Bir süreden beri Örnek Hayatlarıyla İslam Büyüklerini okumaktayım. Bir daha anladım ki, ihtiyacımız olan özel ve güzel örnekler onların hayatlarında olanca güzelliğiyle yaşanmış, çevrelerine de unutulmayacak örnekler vermiş, böylece İslamı yaşadıkları asırlara yayma hizmeti görmüşlerdir. Nitekim Bediüzzaman Hazretlerinin şu tarihi tespiti de bu gerçeğe işaret etmektedir:
-Eğer bizler İslamın güzelliğini bizzat yaşayarak göstersek, sair dinlerin mensupları bölük bölük İslama girecek, Müslümanlığa yakından ilgi duyacaklardır!
Demek ki bizler bugün çevremizdeki mütereddit insanların İslama ilgisini çekemiyor, Müslümanlık hakkındaki yanlış düşüncelerini düzeltemiyorsak, bu bir ölçüde yaşayışımızla İslamın güzelliğini gösteremeyişimizden, kusursuz İslamı kusurlu şekilde yaşayarak şaibe altında bırakışımızdandır demek, yanlış olmasa gerektir.
Bu sebeple okuduğum kitapta İmam-ı Azam Hazretlerinin hayatı boyunca aleyhtarları aleyhine konuşmama örneği vermesi, çevremizle ilgimizi kesmeme, irtibatımızı sürdürme adına önemli bir özel örnek diye nakletmek istiyorum. Sözü uzatmadan bu önemli özel örneği birlikte okuyalım izin verirseniz.
Büyük müfessir ve mutasavvıf Abdullah ibni Mübarek ile yine büyük muhaddis ve müctehid Süfyan-ı Sevri Hazretleri yaşadıkları Kufede karşı karşıya sohbet etmekteler. Bir ara Abdullah ibni Mübarek İmam-ı Azam Hazretlerinin hayret ve takdirini mucip olan bir halini sorar:
-Ya Sevri der, Ebu Hanife, Halife Mansurdan bunca eziyet gördü, zulmüne maruz kaldı, çevresinden de şahsı aleyhine layık olmadığı iddialar ortaya atıldı. Fakat Ebu Hanifenin bunlara karşı bir defa olsun aleyhlerinde konuştuğunu duymadım. Acaba Hazreti İmamın aleyhtarları aleyhinde konuşmasını önleyen bir husus mu vardır ki, aleyhtarları hakkında da olsa aleyhte konuşmuyor?
Bu önemli soruya, büyük muhaddis ve müctehid Sevrinin hepimizi düşündürmesi gereken cevabı şöyle oluyor:
-Ben Ebu Hanifeyi çok iyi tanırım. Kazandığı sevabını, gıybetini yaptığı aleyhtarlarına kaptıracak gazaplı kimselerden değildir! O, sevabını hep yanında muhafaza eder, aleyhtarlarının aleyhine konuşup da onlara kaptırma gafletine düşmez!.
İşte size, aleyhtarlarımızın dahi aleyhinde konuşmama, gıybetlerini yapmama, kazandığımız sevabımızı da onlara kaptırmama, onlarla irtibatı da kesmeme örneği!
Sevrinin sözü burada bitmiyor, devam ederek diyor ki:
-Bunca zamandır Hazret-i İmamın yakınında bulundum, tek cümlecik olsun aleyhtarlarının aleyhinde konuşup gıybetlerini ettiğini duymadım. Sorulara kesin cevap verir, doğruları dile getirmekte tereddüt etmez, ancak aleyhtarlarının gıybetini yaparak sevaplarını onlara dağıtacak duruma düşme örneği de vermez, irtibatı kesmez!
Nitekim bir defasında, başkaları sizin aleyhinizde konuşuyor, ama siz hiç onların aleyhinde konuşmuyorsunuz, şeklinde gelen bir soruya şu ayeti okuyarak cevap verdiğine şahit oldum.
- Bu benim değil, Rabbimiz dilediği kuluna verdiği bir fazlıdır!
Demek ki, bizim aleyhlerinde konuşarak gıybetini yaptığımız kimseler, mahşerde yakamıza sarılarak: Aleyhimize konuşup gıybetimizi yapmak suretiyle hakkımızı aldınız. Şimdi sevabınızı vermek suretiyle de hakkımızı iade ediniz, diyerek sevabımıza sarılacaklar orada.
Hazreti İmam, bundan dolayı aleyhtarlarının bile aleyhinde konuşmamış, gıybetlerini asla yapmamıştır.
Onun bu örnekliğini en sonunda anlayan aleyhtarları da nihayet insafa gelerek helallik dilemiş:
- Gerçekten de sen İmam-ı Azammışsın. diyerek Hanefi mezhebinin yayılmasına hizmet etmeye başlamışlar.
Hatta Hanefi mezhebinin çok yayılmasının bir sebebi de, Ebu Hanifenin, aleyhtarları aleyhine dahi konuşmayıp kucağını onlara hep açık tutmasıdır! denmiştir.
Ne dersiniz, aleyhtarların dahi aleyhine konuşmama, irtibatı kesmeyip kucağını hep açık tutma örneğinden bizlere de bir mesaj var mı? Bir düşünsek mi biz de?
AHMED ŞAHİN...
YORUMLAR