Reklam

Maraş'ın sarı saçlı kızı: Hatice

Tuzluçayır lisesinin ortaokul bölümünde tanımıştım onu. Sınıfta sıralar üçer kişilikti ama sıramız küçük olduğu için biz ikimiz yan yana oturuyorduk.

Maraş'ın sarı saçlı kızı: Hatice

Tuzluçayır lisesinin ortaokul bölümünde tanımıştım onu. Sınıfta sıralar üçer kişilikti ama sıramız küçük olduğu için biz ikimiz yan yana oturuyorduk.

Maraş'ın sarı saçlı kızı: Hatice
16 Eylül 2020 - 22:55



 İlk sorum “Nerelisin” olmuştu o da bana “Maraş’lıyım” demişti. Zaten Maraş katliamının üzerinden de bir buçuk yıl geçmişti.

 Ah Hatice. Sarı saçlı, üzüm gözlü, güleç yüzlü Maraş’ın sarı saçlı gülü Hatice. Küçük elleri vardı biliyordum. Yanımda kalemle deftere bir şeyler yazarken en çok da ellerine bakıyordum. Bir keresinde lades tutuşmuştuk onunla. O zamanlar şimdiki gibi gülüp eğlenebileceğimiz pek başka şeyler yoktu. Silgim yere düştüğünde benden önce yere eğilim silgimi bana vermişti. Ütülmüştüm Hatice’ye. Sevinmişti. Öyle bir gülmüştük ki yaramazlık yaptığımız için öğretmenimiz ikimize de kapının arkasında tek ayaküzeri durma cezası vermişti. Ladesten kaybettiğim kitabı ise tam 3 yıl sonra liseye giderken verecektim.

 1978 yılı aralık ayında Maraş’ta Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliamda, yüzlerce alevi canlar katledilmiş, hamile kadınların karnındaki çocuklara varılana kadar genç yaşlı çocuk denilmeden bir katliam gerçekleştirilmişti. Babam ve annemin gözü yaşlı ağlayarak haberleri izlediği günlerdi o günler. Bu katliam aynı zamanda 1993’te Sivas’ta gerçekleştirilecek diğer katliamında habercisiydi. 

 Örneğin nerden bilecektim ki, 1980 ve 1990’lı yıllarda aynı mahallede, aynı sokakta oturduğumuz Gülsün Karababa 1993’te, üstelikte memleketi Sivas’ta katil yobazlar tarafından yakılacaktı. Yine nereden bilecektim ki Tuzluçayır’da Süleyman Nazif İlkokulunda birlikte okuduğum Sait Metin yine aynı katliamda katledilecekti. 

  Hatice ve ailesi Maraş katliamından sağ kurtulup Ankara’nın yoksul gecekondu semtlerinden biri olan Akdere’ye yerleşenlerdendi. Babası ölmüştü Hatice’nin. Annesi, kardeşi ve kendisi Akdere’de bir gecekonduda oturuyordu.

 Lise eylemleri deyince ilk akla gelenlerden biridir 1980 Nisan ayında Turluçayır Lisesinde yaşananlar. Koridordan “Tüm sınıflar koridorlara, okulda eylem var” sesleri yükseldiğinde Tuzluçayır Lisesi Ortaokul 1. sınıf öğrencisiydim. 

 Yaklaşan 1 Mayıs'tan dolayı okulda bir hareketlilik vardı. Üstelik Denizlerin idam edilişinin yıl dönümü yaklaşıyor ve Maraş katliamı da belleklerimize iyice kazınmıştı. Aslında bu eylem Tuzluçayır’da yaşayan yoksul emekçi halkaların, ortaokul ve liseye giden çocuklarının Maraş katliamına olan öfkesinden biriydi.

 Okulun en üst katı slogan sesleriyle inliyordu. O sıralar bizi en çok Maraş katliamı etkilemişti. Televizyon ve gazetelerden gördüklerimiz gözlerimizin önünden gitmiyordu. En çok "Tek Yol Devrim, Maraş’ın hesabı sorulacak ve Kahrolsun Faşizm" sloganları atılıyordu. O günlerin en çok atılan sloganlarından biri de "Alevi Sünni dost olsun faşistler kahrolsun" sloganıydı.

 Daha sonra ağabeylerimiz küçük olduğumuz için bizi sınıflarımıza göndermişti. Okulu asker ve polisin çevirdiğini bir süre sonra dışarıdan gelen silah seslerinden anlamıştık. 

 Okul kuşatılmıştı ve okulun karşısında bulunan caminin minaresinden askerler tarafından taranıyorduk. Milli Güvenlik öğretmenimiz üniformalıydı ve asker şapkasını eline almış camdan dışarı sallıyordu. Belli ki "Ben buradayım bu tarafa doğru ateş etmeyin" demek istiyordu. Lakin kimsenin umurunda değildi. Camlar kırılmış, kırık cam parçacıkları üzerimize yağıyordu. Duvarlar delik deşik olmuştu.

 Yüzükoyun uzanmıştık yere. Kurşunlar birkaç metre yukardan, kafamızın üzerinden geçiyordu. Daha ilk günden itibaren aynı sırayı paylaştığım Hatice’yle yan yana uzanmıştık. Etrafımızda ağlayan, sızlayan, bağıran arkadaşlarımız vardı. 

 Bu arada cam kırıkları Hatice’nin kolunu kanatmıştı. Cebimden mendil çıkartıp sildim.

 Okulun ne kadar büyük bir ablukaya alındığını ve acımasızca tarandığını birkaç gün sonra duvarların ve camların delik deşik olduğunu gördükten sonra anlayacaktık. Epey bir zaman sonra askerler üst kata çıkmışlardı. Kapıyı tekme ile açtıklarında yüzükoyun yerde yatıyorduk. Askerler üzerimizde yürüyorlardı. Asker olan öğretmenimiz koşar adım oradan uzaklaşmıştı. 

 Koridorda sağa sola kaçışmaya başladık. Hatice’yle birbirimizi kaybetmemeye çalışıyorduk. Bir ara onlarca kişiyle birlikte küçücük bir tuvalete sıkıştırılmıştık. Hatice’nin elini bırakmıyordum lakin sol işaret parmağım kapıya sıkışmış kanıyordu. Hatice kanayan kolunu sildiğim mendili saklamış cebinden çıkartıp bana vermişti. Kan durmuyordu ama yapacak pek de fazla bir şey yoktu. Sol işaret parmağımdaki iz hiçbir zaman iyileşmeyecek ve hala bıçak kesmiş gibi parmağımın üzerinde belirgin biçimde duracaktı.

 Bir süre sonra okulun en altında bulunan spor salonuna indirilmiştik. Kolumuzdan ya da rast gele yerlerimizden tutarak bizi salona atıyorlardı. Alt alta üst üsteydik. Askerler üzerimizde geziniyor, dipçikle rast gele yerlerimize vuruyorlardı. Özellikle elebaşı olduğundan şüphelendikleri ağabeylerimizi tanınmayacak hale getirdiklerini görmüştük.

 Sıraya dizerek okul bahçe kapısından dışarı çıkardılar. Etraf kalabalıktı. Asker ve polisler çembere almıştı bizi. Belli ki aynı hareketlilik dışarıda da yaşanmıştı. Muhtemelen ailelerimiz, ana-babalarımızdı kapıda bekleyenler. 

 Menekşe Ananın (Menekşe Erbay) "İçerde çocuklarımız var, çocuklarımızı öldürecekler" diye bir arkadaşımızı korumaya çalışırken jandarma tarafından okul kapısında katledildiğini sonradan öğrenmiştik. Tuzluçayır Lisesinin duvarında kurşun delikleri yıllarca kaldı. Kuşlar yuva yaptı oyuklara. 12 Eylül faşizmi öç alırcasına tadilat yaptırmadı okula. 

 Tesadüf bu ya Hatice ile Meslek lisesinde yine beraberdik. Sadece bölümlerimiz farklıydı. Okul tam gün olduğundan sabahları ve teneffüs aralarında buluşuyorduk Hatice’yle. Öğlenleri evden getirdiğimiz yemekleri birleştiriyor okulun bahçesinde ya da civarında bir yer edinip birlikte yiyorduk.

 O sabah, ders saati geldiği halde okul müdürü ısrarla sınıfları içeri aldırmamıştı. Tüm okulun eksiksiz bir şekilde bahçede toplanmasını istemişti. Hatice’yi o sabah görmemiştim. Üstelik o’na o gün, ladesten kaybettiğim yaklaşık 70 sayfalık bir kitap verecektim. 

 Beden Eğitimi öğretmenimiz mikrofonun karşısına geçmişti. Hayatımda duyacağım en kötü haberlerden birini henüz lise birinci sınıfa giderken Beden Eğitimi Öğretmenimizden duymuştum. Öğretmenimiz Hatice’nin evinde ölü olarak bulunduğunu söylemişti. 

 Bir elimde defter ve kitaplarım, diğerinde ise öğlen Hatice ile yiyeceğim yemek ile ladesten kaybettiğim kitap vardı. Hepsi yere düşmüş öylece kala kalmıştım. Kimi silahla oynarken kendini vurdu dedi. Kimi Hatice’yi polisin vurduğunu söyledi. Bir var ki Hatice 12 Eylül faşizminin o karanlık günlerinde beyaz bir güvercin gibi uçup gitti. Hatice’ye vereceğim küçük kitap ise Dostoyevski’nin Beyaz Geceler isimli kitabıydı.

 Maraş katliamının üzerinden yıllar geçti. Maraş’ın sarı saçlı gülü Hatice’nin de. Bize düşen o gün yitirdiğimiz canları yeniden anıp yeniden anımsatmaktır. Geriye kalan ise bir kitap, parmağımda kanını Hatice’nin sildiği derin bir çizik ve bir arkadaş özlemi. Hiç ölmemişçesine.
// Veli Bayrak // Veli Bayrak

Not: Hatice’nin bende vesikalık bir resmi vardı. Yıllarca sakaldım onu ama 90’lıyıllarda kaybettim. Geçtiğimiz sene bir haber geldi yurt dışından. O yıllarda Fen Bilgisi öğretmenimizdi beni arayıp bulan. Bir resim gönderdi bana. İçinde Hatice’nin de resmi olan. Bu yazıyı daha geniş biçimde “Oğluma öldüğümü söylemeyin” isimli kitabımda yazmıştım. Hatta sosyal medyada da değişik zamanlarda paylaşmıştım. Ama şimdi bir kez daha paylaşıyorum. Resimle de olsa yazıyı Hatice’yle buluşturmak için..

Bu haber 2538 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum