"DEMOKRASİ VESİKASI" Mümkün Mü?
Reklam
Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

"DEMOKRASİ VESİKASI" Mümkün Mü?

12 Şubat 2020 - 13:58


Başlıktan da anlaşılacağı gibi, 622 yılında Medine’de Müslümanlar, Evs ve Hazrec başta olmak üzere Arap kabileleri, Yahudiler ve Müşrikler arasında yapılan Medine Vesikası’ndan ilham alarak bir değerlendirme yapmak istedim.
Vesika/Sözleşme, öncelikle Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki şiddetli iç çatışmaları sona erdirmek, Medine'deki Müslüman, Yahudi ve Pagan topluluklarını “Medine Ortak Paydasında” birleştirerek “yurttaşlık” bilinci ile barış içinde yaşamayı ve Medine’yi yabancı işgallere karşı “ortak savunmayı” amaç edinmiştir.
Siyasi hayat ve sosyal yapı itibariyle Yesrib, Sözleşme öncesi kabilecilik sınırlarının ötesine geçmemişti. Gerek Yahudiler, gerekse müşrik Araplar, kabile geleneğine dayalı bir kimlik oluşturmuş, her kabile kendi kabile başkanlarının dışında hiçbir otorite tanımıyordu. Toplumsal bölünmüşlük, istikrarsızlık, belirsizlik, düşmanlık ve yıllarca süre kanlı çatışmalar tarafları yormuş ve Yesrib yurdunu yabancı müdahalelere de açık hale getirmişti.
Resul-i Ekrem (s.a.s)’in hicretinden sonra 622 yılında İslam ile tanışan Yesrib yurdu ve halkı yeni bir Sözleşme ve medeniyet inşası ile çağın en güvenilir yurdu ve en medeni halkı unvanını kazandı. Artık Yesrib “Medine” adını alırken, halkı da “medeni” olarak tanımlanarak dünyaya örnek bir toplum oldu.
Bugün, medeniyet öncülüğü yapan Avrupa’da ise ancak 1215 yılında İngiltere’de ilan edilen Magna Carta “Büyük Özgürlükler Şartı” ile özgürlüklere adım atılmıştır. Kuşkusuz Magna Carta, Ortaçağ şartları açısından değerlendirildiğinde birçok özgürlük getirmesi ve bu özgürlükleri bir çeşit hukuk devleti ilkesine bağlaması bakımından oldukça önemlidir. Ancak Medine Sözleşmesi’nden yaklaşık 600 yıl sonra gerçekleştiği de unutulmamalıdır.
Ayrıca Medine Sözleşmesi, Magna Carta’dan çok daha kapsamlı olmuş, herkesin ve her kesimin hakkını, hukukunu, hürriyetlerini bir sözleşme belgesi ile koruma altına almış, en önemlisi de her kesimde aidiyet duygusu geliştiren “ortak vatan savunması” sorumluluğu getirmiş ve toplumsal yaşantıyı düzenleyen bir siyasal sistemin temellerini atmıştır.
Hz. Muhammed (s) bu sistem ile Medine’yi eşi ve benzeri görülmemiş ‘Emin’, herkesin ve her kesimin farklılıklarıyla ve haklarıyla güvende olduğu bir “Yurt” yapmıştı. Müslüman ve Gayr-i Müslim her kesime ve Medine’de yaşayan herkese sosyal ve siyasal bir kimlik verilmiş, yerli-yabancı herkesin inanç ve fikir hürriyeti, mal ve can güvenliği teminat altına alınmış, hak ve sorumluluklar kurallara bağlanmıştı.
Gerek Medine Vesikası, gerek Magna Carta anlaşması, coğrafyalar, çağlar, dinsel, toplumsal ve siyasal yapılar farklı olsa da ikisi de çağlarının en ileri medeniyet ve medenileşme projeleridir. Ne yazık ki biz Müslümanlar ve birlikte yaşadığımız farklı unsurlar, çağlardır Medine Sözleşmesinin ruhundan ve uygulamalarından yoksunuz. Magna Carta’ya da dini ve milli gerekçelerle muhalefet ettiğimiz de çok açık. Bu durumda “medenileşmek” bizim için söz konusu olabilir mi?
Olmayacağına göre, düşmanlıklarla, kutuplaşma ve çatışmalarla, hak, hukuk ve hürriyetler yoksunluğu ile 21. yüzyılda toplumsal ve siyasal varlığımızı sürdürmek mümkün olacak mı? Ortak paydalarını yitiren toplumların akıbetlerini hiç düşünüyor muyuz? Birbirini boğazlayan, hak-hukuk bilmez toplumların yabancı işgallerle ne duruma düştüklerini görebiliyor muyuz? Dağılmaların, bölünmelerin, yurtlarından çıkarılmanın neden olduğu acı ve trajedileri ne zaman fark edeceğiz?
Bütün bunları yaşarken, ”Medine” ortak paydasında 1400 yıl önce varılan mutabakatın/anlaşmanın bir benzeri bugün de Müslümanlar başta olmak üzere herkes için bir örnek teşkil etmesi neden mümkün olmasın?
1400 yıl önce “Medine Vesikası/Sözleşmesi” ile Arabistan çöllerinde ve ilkel bir toplumda gerçekleşen “medeni bir ülke ve medeni bir toplum” örneği, bugün de çağın ruhuna uygun olan “Demokrasi Vesikası” ile gerçekleştirmemiz neden mümkün olmasın? Cehalet, ırkçılık ve dinbazlık dışında dışında buna engel olan nedir?
Hukukun üstünlüğü güvencesinde, çoğulculuğa, grupsal ve bireysel katılımcılığa, etnik ve dini özgürlükçülüğe, herkesin ve her kesimin haklarıyla var olduğu bir demokratik sisteme, ilkeler ve kurallarla yönetmeyi esas alan bir “medeni toplum” sözleşmesine neden rıza göstermiyoruz?
Buna sadece bizim veya yalnız coğrafyamızın değil, insanlığın, yeryüzünün ihtiyacı olduğunu ne zaman öğreneceğiz? Lübnanlı düşünür Amin Maalouf’un şu tebiti ne kadar da gerçekçidir:
“Eğer farklı ulusların ve tektanrıcı dinlerin mensupları dünyanın bu bölgesinde birlikte yaşamaya devam etseler ve yazgılarını uzlaştırmayı başarsalardı, tüm insanlık ahenk içinde bir arada yaşama ve refah konusunda ilham alabileceği, yolunu aydınlatacak anlamlı bir model bulmuş olacaktı. Ne yazık ki bunun tam tersi cereyan etti, nefret ağır bastı, birlikte yaşama konusundaki yetersizlik kural haline geldi.”
Böyle bir birlikteliğe İslam’ın engel olduğunu söyleyebilir miyiz? Medine’de farklılıkları bir arada tutan ana faktörün din değil, “sözleşme metni”, bir bakıma “hukuk” olduğunu biliyoruz. Medine toplumuna İslam dayatılmadı ancak adaleti, hukuku ve adil olmayı öğreten ve emreden İslam’ın kendisi olduğu çok açıktır. 1400 yıl önce her din ve inanç mensuplarının güvencesi olan Medine Sözleşmesini onaylayan İslam, nasıl olur da bugün çağın ruhuna ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir toplumsal barış projesini, bir medeniyet sözleşmesini ve bunun siyasal zemini olan “Demokrasi Vesikası”nı reddeder?
Resul-i Ekrem (s)in fiili sünneti olarak da kabul edebileceğimiz “Medine Vesikası”nı çağın ruhuna uygun olarak “demokrasi vesikası” olarak tanımlamam sadece önemine dikkat çekmek içindir. Amacım demokrasiyi yüceltmek, kutsamak değildir veya Medine Vesikasını olduğu gibi bu çağda uygulamak veya “demokratik” olarak tanımlamak, demokrasiye referans yapmak da değildir. Ancak birlikte barış içinde yaşamanın bir belgesi, yazılı bir sözleşmesi olarak günümüze de ışık tutacak referanslardan biri olduğundan da şüphe yoktur.
Vesika/Sözleşme ile amacım; hak ve hürriyetlerimizi hukukun üstünlüğü ile güvence altına alacak, birlikte barış içinde yaşamamızı sağlayacak, ortak bir gelecek etrafında buluşturacak ve her kesime eşit ve ortak bir yurt olacak “Medeni ve Emin bir TÜRKİYE” ortak paydasında bir çözüm yolu önermektir.
Benimkisi, bir medeniyet özlemi, medeni bir yaşam ve medeni bir ülke hasretidir. Ya medeniyet ile birlikte var olacağız, ya da cehalet ile birlikte yok olacağız!
 
 
 

Bu yazı 830 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum