Necdet Topçuoğlu
Emekli Müsteşar
Sayıştay Uzmandenetçisi
GİRİŞ:
Tarım ekonomisinin Türkiye ekonomisi içindeki yeri ve önemini, ekonominin tabi dengeleri içinde değerlendirmek gereklidir. Tek başına tarıma dayalı ekonominin ülke kalkınması için yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu sebeple tarımsal üretimde temel hedef, ülke insanlarını yeterli ve dengeli bir biçimde beslemek, diğer bir ifade ile kendi kendine yeterli olmaktır. Ancak Türkiye, nüfusunun az olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarında kendi kendine yeterli olma fonksiyonunu yerine getirmesine rağmen, son yıllarda bazı ürünler için artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiştir.
Türkiye’de sanayinin gelişmesine paralel olarak , tarımın genel ekonomi içindeki payının azalmasını doğal karşılamak gerekir. Ancak mevcut tarımsal üretimin, ülke tüketimi ve dış satım imkanları dikkate alınarak tutarlı bir tarım politikası çerçevesinde planlanması gerekli görülmektedir.
Genel olarak tarım politikaları, diğer sektörlerde izlenen politikalardan farklı özellikler taşımaktadır. Bu durum tarımın karekteristik yapısından kaynaklanmaktadır. Örneğin; tarımda alınan politik kararlar sonuçları akşamdan sabaha alınabilecek kararlar değildir. Tarım sektöründe alınan kararların olumlu yada olumsuz neticeleri yıllara yayılmış olup, en az on yıl gerekmektedir. Türkiye bu örneği en acı şekilde yaşayan ülkelerden biridir. 1980’li yıllarda hayvancılık sektöründe alınan yanlış kararların olumsuz sonuçları 1990’lı yıllarda en ağır şekilde kendisini hissettirmiştir. Bu sorun halen devam etmektedir. Sabırla sürdürülebilir politikalar izlenmediği takdir de daha yıllarca sürecek gibi görünmektedir.
Tarım sektörünün bugün içinde bulunduğu olumsuz koşullara yıllardan beri izlenmekte olan yanlış politikalar sebebiyle gelinmiştir. Değişik dönemlerde sorumluluk alan yöneticiler uzun vadeli çözümleri çıkarları açısından göze alamadıkları için hep kendi dönemlerini kurtarmaya çalışmışlardır. Diğer taraftan bu sektörde sorumluluk alan kadroların görev ömrü köklü tedbirleri alabilecek kadar uzun olmamıştır. Her gelen yönetim rutini takip ederek sorunların çözümünü ertelemeyi tercih etmişlerdir. Bugün sektörün içinde bulunduğu kronik yapı, sorunların yıllarca ertelenmesinden kaynaklanmaktadır.
Bir ülkenin ekonomik yapısı içinde diğer sektörlerin durumu kötü giderken, tarım sektöründe olumlu gelişmelerin olmasını beklemek mümkün değildir. Ülke ekonomisinde her sektör kendi içinde ve diğer sektörlerde meydana gelen olumlu yada olumsuz olaylardan etkilenmektedir. Bu sebeple, tarım sektöründe ele alınacak yeniden yapılanmanın, ülkenin genel idari ve hukuki yapısının yeniden düzenlenmesi içinde ele alınması gerekli görülmektedir. Ancak bugüne kadar ne akademik düzeyde nede siyasi çevrelerde statükoyu aşarak reformist anlamda bir tarım politikası ortaya konulmamıştır. Yapılan çalışmalar sektörün yeniden yapılanması yerine, genellikle alt sektörlerde bazı iyileştirmelerin yapılmasını kapsamaktadır. Halbuki sektörün içinde bulunduğu durum radikal ve köklü değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Sektörün içinde bulunduğu durum aşağıda alt başlıklar halinde incelenmiştir.
A- TARIM İŞLETMELERİNİN YAPISI
Cumhuriyetin ilk yıllarında toprak dağılımı yönünden ülkenin yapısına bakıldığında toprak ağalığı egemenliği söz konusu idi ve toprak reformu yapılması ses getiren bir politika olarak görülüyordu. Ancak geçen zaman içinde Medeni Kanunu’umuzdaki miras hükümleri sebebiyle işletmeler sürekli bölünerek %80’i ekonomik büyüklüğün altına düşmüşlerdir. Bugün, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde feodal yapı hariç tutulursa büyük toprak sahipleri kalmamıştır. Türkiye’de 2000’li yılların en büyük toprak ağası elinde bulunan topraklar itibarıyla Devlettir. Devletin elindeki topraklar üretime kazandırılması için üreticilere dağıtılmalıdır.
Gelişmiş ülkelerde işletme bütünlüğü kutsaldır bölünmez ve bütünlüğün korunması yasalarla güvence altına alınmıştır. Türkiye’de ise mülkiyet hakkı katsaldır dokunulamaz, bu dokunulmazlık yasarla güvence altına alınmıştır. Miras hukukundaki hükümler sebebiyle bölünerek kullanılamaz hale gelen, işletme özelliğini kaybeden işletmeler hakkında yasal engeller sebebiyle hiçbir tedbir alınamamaktadır. Buna rağmen hiçbir siyasi partinin programında tarım işletmelerinin ekonomik büyüklüğe kavuşturulacağına dair bir ifade bulunmamaktadır.
Bu sebeple, gerekli kanuni düzenlemeler yapılmadan üretimin ve verimliliğin artırılması mümkün görülmemektedir.
Osmanlı döneminde bile toprakların kullanılmasının mevcut sistemden daha iyi olduğunu söylemek mümkündür. Osmanlı sisteminde topraklar Has, Zeamet, Timar olmak üzere üçe ayrılıyordu. Bunların her birinin kişilere tahsisi ve işletme şekli koşullara bağlanmıştı. Bu topraklar koşulları yerine getirmeyenlerden geri alınarak daha uygun birine tahsis edilerek üretimin düşmesine fırsat verilmiyordu.
Mülkiyet hakkının kutsal olduğu ülkemizde bile işletme büyüklüğünün korunması mümkündür. İsrail Devleti bu konuyu ortakların mülkiyetinde tarımsal işletme ortaklıkları kurarak çözmüştür. Bir işletmenin ekonomik büyüklüğü arazinin sulu, yada kuru olmasına, ekilen ürünün çeşidine ve elde edilen gelire göre değişmektedir. Türkiye’de bu hesaplamalar ve çalışmalar henüz yapılmamıştır. Bu sorunların çözümüne yönelik öneriler tutarlı bir tarım politikasının en önemli ayaklarından biridir.
B- ARAZİ KULLANIM PLANLAMASI:
Türkiye’de tarım toprakları yapısı ve özellikleri itibarıyla yeterince bilinmemektedir. Halen sulama potansiyeli olan toprakların tamamı sulanamamaktadır. Bu durum yıllardır sulama yatırımlarına gerekli kaynağın ayrılmamasından ileri gelmektedir. Arazi kullanma planlaması bir nevi toprağın kullanma kılavuzudur. Herhangi bir mağazadan alınan bir beyaz eşyanın satışında müşteriye o eşyanın nasıl kullanıldığına dair bir kullanma kılavuzu verilmektedir.
Ancak tarımsal üretimin en temel unsuru olan topraklarımızın halen bir kullanma kılavuzu bulunmadığı gibi, topraklarımız erozyona karşı korunamamaktadır.
C- TARIMSAL ÜRETİM PLANLAMASI:
Tarımsal üretim planlaması; bir ülkede tarımsal üretim faaliyetlerinin iç tüketim, stoklar ve dışsatım imkanları dikkate alınarak yapılmasıdır. Üretim planlamasının en önemli ayağı “Agro Ekolojik Zon” dur. Diğer bir ifade ile Tarımsal iklim alanlarıdır. Buna göre her ürün kendi ekolojisine uygun alanlarda yetiştirilmeli ve bu alanların dışına çıkılmamalıdır. Örneğin fındık ürününün doğal ekolojisi Ordu, Giresun ve Trabzon illeridir. Halbuki yıllardır uygulanan yanlış destekleme politikaları sebebiyle fındık üretimi Artvin, Samsun, Sinop, Zonguldak, Bolu ve Adapazarı illeri başta olmak üzere toplam 51 ile yayılmıştır.
Fındık ekiliş alanları özellikle mısır, sebze ve kızılağaç alanlarının aleyhine gelişmiştir. Dünyanın 500 bin ton fındık tüketimi varken sadece Türkiye’nin yıllık 750 bin ton fındık üretimi söz konusudur. İç tüketim ve dış satım fazlası fındık stoklarda bekletilmektedir. Halbuki Türkiye’de yem sanayinin temel hammaddesi olan 4 milyon ton mısıra ihtiyacı vardır. Mısır üretiminin yetersizliği sebebiyle özellikle hayvancılık ve tavukçuluk işletmeleri krize girmiştir. 30 yıl öncesinde olduğu gibi Samsun, Adapazarı ve Bolu illerinde mısır ekilişi teşvik edilmelidir. Karadeniz bölgesinde fındığa alternatif ürünler başta mısır olmak üzere kivi ve kızılağaçtır. Bunların hiçbirisi tek başına alternatif değildir. Her birinin uygun alanlar için tavsiye edilmesi gerekir.
Türkiye her yıl 100 bin ton kuru çay stoku ile kampanya dönemine girmektedir. Çay plantasyonları kızılağaç ormanlarını yok etmiştir.
Tütün, Şekerpancarı ve pamuk üretiminde de yanlış destekleme politikaları sebebiyle stok’a üretim yapılmaktadır. Halbuki Türkiye’nin bitkisel yağ açığı bulunmaktadır. Bitkisel yağ açığının giderilmesi için, ayçiçeği, mısır, soya gibi endüstri bitkilerinin ekilişleri teşvik edilmelidir.
Tarımsal üretim planlamasının ikinci ayağı ise Pazar için üretim yapılmasıdır. Piyasanın talep etmediği ürünlerin ekilmesine müsaade edilmemelidir. Örneğin Almanya’da üretim planlaması çerçevesinde her ürünün ekiliş alanı ruhsatlandırılmaktadır. Ruhsatsız ekime müsaade edilmemektedir.
D- ÇİFTÇİ KAYIT SİSTEMİNİN TUTULMASI:
Avrupa Birliğine girme arzusunda olan Türkiye’nin en büyük dezavantajlarından biride kırsal kesim nüfusunun yüksekliğidir. AB’ne dahil 12 ülkenin kırsal kesim nüfusu 30 milyon iken tek başına Türkiye’nin kırsal kesim nüfusu 25 milyonun üzerindedir. Ancak kırsal kesimde yaşayan nüfusun özelliklerine göre tasnifi zorunludur. Ürettiklerini sadece aile tüketiminde kullanan Pazar için üretim yapmayan insanlar köylüdür. Köylülük sosyal bir terimdir. Bu sebeple bu kesimin problemleri sosyolojik problemlerdir. Ve çözümü sosyal politikalarla yapılmalıdır.
Ancak kırsal kesimde yaşayan ve toprak sahibi olan, veya yeteri miktarda toprak kiralayan, üretim yapan, girdi kullanan üretimini pazarda satan, yaptığı işin muhasebesini tutan insan kesimine de çiftçi denir. Çiftçilik ekonomik bir terimdir. Bu kesimin problemleri ekonomik problemleridir. Bunların çözümleri de ekonomik politikalarla yapılmalıdır.
Yapılan bu tanıma göre kırsal kesim nüfusu tasnif edilirse bu nüfusun ne kadarının sosyal fonlardan destekleneceği, ne kadarının gerçek çiftçi olduğu ortaya çıkarılacaktır. Buna göre gerçek çiftçi olanlar kayda alınmalı kendilerine çiftçilik belgesi verilmelidir. Böylece çiftçiler için alınacak ekonomik tedbirlerden hiçbir karışıklığa meydan vermeksizin sadece çiftçilerin yararlanması mümkün olacaktır. Diğer taraftan AB’nin uygulanmasını istediği “Doğrudan Gelire Destek Primi”nin ödenmesi de sağlıklı bir çiftçi kayıt sisteminin tutulmasına bağlı bulunmaktadır.
E- BİTKİSEL ÜRETİM :
Türkiye bulunduğu coğrafya, sahip olduğu iklim kuşağı ve toprak özellikleri itibarıyla çok çeşitli bitkisel üretimin yapılmasına uygun bir ülkedir. Ancak bu çeşitliliğin ekonomik boyutu dikkate alınarak üretimin planlaması bugüne kadar mümkün olmamıştır. Türkiye hububat üretimi bakımından dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir. İstatistik verilerine bakıldığında 21 milyon ton buğday üretimimiz olduğu görülmektedir. İster tüketimden gidilsin, ister uzay fotoğrafları değerlendirilsin bu rakam en iyi ihtimalle 16 milyon tonu geçmemektedir. Dolayısı ile mevcut istatistiki bilgilerin güvenilir olduğunu söylemek mümkün değildir.
Mevcut buğday veriminde Türkiye ortalaması 250 kg/da olup, dünya ve Avrupa ortalamasının çok gerisindedir. Bu sebeple üretim maliyeti yüksek teşekkül ettiğinden bu ülkelerle rekabet şansımız bulunmamaktadır. Ancak Türkiye Buğdayda, genetik yönden yüksek verimli tohumluk kullanarak ortalama verimini 350 kg/da çıkarma şansına sahiptir. Üretici genellikle kendi mahsulünden ayırdığı buğdayı ekilişte kullanmaktadır. Halbuki TİGEM’in üretip hazırlamış olduğu yüksek verimli tohumluktan yılda 470 bin ton ekilebilse toplam üretimde 4-5 milyon ton buğday artışı sağlamak mümkündür. Ekilecek tohumluğun parasal değeri 60 milyon lira, elde edilecek katma değer 1,5 milyar lira, demek oluyor ki çiftçiye bir yılda 60 milyon lira ayni tohumluk desteği sağlayabilirsek 1,5 milyar lira tutarında katma değeri ekonomimize kazandırmak mümkündür. Bunun neden yapılmadığını anlamak mümkün değildir.
Buğdayda verilmiş olan bu örneği stok’a üretim yapılmayan diğer ürünlerde de vermek mümkündür. Mevcut ekiliş alanını hiç artırmadan sadece kaliteli tohumluk kullanılmasını temin etmek ve uygulanan tarım teknolojisini geliştirmek şartıyla üretimin artırılması mümkün görülmektedir. Bunların başarılması için, bu başarıyı yakalamaya uygun nitelikteki personelin göreve getirilmesi ve sorumluluk verilmesi yeterlidir.
F- HAYVANSAL ÜRETİM:
Gelişmiş ülkelerin tarım ekonomileri içindeki hayvansal üretimin payı %70, Türkiye’de ise bu oran %17’dir. Bu rakamlar Türkiye’nin daha ne kadar yol alması gerektiğini göstermektedir.
Halen hayvancılığın içinde bulunduğu sıkıntılar 1980’li yıllarda bu konuda alınan yanlış kararlardan kaynaklanmaktadır. Söz konusu kararlar içinde en temel yanlış, Türkiye hayvancılığının damızlık ihtiyacının ithal yoluyla karşılanması fikridir.
Bu karara bağlı olarak son 20 yılda yüzbinlerce damızlık hayvan ithal edilerek milyarlarca dolar para harcanmıştır.
Şimdi bu hayvanlardan Türkiye iklimine adapte olmuş damızlık bulmak mümkün değildir. Bu hayvanlar sadece ticari amaçla ithal izini alanlara para kazandırmak amacıyla uzmanlığı olmayan Firmalara ithal ettirilmiştir. Damızlıkların dağıtımı ise hiçbir kriter aranmaksızın rasgele yapılmıştır. Hayvan ıslahında en önemli husus olan pedigri ve soykütüğü kayıtları tutulmamıştır. Tarım İl Müdürlüklerinde hayvan almak için sıraya girenler aynı zamanda kasap da da sıraya girmişlerdir. Bu sorun halen çözülebilmiş değildir.
Türkiye hayvancılığının gelişmesi öncelikle bitkisel üretimden alacağı pay ile yakından ilgilidir. Halen Türkiye’nin 25 Milyon ton kaba yem açığı bulunmaktadır. Kesif yemin hammaddesi olan yılda 3 milyon ton mısır ithal edilmektedir. Yem, hayvancılıkta maliyetin %70 ini oluşturmaktadır. Bu temel sorunlar çözülmeden hayvancılığın gelişmesini sağlamak mümkün değildir.
Türkiye’de et ve süt verimi yönünden bir hayvandan alınan verim, Dünya ve Avrupa ortalamalarının gerisindedir. Hayvan popülasyonumuz genellikle yemi et ve süte çevirme kabiliyeti düşük olan yerli ve melez ırklardan oluşmaktadır. Aynı miktar yem verilen yerli ırk ve kültür ırkı hayvandan farklı miktarda verim alınmaktadır. Kültür ırkları yemi et ve süte dönüştürmekte daha yetenekli olduklarından üretim maliyetlerinin düşürülmesinde önemli rol oynamaktadırlar.
Yapılan hesaplamalara göre mevcut sığır varlığımızın tamamı kültür ırklarına dönüştürdüğümüz takdirde et üretimini 3, süt üretimini 4 kat artırmamız mümkün görülmektedir. Ancak mevcut sığır varlığının önce meleze, sonrada kültür ırkına dönüştürülmesi uzun yıllar gerektiren bir hayvan ıslah programı ile mümkündür. Türkiye bu konuda en başarılı örneği, Jersey ırkını Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yerleştirirken vermiştir. Ancak son yıllarda izlenen yanlış politikalar sebebiyle Doğu Karadeniz bölgesindeki jersey varlığının yapısı bozulmuş, sürüler yeniden karma sürüler haline dönüşmüştür. Jersy projesinde uygulanan aynı anlayış ve aynı disiplinde çalışıldığı takdirde Holstein, Simental, Montafon ırklarının diğer bölgelere yaygınlaştırılması mümkün görülmektedir.
Türkiye’de halen küçük aile hayvan işletmeciliği mevcuttur. Bir proje kapsamında et ve süt işletmeciliği konusunda ekonomik büyüklüğe sahip işletmeler kurulmalı ve kapalı ağıl işletmeciliğine geçilmelidir.
Hayvancılığı geliştirme projesi kapsamında Soykütüğü ve pedigri kayıt sistemine geçilmeli, suni ve tabi tohumlama yoluyla ıslah çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
G- SU ÜRÜNLERİ ÜRETİMİ:
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili, akarsu, göl, baraj gibi su ürünleri üretimine uygun ortamlar yönünden şanslı bir ülkedir. Ancak bu kaynakların işletilmesi, bakımı ve yönetimi konusunda başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Su ürünlerinin yetiştirilmesi ve avlanması konusunda düzenli organizasyonlar mevcut değildir. Deniz balıkçılığının açıkdeniz ve kıyı balıkçılığı olarak örgütlendirilmesi önemli görülmektedir.
H- GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mevcut yapısı ile tarım sektörünün sorunlarının çözümüne önemli bir katkısının olduğunu söylemek mümkün değildir. Söz konusu Bakanlığın bütçesi hemen hemen personelin maaş ödemelerine eşit hale gelmiştir
Bakanlığın mevcut teşkilat yapısına göre kurulan Merkez teşkilatındaki Ana hizmet birimlerinin aynı konuda yapmış olduğu görevler birbiri ile örtüşmediğinden hizmetlerin görülmesinde duplikasyonlar meydana gelmektedir. Diğer taraftan taşra teşkilatlarının söz konusu ana hizmet birimleri ile ilişkilerinin hangi esaslara bağlı olduğu net olarak belli değildir. Hizmetlerin daha verimli bir şekilde yürütülebilmesi için; Bakanlık teşkilatının konu bazında yeniden örgütlenmesi, bazı Genel Müdürlükler birleştirilerek “ Tarım İşleri Genel Müdürlüğü” kurulması, taşra teşkilatlarının doğrudan bu Genel Müdürlüğe bağlanması hizmetlerin düzenli bir şekilde yürütülmesi bakımından gerekli görülmektedir.
Bakanlığa bağlı olarak Türkiye’nin çeşitli Bölgelerinde hizmet vermeye çalışan Tarımsal Araştırma Enstitüleri görevlerini yeterince yapamamaktadırlar. Bunların bölgelerindeki Üniversitelerin ilgili bölümlerine bağlanması,
Fonksiyonlarını yerine getirmeyen Üretme İstasyonlarının kapatılarak, Özel Sektöre devredilmesi,
Çeşitli İllerde bulunan İl Kontrol Laboratuvarlarının imkanları ile birlikte yerel yönetimlere devredilmesi, hizmetlerin daha iyi bir şekilde verilmesi bakımından önemli görülmektedir.
Bakanlığın; bitkisel üretim, hayvancılık, gıda ve su ürünleri konularında yayım ve denetim hizmetleri gören aktif bir Bakanlık haline getirilmesi, tarıma hizmet götüren bütün konulardaki tüm yetkilerin bu Bakanlıkta toplanması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması zorunlu görülmektedir.
S O N U Ç
• Türkiye ekonomisinde Sanayi sektörü, tarım sektörünü sübvanse edecek kadar güçlü olmadığından, tarım sektöründe katma değer üreten yatırımların yapılmadığı, ekonomideki olumsuz gelişmelerden tarım sektörünün daha olumsuz etkilendiği görülmektedir.
• Medeni Kanun’da ki miras hükümleri sebebiyle tarım işletmelerinin gittikçe küçülmesi işletmelerin %80’nin ekonomik büyüklüğün altına düşerek verimsizleşmesine sebep olmuştur.
• Türkiye’de çiftçi kayıt sistemi tamamlanmadığından, çiftçiler için alınan ekonomik tedbirlerden gerçek çiftçilerin yeterince faydalanmadıkları görülmektedir.
• Uzun yıllardan beri uygulanmakta olan yanlış destekleme politikaları sebebiyle bazı ürünlerin ekiliş alanları gerçek ekolojilerinin dışına çıkmış, stoklar artmış, Türkiye’nin gerçekten ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimleri yeterince yapılamamıştır.
• Tarım sektöründe, kültür bitkilerinin doğal iklim alanlarını ve piyasadaki taleplerini esas alan bir üretim planlaması olmadığından, bazı ürünlerde üretim fazlası, ihtiyaç duyulan bazı ürünlerde ise üretim yetersizliği meydana gelmektedir. Bu sebeple gereksiz stoklar ve ithalat sebebiyle ekonomi olumsuz etkilenmektedir.
• Türkiye’de hububat üretiminde kaliteli ve yüksek verimli tohumluk kullanılmadığından toplam hububat üretiminde potansiyel kayıplar söz konusudur. 2017 yılı rakamları ile 60 milyon lira tutarında ayni tohumluk sübvansiyonu yapılması halinde toplam hububat üretiminde 1,5 milyar lira tutarında artış sağlanması mümkün görülmektedir.
• Türkiye hayvancılığı 1980 ‘li yıllarda izlenen yanlış ithal damızlık politikaları sebebiyle darboğaza girmiş olup, bunun olumsuz sonuçları 1990 ‘lı yıllarda kendini göstermiştir. Halen o yıllarda uygulanan yanlış politikaların etkisi devam etmektedir.
• Yem hammaddesi üretiminde meydana gelen sıkıntılar sebebiyle tavukçuluk sektörü bitme noktasına gelmiştir.
• Tarımsal girdi fiyatlarında meydana gelen artışlara, girdi desteklerinin tedricen kaldırılması da eklenince, girdi fiyatları ürün fiyatlarının üstüne çıktığından bazı ürünlerde Çiftçi üretimden vazgeçmek zorunda kalmıştır.
• Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mevcut organizasyon ve teşkilat yapısı ile tarım sektörünün sorunlarına çözüm getirmesi mümkün görülmemektedir. Bu nedenle tarım sektörüne hizmet götüren kuruluşların ve yetkilerin bu Bakanlıkta toplanması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması zorunlu görülmektedir.
• Tarım sektörünün yeniden yapılanması konusunda radikal çözümleri öngören bir tarım politikası önerisi maalesef konu ile ilgili hiçbir kesimden gelmemektedir.
(06, Kasım, 2025-Ordu)

YORUMLAR