ADALETİ, GÜVENİ, İTİMADI, VEFAYI VE MERHAMETİ ARIYORUZ
Reklam
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Gündemin İçinden

ADALETİ, GÜVENİ, İTİMADI, VEFAYI VE MERHAMETİ ARIYORUZ

22 Haziran 2023 - 21:44

Fahrettin Dağlı 


Abdüllatif Şener ve kendisinden önce muhafazakar mahallede siyaset yaptıktan sonra AKP’nin ve CB Erdoğan’ın politikalarına şiddetli bir şekilde muhalefet eden, daha sonra da bu eleştirilerini yutup Erdoğan’ın yanında konumlananlar bana tarihten iki önemli anekdotu hatırlattı.

Bu iki ibretli hikâyeyi naklederek güvenin, emniyetin, itimadın, vefanın, vicdanın, insafın öneminin altını bir daha kalın bir çizgiyle çizmek istiyorum. Bugün bu iklime ekmek ve su kadar ihtiyaç duymaktayız.

Hikayeleri mümkün olabileceği nispette kısaltarak nakletmeye gayret edeceğim.

Birinci hikâye…

Bir gün Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet halindeyken iki kişi, bir başka kişiyi kollarından tutup huzura getirdiler.

Ömer, "Bu adamı neden böyle yaka paça getirdiniz?" diye sordu.

Getirenler, "Ya Ömer! Bu adam bizim babamızı öldürdü. Biz de adaletin tecellisi için tutup size getirdik." cevabını verdiler...

Katil zanlısı mahkemede Hz. Ömer tarafından yargılandı. Ve adama bu fiili neden işlediği soruldu. Kendince makul sebepler iddia etmesine rağmen yargılama sonucunda suçlu bulunarak kısasa hükmedildi. 

Adamın anlattıkları mahkeme salonundaki herkesi etkilemişti ancak adaletin tecelli etmesi için hüküm ne ise tatbik edilecekti.

Babaları ölen gençler diyet almaya razı olmuyorlar ve kısas yapılmasını istiyorlardı. Kısas yapılacak ve adam idam edilecekti. Hiç itiraz etmedi, soğukkanlı bir şekilde hükme rıza gösterdi.

"Yalnız bir ricam var" dedi ve ekledi:

"Benim bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana emanet edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların yerini o yetime bildirir ve böylece emanetin vebalinden kurtulmuş olurum."

Hz. Ömer, "Şu anda sana müsaade edemeyiz. Zira sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek. Kaçmayacağına nasıl inanabiliriz?" diye sordu.

Adam kaçmayacağına, geri döneceğine dair yeminler etti ama fayda etmedi.
Hz. Ömer, "Yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin" diye bir çözüm yolu önerdi.

Adam oranın yabancısıydı, kimseyi tanımıyordu ki kefil bıraksın. Son çare olarak oradaki insanlara dönüp baktı. Acaba kendisine kefil olan çıkar mıydı? O sırada gözü orada bulunan Ebu Zerr’e takıldı:

Parmağıyla işaret ederek, "Bu zat bana kefil olabilir" dedi. Hz. Ömer şaşkınlık içinde Ebu Zerr'e dönerek, "Ya Eba Zerr! Ne dersin bu şahsa kefil olmak konusunda?" diye sordu.

Ebu Zerr hiç tereddüt etmeden, "Bu adamın üç güne kadar döneceğine inanıyor ve kefil oluyorum" dedi. Adamı serbest bıraktılar...

Adam Üçüncü günün öğlen vaktine kadar gelemeyince "Bu adam gelmeyecek" yorumları yapılmaya başlandı. 

Ölen adamın çocukları "Ya Eba Zerr! Kefil olduğun adam hâlâ ortalarda görünmüyor. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye niçin kefil oldun? Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?" diyerek sitem ediyorlardı. 

Hz. Ömer, "Ya Eba Zerr! Kefil olan o genç eğer vermiş olduğumuz sürede gelmezse kısas hükmünü geciktirmeden uygularım!" diye haber yolladı. Bu tartışmalar arasında akşamı ettiler...

Herkesi bir üzüntü kaplamıştı; zira o genç gerçekten de gelmeyecek olursa, kefil olduğu için kısas Ebu Zerr'e yapılacaktı. Bu olayı duymayan kalmamıştı. Medine çalkalanıyor, herkes adamın geleceği yolu gözlüyordu. İşte bu esnada Medine'nin girişinden bir adamın tozu dumana katarak geldiği görüldü. Kan ter içinde gelen bu adam, idam edilecek adamdan başkası değildi.

Hz. Ömer, "İdam edileceğini bile bile neden koşarak geri döndün?" diye sordu. 

Adam tereddüt etmeden cevap verdi:

"Elbette gelecektim! Benim için bir adam idam edilmeyi göze aldı. Ben, 'Müslümanlar arasında AHDE VEFA KALMADI' sözünü kimseye söyletmem" dedi. 

Hz. Ömer, Ebu Zerr'e döndü:

“Tanımadığın bir adama neden kefil oldun?” diye sordu.

"Elbette kefil olacaktım. "Müslümanlar arasında SÖZE İTİMAT KALMAMIŞ. Bu dünyada FAZİLET VE GÜVEN KALMAMIŞ' dedirtemezdim" diye cevap verdi.

Gözler ölen adamın çocuklarına döndü.

Daha kimse bir şey demeden, "Ya Ömer, biz babamızın katilini affettik" dediler.
"Neden?" diye sordu Hz. Ömer!

"Olayın bir kaza olduğu belli. Adamın pişman olduğu da görülüyor. Biz, 'Müslümanlar arasında MERHAMET VE İNSAF KALMAMIŞ' dedirtemeyiz" diye karşılık verdiler.
.....

İkinci hikâye…

Devesiyle çölde yol almakta olan bir bedevî, çölde güçlükle yürüyen bir adama rastladı. Issız çölde susuzluktan perişan olmuş adam, bedevîyi görünce su istedi. Bedevî devesinden indi, adama su verdi. Suyu kana kana içen adam, birden bedevîyi iterek yere yuvarladı ve hemen deveye atladığı gibi kaçmaya başladı. 

Bedevî arkasından bağırdı: "Tamam, deveyi al git. Ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!" Bedevînin bu isteğini tuhaf bulan hırsız, biraz duraklayıp: "Neden?" diye sordu. "Eğer anlatırsan" dedi bedevî; "Bu olay her yere yayılır ve insanlar çölde muhtaç birini gördüklerinde asla yardım etmezler!..."

Neden bu iki kıssa?

Daha öncesinde ve özellikle de Abdüllatif Şener’in akla ziyan beyanlarından sonra CHP tabanından, Kemalist sol çevrelerden ve seküler kesimden şu minval eleştireler geliyor:

“CHP veya Kemal Kılıçdaroğlu bu eski İslamcılara, muhafazakarlara kapı açmakla yanlış yaptı. Zaten bunlar dönektirler, verdikleri sözlere / beyanlara itimat edilmez, güvenilmez vs…” 

Böyle bir genelleme yapmak doğru mu? Elbette hayır! Bu ve benzeri örneklere sadece muhafazakar kesimde rastlanılmıyor. Mevzuu polemik konusu etmemek için isim vermeyeceğim ama herhalde vermek isteseydim soldan veya değişik toplumsal kesimlerden onlarca örnek verebilirdim.

Üstelik sadece siyasette değil, muamelat hukukunun sözkonusu olduğu tüm alanlarda bir güvensizliğe, itimatsızlığa, vefasızlığa, insafsızlığa, merhametsizliğe tanıklık etmek mümkün. Onun için bazı spesifik örnekler üzerinden sadece bir kesimi töhmet altında bırakmak, suçlamak doğru değil. Elbette iktidar imkanlarının bir çekiciliği, ayartıcılığı var. Bu imkanlara en yakın olanlar da muhafazakar mahalle sakinleridir. Dolayısıyla bu dönemde onların sınavı daha ağırdır. Ancak unutmamak lazım ki, bu imkanlar toplumun farklı kesimlerinin arasında dolaştırılıp duruyor. Bu pencereden bakıldığında yoktur birbirimizden farkımız. Yani, ilk taşı atacak birileri çıkar mı? İnşaallah çıkar.

Bu yazı 362 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar