Reklam
Reklam

ESKİ RAMAZANLAR, ESKİ NİKSAR...

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Niksarlılar Derneği Kurucu Başkanı Yüksel Altuner'in kaleminden...

ESKİ RAMAZANLAR, ESKİ NİKSAR...

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Niksarlılar Derneği Kurucu Başkanı Yüksel Altuner'in kaleminden...

ESKİ RAMAZANLAR, ESKİ NİKSAR...
01 Mayıs 2021 - 23:20

 
RAMAZANDA ARASTA CAMİİ
 
“Recep, Şaban derken, geldi Ramazan”
Ramazan ayı girdiğinde, ilk Cuma günü okunan hutbeye bu sözlerle başlardı hoca.
 
Kasabamın bütün camilerinin bende ayrı ayrı hatıraları vardır. Ama Arasta Camii’nin evimize yakın olması dolayısıyla ayrı bir özelliği vardır. Evimizin penceresinden bakınca, Çanakçı deresinin öte kenarında ilkin Arasta camiini görürdüm. Namaz vakitlerinde okunan ezanlar sanki evimizin içinde okunurdu. Bakınca minarede ezan okuyan hocayı gayet net görürdüm. Zaten görmesem de sesinden bilirdim. Oldukça gür sesi vardı. Bazen değişik mezinler de okuma yaparlardı. Ama devamlı mezinimiz, Hocapaşaoğullarından, Karşıbağ’da oturan hoca idi.
 
Arasta Camii’nin imamı da Karşı bağda otururdu. Onu hep açık kahverengi paltosu ile anımsarım. Arasta çarşısında dükkanı vardı. Yavaş adımlarla hafif eğilerek, Gazi Ahmet İlk Okulunun önünden geçer, Karşıbağ’a çıkan yokuşa girerdi.
 
Eğitimli bir hoca değildi ama iyi bir insandı. Esasen Müslümanlıkta cami imamının esnaf arasından olması iyi bir gelenekti. Ruhban sınıfının olmayışının da bir sonucu idi. Daha sonra günün şartlarına uyularak cami imamları profesyonelleşti. İmam Hatip okulları mezunları çoğalınca cami imamları bunlardan oluşmaya başladı. Siyasete ve tarikat ilişkilerine girmezlerse cumhuriyet okullarından yetişen bu din adamlarının ilerde yararlarını göreceğiz. Zaten tarikat ilişkileri daha çok İstanbul’da oluyor. Anadolu’nun birçok yerinde ve benim kasabamda böyle bir ilişki yok sanıyorum...  
 
O zamanlar, Cuma hutbelerinde Diyanet İşleri Başkanlığından gönderilen hutbe kitaplarından seçilen bir konuda hutbe okunurdu. Ramazan ayı geldiğinde okunan hutbe şöyle başlardı;
 
“-Recep, Şaban derken, geldi Ramazan.”
 
Sonra Ramazan ayının özelliği, önemi anlatılır, Ramazan ayında ne gibi ibadetler yapılacağı, oruç tutmanın erdemleri ve koşulları anlatılırdı.
Sonradan İmamlar kendilerine göre hutbeler oluşturdukları için, bu cümle unutuldu. Ama “-Recep, Şaban derken, geldi Ramazan.” cümlesi ve bunu okuyan o iyi insan benim belleğimde kaldı.
 
Bundan önceki bir yazımda değinmiştim. Ama yine değineceğim: Ramazanda Karadeniz köylerinden ve kasabalarından hafızlar gelirdi. En çok da “Of’lu” hafız olurdu. Bir ay süre ile camilerde “mukabele” okurlardı. Verilen hediyelerle bir kazanç sağlar giderlerdi. Bu hafızların kalacak yerleri yoktu. O yüzden evleri elverişli olanlar bir veya iki hafızı alır, Ramazan boyunca barındırırlardı. Bizim Kavcı evlerinde daima kalacak boş bir daire olurdu. Buraya yatak yorgan konulur, Dayım Hacı Mustafa Özdemir genellikle iki hafızı Ramazan ayı boyunca misafir ederdi. Hafızlar zaman zaman toplu davetlere çağrılırdı. Bu davetler olmadığında yeme içmeleri de bizden sağlanırdı. Dayım ayrıca harçlık verir miydi, bilmiyorum.
 
Hafızlar ilk geldiklerinde en büyük tutkum onlara “Aşur” okutmaktı. Bu en az 10 ayetten oluşan bir kuran parçası idi. Tabiî ki on ayetle sınırlı değildi. Ama bize gelen bu hafızlara ille de aşur okuturdum. Hafızların dini konularda fazla bilgili olmaları beklenmezdi. Onların görevi, İlçe Müftüsünün yaptığı program dahilinde camilerde mukabele okumaktı. Camide cemaatle kılınan namazdan sonra bir kısım cemaat camide mukabele dinlemek üzere kalır, sekiz on hafız mihrabın iki yanıma sırayla otururlar, dünden kuran okuma nerede kaldı ise oradan itibaren, sırayla okumaya başlarlardı. Bu okuma ezberden olurdu. Cami cemaati de, bir kısmı okunan kuranı izler, bir kısmı da sadece dinlerdi. Dinleyenler arasında bir iki yerli hafız olurdu. Mukabele okuyan genç hafızlar arada unuttukları zaman onlara hatırlatma yaparlardı.  
 
O zamanki Arasta Camii, Ahşaptan yapılmış, çarşı ile son derece uyumlu bir yapı idi.
Arasta çarşısından girilirdi. Ortada iki kanatlı bir kapısı vardı. Yanda, merdivenlerden yana tek kanatlı bir kapı daha vardı. Bu kapıdan girilince, soldaki bir merdivenle balkon kısmına çıkılırdı. Müezzin balkon kısmında olurdu. Zaten balkon kısmındaki bir küçük kapıdan da minareye çıkılırdı. Benimde birkaç kez minareye çıkmışlığım vardır.
 
Camiye orta kapıdan girilince sağda ve solda kısa bir parmaklıkla çevrelenmiş iki bölme vardı. Bunların arasından yürüyünce, bir basamakla caminin geniş kısmına ulaşılırdı. Tabii yürürken ve namaz kılarken, taban tahtaları esner ve hafif ses çıkarırdı. Bu cami sonradan yapılırken, Arasta çarşısındaki iki dükkânın da eklenip genişletildiğini biliyorum. 
 
Ramazanda evimizin penceresinden iftar zamanı karşıyı seyrederken, karşıda, Kale’de çördüğün dibinde, önce topçu Hasan efendinin yoldan aşağıya koştuğunu, sonra dumanın çıktığını görür, en sonunda topun sesini duyardım. Ondan sonra müezzin minareden hızla akşam ezanını okurdu. Bende büyüklerle iftar sofrasına otururdum. Biz çocuklar genellikle “ tekne orucu” tutardık. Tekne orucu çocuklara mahsus bir oruçtu. Genellikle yarım gün olurdu. Tam gün tutmuşsak, İftar vakti oruç tamamlanınca çocuklar büyüklerinin kucağında veya sırtta taşınarak ödüllendirilirdik. Ben de birkaç gez bu şekilde ödüllendirildiğimi anımsıyorum.
 
İftardan sonra büyüklerle birlikte biz de teraviye giderdik. Ama ben daha ziyade annemle beraber, hanımların gittiği Çilhane camiine giderdim.
 
Kasabamın Ramazan günlerini, Arasta Camiini, Caminin iyi yüzlü imamını, gür sesli mezinini, kaleden atılan topun sesini…daha nicelerini…tül bir perde arkasında görüyorum, yaşıyorum…O iyi insanları rahmetle anıyorum.  
 
Yüksel ALTUNER (1936-2020)  
 
(Bu yazı 5 Ağustos 2008 günlü Yeşil Niksar gazetesinde yayımlanmıştır.)

Bu haber 455 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum