailemin ne kadar değerli olduğunu...
Malda yalan mülkte yalan gel biraz da sen oyalan…
 

Bu yazı 1548 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum