Reklam
Reklam

OSMANLI ÇÖKTÜ.! NEDEN ? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ? BUYRUN SİZE KISACA ÇÖKÜŞ FİLMİ!!!

Son on yıldır ülkemizde alttan alta Osmanlıcılık akımı işlendi. Son seçimlerden sonra açıkça uluslararası toplantılarda telaffuz edilmeye başlandı. Dışişleri Bakanımız bu akımın/politikanın savunucusu oldu. Bu politikaları gündeme getirince “komşularımızla sıfır sorun” söylemi bütün komşularla probleme dönüştü.

OSMANLI ÇÖKTÜ.! NEDEN ? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ? BUYRUN SİZE KISACA ÇÖKÜŞ FİLMİ!!!

Son on yıldır ülkemizde alttan alta Osmanlıcılık akımı işlendi. Son seçimlerden sonra açıkça uluslararası toplantılarda telaffuz edilmeye başlandı. Dışişleri Bakanımız bu akımın/politikanın savunucusu oldu. Bu politikaları gündeme getirince “komşularımızla sıfır sorun” söylemi bütün komşularla probleme dönüştü.

OSMANLI ÇÖKTÜ.! NEDEN ? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ? BUYRUN SİZE KISACA ÇÖKÜŞ FİLMİ!!!
02 Kasım 2019 - 09:08

 
Kuzey Afrika ülkeleri, Mısır, Ürdün, Suriye, Irak gibi ülkeler de “biz Osmanlı istemiyoruz” dediler. Arap ülkelerinin tarih kitaplarından çıkarılan Osmanlı aleyhtarı metinleri tekrar tarih kitaplarına koydular. Fransa’nın “Ermeni soykırımı yasa tasarısı” bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Osmanlı hayranlığını topluma empoze etmeye çalışanlar televizyonda yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin etkisinden faydalanıyorlar. Osmanlılar, hanım sultanlar konusunda cilt cilt kitaplar yazılıyor, ama hemen hepsi “Muhteşem Yıllar”a ait. Çöküş dönemine ait incelemeler yok denecek kadar az. Bu “sevimsiz konuda yazmak ciddi tarihçilerimize ve cumhuriyetçi yazarlara düşüyor. O muhteşem yıllarda Anadolu’daki Türkmenlerin niçin ayaklandığı incelenmez, yazılmaz. Hele hele Osmanlının son 150 yıldaki ekonomisini hiçbir tarihçi ve ekonomistimiz incelenmek istenmez. Şu ibret öyküsünü hiç unutmayın. 1878 yılında kurulan Bulgar Prensliği şeklen Osmanlı İmparatorluğuna bağlıdır. Prens Sultan Abdülhamit’in yaveri ünvanını taşır.1890’larda İstanbul’a gelen Bulgar Prensi Ferdinant İstanbul’un her yanını saran yabancı şirketleri görünce “sizde hiç milli şirket yok mu?” diye sorar. Üç tane olduğunu öğrenir, şaşırır. Ülkesine dönünce milli şirketler kurmaya başlar ve 155 şirket kurar. 20 yıl sonra Bulgar ordularının Çatalca’ya kadar gelmesine şaşmamak lazım.
Gelelim ana soruya. Osmanlı’nın yıkılışının ana nedenine. Bilimin medreselerden çıkışı çöküşün temel nedenidir. Kısa sürede ulema bilime yabancılaşmış, fenle ilgili çalışmalara “gavur icadı” diye karşı çıkmıştır. İkinci Bayezıt devrinde İran’a hâkim olan Şah İsmail ile başlayan çekişme Anadolu’nun inanç yapısını değiştirmiştir. Çoğunlukla Bektaşi-Râfızi olan Türkmenler hızla Erdebil’den etkilenmişlerdir. Sultan Selim ve Sultan Süleyman, dönemlerinde ortodoks sünni düşünceyi hâkim kılmak için büyük çaba göstermişlerdir. Dördüncü Murat döneminde yaşamış Koçi Bey ünlü layihasında ulema sınıfının yozlaşmasından bahseder. Daha doğar doğmaz insanlara ulema sıfatı verilir ve beşik uleması sınıfı ortaya çıkar. Sultan Abdülhamit “Siyasi Hatıralarım” adlı kitabında “bizim ulema çok tutucu, değişime karşı çıkıyor, bu yüzden Mısır’daki El-Ezher öne geçti” der. Abdülhamit bu yüzden softaları sevmez. Ülkede çağdaş eğitim veren çok sayıda okul açar ama çok geç kalınmıştır. Japonlar 1888 yılında 4 yıllık mecburi eğitime geçerken Osmanlı çok geride kalır. Üstelik nufusun önemli bir bölümünü oluşturan gayrimüslim nufus ya kiliselerinde kurulan okullarda ya da ABD’nin açtığı kolejlerde hızla eğitilir. Ünlü Boğaziçi Koleji açıldıktan yirmi yıl sonra ilk Müslüman öğrenci mezun olur. Okul yönetimi Bulgaristan’ı kuranların ve diğer Balkan Devletlerini yönetenlerin okullarından mezun olmasıyla öğünürler. İç isyanlar sırasında ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında arama yapılan diğer Amerikan okulların birer cephanelik ve silah deposu çıkmasına da şaşırmamak gerekir.
1913 yılı Eylül ayında Doğu Anadolu bölgesinde Vilayât-ı Sitte denen altı ilimizde (Şu an yirmi ili kapsayan bölge) 150 Osmanlı okulunda 17 bin öğrenci okurken, gayrimüslim ve Amerikan okullarında 82 bin öğrenci okuyordu.
Avrupa karşısında ilk yenilgilerimiz 1600’lü yıllarda başlar. Toplarımız, topçularımız yetersizdir. Gavur toplarının atış sayısı bizimkileri geçmiştir. Yivli top üretiminde yokuz. Tüfek yapımında da durum farklı değildir.1683 teki Viyana kuşatmasında aldığımız ağır yenilgi Osmanlı yöneticilerinin değişen dünyayı göremediğimizin bir göstergesidir. Avrupa’da ulus devletler güçlenmiştir. Fransa artık Almanya’nın düşmanı değildir, İspanya çökmektedir. Osmanlı Ordusu teknik yönden zayıflamaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu en güçlü zamanlarında bile eskilerin deyimiyle iyi berkitilmiş kaleleri alamamıştır. Rodos, Belgrad kaleleri zorlukla ele geçirilmiştir. Birinci Viyana ve Malta kuşatmaları bu yüzden başarısız olmuştur. Havan topunu geliştiren, Macaristan’dan top döküm ustaları getiren Fatih Sultan Mehmet dönemi geride kalmıştır. Galata sırtlarında Takiyüddin tarafından kurulmuş olan rasathane önce 1577 deki kuyruklu yıldız, sonra çıkan veba salgını bahane edilerek ve bir kısım ulemanın meleklerin eteklerinin altı gözleniyor demesiyle, dönemin Şeyhülislamı Kadızade Ahmet Şemseddin Efendinin fetvasıyla 1584 yılında denizden top atışıyla yıktırılmıştır.
Rasathane yıkımının denizciliğimize de olumsuz etkileri oldu. Kadırgadan kalyona geçemeyişimizin bedeli dünya ticaretindeki yerimizi kaybetmemiz oldu. Ne zaman Kızıl Denize açılsak az sayıdaki Portekiz kalyonlarına yenildik. Piri Reis’in idamı bu gerçeğin sorgulanmasını engelledi. Ardından görevlendirilen Seydi Ali Reis’in durumu da pek farklı olmadı. Hint limanlarına zorlukla sığınabilen Seydi Ali Reis üç yıl süren kara yolculuğundan sonra İstanbul’a dönebildi. Bunun öncesi de var. İstanbul’u kuşatan Osmanlı Donanması Venedik’in yardım için gönderdiği üç kadırganın Haliç’e girmesini engelleyememişti.
Topçuluğumuz ve denizcilikteki gerilememizin bedelini Kırım’ı kaybederek ödedik. 1768 yılında Rusya ile başlayan savaş 1774 yılında Kırım’ın kaybıyla sona erdi. Rusya İngiltere ve Hollanda’dan aldığı gemilerle donanmasını güçlendirmişti. Osmanlı yöneticileri Rus donanmasının Akdeniz’e inebileceği hiç düşünmezler. Bu konuda gelen haberlere kulak asmazlar. Rus Donanması Ege adalarına gelip, Mora yarımadası ve adalardaki Grekleri isyana teşvik edinceye kadar kimse uyanamaz. 30 gemilik Osmanlı ve Rus Donaması Çeşme yakınlarındaki Toprak adası civarında gün boyu savaşırlar ( 5 Temmuz 1770).Osmanlı amirali usta denizcilerin uyarılarına kulak asmaz, donanmayı Çeşme limanına çeker. Amiral Çeşme sırtlarındaki topçu bataryalarına güvenmektedir. Rus donanmasına İngiliz subaylar danışmanlık yapmaktadır. Subayların önerisiyle içi yanıcı maddeler dolu kayıklar ateşe verilip limana yönlendirilir. Yanaşık düzendeki Osmanlı kalyonları tutuşur. Tayfaların ve askerlerin çoğu karadadır. Osmanlı donanması kısa sürede yanar. Liman girişindeki bataryalarımızın hiç bir etkisi olmaz, zira Rus gemilerine tek bir mermi isabet etmez. Uzun süre Rus donanmasının Baltık denizinden geldiğine inanılmaz, gizlice boğazlardan geçtikleri söylentisi halk arasında dolaşır.
Bütün bu olumsuz gelişmeler nedeniyle 1773 yılında batı tarzındaki ilk yüksek okul olarak 1773 yılında topçu okulu kurulur; Mühendishane-i Berri Hümayun. Bu tarih İTÜ’nün kendine kuruluş yılı olarak seçtiği tarihtir. Ders veren öğretmenlerin yabancı olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Bu okul bir kaç kez kapanır, açılır. Ordu ve ulema askeri alandaki bu yeniliklere karşı çıkarlar. Ordu mensupları esnaflaşmıştır. Kendi deyimleriyle yaptıkları talim “palaya kılıç sallamak ve testiye kurşun atmaktır”. Padişah Üçüncü Selim’in batı orduları gibi sürekli talim yapacak, modern ordu kurmak ister ama ulema destekli yeniçeri ayaklanması sonucu öldürülür. Padişah İkinci Mahmut’un çabaları da isyanla neticelenir, ama sonucu topçu birlikleri tayin eder. Padişahı destekleyen topçu birlikleri yeniçerilerin sonunu getirir. Fakat Osmanlı ordusuz kalmıştır (Haziran 1826). Mora isyanı zorlukla bastırılmıştır. Donanmamız Mora’ya özerklik verilmesini isteyen Rus, İngiliz ve Fransız donanmaları tarafından yakılır (20 Ekim 1827). Doğru dürüst ordusu olmayan Osmanlı Rusya ile yaptığı savaşı kaybeder, Ruslar Edirne’ye kadar gelir, şehri ele geçirir. İkinci Mahmut ve sonra gelen padişahların çabaları sonuç vermez. Kapütülasyonlar ve 1838 de İngiltere ile yapılan ticaret sözleşmesi sonucu ekonomi çökmüştür. Süreç Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik kontrolünün emperyalist devletlerin ellerine geçmesine kadar uzanır. Modern ordunun kurulması ve sonrasında başta Askeri Tıp Fakültesi, Harbiye, Veteriner mektebi gibi okullara karşı ulemanın tepkisi hepsini gavur diye nitelendirmek olur. 31 Martta isyan eden askerler subaylarına “Padişahtan yana mısın? Cemiyetten yana mısın?”diye sormazlar. Direk mektepli misin? Alaylı mısın? Diye sorarlar. Mektepli olan düşmandır. Mekteplileri hemen öldürürler. Bu çatışma günümüze kadar gelmiştir ve hala devam etmektedir.
1800’lü yıllardan sonra ülkemize gelen yabancı seyyahların anılarında Müslüman köylerin viraneye benzediğini, köylülerin yoksulluk içinde olduğunu, gayri Müslim köylerin daha varlıklı ve bakımlı olduğunu yazarlar. Bunun iki sebebi vardır. Gayri Müslimlerin okullaşma yüzdesi Müslüman nufustan çok fazladır. Diğeri ve daha önemlisi 1600’lü yıllarda Anadolu’da çıkan Celali İsyanları ekonomik düzeni alt-üst etmekle kalmamış, merkezi idarenin çökmesine ve yerel iktidarın ayanlara geçmesine sebep olur. Vergi sistemi de bozulmuştur. Hazine para bulmak için temel vergi olan aşar vergisini peşin para karşılığı mültezimlere satmaya başlar. Mültezimler köylünün elinde ne varsa alırlar, köyler kendini yenileyemez ve yeni tarım araçlarına ulaşamaz.
Gezginlerin dile getirdiği başka bir şikâyet konusu da yol olmayışıdır. Anadolu’da yol yok desek yeridir. Tren hatları azdır. Şose yol yok denecek kadar azdır. Toprak yollarda deve kervanlarıyla, manda arabalarıyla yük ve yolcu taşınırdı. Düşünün yağmurda, karda çekilen sıkıntıları düşünün. Balkan Savaşı’nı belirleyen Lüleburgaz Savaşını ordumuz açlıktan kaybeder. Yol olmadığı için askere erzak ve mühimmat gönderilemez. Birinci Dünya savaşını niye kaybettik diye düşünmeyelim. Gezginler bir bölgede kıtlık olsa yolların yetersizliğinden gıda maddeleri getirilemezdi diye yazarlar.
Yirminci yüzyılın başında başta sıtma, frengi gibi hastalıklar Anadolu’yu kasıp kavurur. 1928 yılında Sağlık Bakanımızın frengili nufusun yüzde beşe düştüğünü müjdeler. Cumhuriyet Hükümetlerleri sıtmanın kökünü kurutmak için bataklıkları kurutup, frengiye, trahoma, şark çıbanına karşı savaş açar, ve başarır.
Bulgar Prensi Ferdinant milli şirketler kurup ülkesini güçlendirirken biz neyimiz varsa yabancılara verdik. Ülkemizde milli şirketler kurma politikası İttihat ve Terakki Cemiyeti ile başlayıp aydınlanma önderi Atatürk ile devam etti. Bugün Atatürk’e saldıranların alternatif olarak Osmanlı’yı sunuyorlar Bilimsel özerkliği, TÜBA’yı boşuna dümdüz etmiyorlar. Boşuna üniversiteleri yüksek liseye çevirmek istemiyorlar. Yukarıda sözünü ettiğimiz her yeniliğe karşı çıkan ulemanın soyundan geliyorlar. Atatürk ve aydınlanmacı cumhuriyetin karşıtı yeni ulema, yeni muhafazakârlar Osmanlının son döneminde olduğu gibi fabrikaların, limanların, bankaların, sigorta şirketlerinin, sigara ve içkinin, içme sularımızın kısaca tüm iç ticaretin ve dolayısıyla ülke ekonomisinin yabancıların elinde olmasından, Osmanlı’da olduğumuz gibi gırtlağa kadar borç içinde oluşumuzdan zerre kadar rahatsızlık duymuyorlar. Eski ulema Osmanlı’yı batırmıştı. Yeni ulemanın niyeti de cumhuriyetimizi yıkmak.Ekrem Hayri peker


Fotoğraf açıklaması yok.

Bu haber 869 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum