DEDEMİN SECCADESİ
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

DEDEMİN SECCADESİ

03 Nisan 2023 - 16:57


 
Necdet Topçuoğlu
 
Topçuoğlu sülalesinin 1800’lü yıllarda, Ordu-Akpınar’daki tekke ve zaviyelerde mollalık yaptıkları bilinmektedir. Bu nedenle ailemiz mütedeyyin bireylerden oluşmaktadır. Rahmetli dedem namazını hiç aksatmaz, ibadetlerini elinden geldiğince yerine getirirdi. Ailemiz koyunculuk yaptığı için yaz mevsiminde yaylaya göç ederdik. Koyunculuk yapan ailelerin evinde namaz postu hiç eksik olmazdı. Bu nedenle dedemin seccadesi, siyah-beyaz ala koyun postundan yapılmıştı. Namazını kıldıktan sonra, ahşap duvara çakılmış bir çivi vardı oraya asardık. Babaannemin namaz postu ise ayrı idi. O da beyaz koyun postundan yapılmıştı.
 
Benim çocukluğum 14 yaşıma kadar yaz aylarında yaylada geçmiştir. Yaylada dedem ve babaanneme yardımcı oluyordum. Odunumuz bitince dedemle birlikte ormana giderdik. Kış mevsiminde kar yüküne dayanamadığı için kırılan ağaçlardan odun yapar, eve taşırdık. Ancak ormandan odun toplamak, ağaç kesmek yasaktı. Herkesin korkup titrediği ormancı Haydar vardı, dedem ona kolcu derdi. Kendisi odun toplarken beni yüksek bir yere gözcü olarak bırakırdı. Kolcu Haydar’ı görürsen bana ıslık çalarak haber ver diye tembih ederdi. Kolcu Haydar amca yeşil elbisesiyle her defasında beklenmedik bir yerden çıkarak bizi yakalardı. Dedemin baltasını alır, iki kilo tereyağı ceza keserdi. Bu cezanın bir makbuzu belgesi yoktu. Haydar amca tereyağını kendisine alıyordu.
 
Rahmetli dedem tam bir doğa hayranı idi. Dere kenarında abdest alır namazını yeşil çayırda kılmayı tercih ederdi. Abdest alırken ben onu izlerdim. Suyu aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıya avuçlayarak alırdı. Bir defasında dede neden öyle yapıyorsun, su eline az geliyor diye sormuştum. Oğlum Peygamber efendimiz de abdest alırken, su ziyan olmasın diye suyu yukarıdan aşağıya avuçlayarak alırmış. Onun için bu bir sünnettir derdi. Dede burada senin namaz postun yok, namazını evde kılarsın dediğimde, yok oğlum gökyüzünün altındaki her yer cami, çayırlar namaz postu derdi. Topçuoğlu Abdurrahman Efendi Hoca, Cuma vaizlerinde öyle söylüyor diye açıklama yapardı.
 
Babaannem de ibadetine düşkündü. Koyunların yününden ip eğirir, onları kök boya ile boyar, usta kadınlara namazlık dokuturdu. Benim çocukluk yıllarımda camilerin kapıları daima açık olurdu. Babaannem dokuttuğu namazlık kilimleri yüklenir, kimse görmeden birlikte camiye serer gelirdik. Ana niye kimse görmeden yapıyoruz diye merak eder sorardım. Oğlum yaptığın hayrı kimse görmezse sevabı çok olurmuş derdi. Şimdi o yıllardan camilerde halıların, ayakkabıların çalındığı, bağış kumbaralarının soyulduğu, toplanan bağışların yürütüldüğü döneme geldik. Din aynı din olduğuna göre, bu savrulmanın sebebinin ne olduğu araştırılmalıdır.
 
Rahmetli dedem ömrünün son yıllarında kanser hastalığına yakalanmıştı. Üniversite de öğrenci olduğum yıllarda onu Ahmetler Caddesindeki, Ahmet Antiçen Hastanesine götürmüştüm. Bizimle kaldığı birkaç gün içinde onu elimden geldiğince ağırlamak, memnun etmek istiyordum. Bacağı topal olduğu için, abdest almakta zorluk çekiyordu. Abdest suyunu ısıtıyor, leğende abdest almasına yardımcı oluyordum. Ancak bizde namaz postu yoktu. Hacca giden aile dostlarımızın getirdiği seccade vardı. Seccadeyi kıbleye göre serdim ve namazını kıldı. Oğlum o yıllarda daha 6 yaşındaydı. Namaz kılarken dedemle birlikte eğilip, kalkıyor bunu adeta bir oyun olarak algılıyordu. Mani olmaya çalıştığımda bana, dokunma çocuğa diye seslendi. Yüce yaratan bana torunumun çocuğunu görmeyi nasip etmiş buna nasıl şükretmem diye söylendi.
 
Namazını kıldıktan sonra, seccadeyi inceledi ve katladı. Baba beğendiysen senin olsun dedim. Oğlum çok güzel ama burada kalsın, biri daha gelir namaz kılar, ben posta alışmışım dedi. Şimdi bunu kaldır yerine koy, ayakaltında kalmasın diye tembihledi. Bir sonraki gün dedeme Ankara’yı gezdirdim. Hacıbayram Camisinde öğle namazını birlikte kıldık. Daha sonra Çankaya’ya çıktık Ankara’yı yüksekten görünce çok şaşırdı. İlk sorduğu soru, oğlum bu kadar insanın atıkları nereye akıyor demek oldu. Denizlere gidiyor deyince çok üzüldü. Sonra Anıtkabir’e gittik, Atatürk’e fatiha okudu. İsmet İnönü’nün mezarını görünce, işte bu olmamış, keşke başka yere koysalardı dedi. Aslında İsmet İnönü’nün tek parti dönemine karşıydı. Demokrat Parti ve Adalet Partisi siyasetini beğeniyor, oyunu hep o çizgide kullanıyordu.
 
Anıtkabirden ayrılırken İkindi Namazı vakti olmuştu. Anıtkabir’in çimlerine bayılmış, orada namaz kılmak istemişti. Ancak kurallar katı olduğu için izin vermediler. Ben de onu Seymenler Parkına götürdüm. Orada namazını kılarken park bekçisi düdük çalarak geldi. Yasak kardeşim burası cami mi diye çıkıştı. Bekçiyi yalvar yakar zor ikna ettim. Eve gelince, gözünü seveyim köyümün, burada çayırda namaz kılmaya bile izin vermiyorlar diye sitem etti. Dedemin Ankara’ya son gelişi olmuştu. Ankara’dan mutlu ve memnun ayrılmıştı. Oğlum bana çok iyilik ettin Allah seni Peygamber Efendimize komşu yapsın diye dua etmişti. Mütedeyyin Anadolu insanı böyledir. Beklentisi yoktur. Onların samimi dindarlıkları ile namaz kılacakları seccadeyi bile elinden alıp, siyaset malzemesi yaptılar. Bu din ve dindarlar, böyle bir zulüm görmemiştir.
 


 

Bu yazı 415 defa okunmuştur .